Gündem ciddi bir meseledir

Gündem; yani günün öne çıkanları…

Yani gün ile ilgili…

Ne dünü, ne de yarını; bugünü dolduran bir süreç.

Bugün gördüklerimizden, işittiklerimizden, hissettiklerimizden seçtiklerimiz.

Yani güncel olanlardan çekip ayırdıklarımız. Hâli hazırda var olan üzerinden değerlendirmeye layık bulduğumuz.

Öyleyse gündem var olan üzerinden toplanılan veri. Yani bilgi ya da veri üretme değil, olanın değerlendirilişi. Ne mevcutların değiştirip dönüştürülmesi ne de yeni bir ses, renk, biçim, duyuş eklenmesi…

Kişi ya da toplum zihnindekilerden seçilen, kenara koyulan ve üzerine konuşulan…

Yani gündem, seçilse de tekâmülü için kritik edilmesi düşülen veri.

Kadim tabirle nazara verilen…

80 darbesi sonrası Türkiye'sinde, gündem denilen kavramla yüzleşmelerimiz, genelde olumsuzluklar üzerinden olageldi. Yaklaşık 3 yıla yayılan darbeye dair günlük çetelelerinin ardından dünyaya açılma çabasında olan bir ülke olduk ve medya gündem kritiğini tam anlamıyla ele geçirdi.

Düşünce özgürlüğü adına yol almaya çalışan ve sivil iktidarla buluşmuş bir ülke vardı artık. Darbenin yasakçı yaptırımlarından hemen birkaç yıl sonra demokrasiye dönme adına atılan önemli adımlara karşın, darbeci zihniyetin bütün bakış açılarını ve düşünce yapısını tabulaştıran, dinî hayatı sahiplenenleri ve onların seçimlerini küçümseyen bir kamuoyu/medya vücuda geldi. Resmî ideoloji temsili olduğu hâlde sivil kıyafetle istediği her yere ve konuya girip çıkan bir “merkez medya” ağırlığı oluştu.

Eğlenceliklere, Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar yer veriyor, hatta bu eğlencelikleri de darbeci zihniyetin ilkeleriyle örtüştüren bir sosyal yapıyla ilişkilendiriyordu. Gençlik kıyımını ayyuka çıkaran ve 70'ler boyunca süren bütün çatışmaların üzerine beton dökülmüşçesine unutuluşu böyle sağlanıyordu. Yanlarına kâr kalan ise özüyle arasına duvarlar örebildikleri bir toplum damarını yakalamış olmalarıydı.

Memleketin can damarı olan üreten kesim bu şekilde tamamen kültür bilincinden ve memleketi memleket yapan kadim değerlerden,  basit ama zehirli, aynı zamanda eğitimin değerini ti'ye aldıran eğlencelikler -buna her tür basın yayın organı, edebiyatımsı kitap ya da televizyon politikaları dâhil- vasıtasıyla uzaklaştırıldı.

Yıkmak, yapmaktan daha kısa sürer. Dünyanın yıkılış tarihine bakarsak bu kıyası besleyecek netlikte bilgilerle karşılaşırız. Orman olmak on yıllar sürer, bir kibrit sonunu getirir.

Türkiye'de, yapma ve yaşatmaya dair kayıtsızlıkla beslenen maddi ve manevi yıkılış, 20 ile 30 yılda bir tekrarlanan ritüel gibi. 80 darbesi sonrası bozuluşu öne çıkaran ise teknolojinin ve iletişimin arttığı, modernitenin her alana yayılım gösterdiği bir zaman olması. İmkânlar arttıkça, faydalıya olduğu kadar zararlıya yönelim de arttı elbet. Bu tercih hakkı ise bütün tercihlerini “moda”ya uyarlamış, değerlileri değersizleşmiş, değersizleri değerlenmiş çoğunluk için zararlıya yönelimle sonuçlandı.

Yaşanılan hayat, içinde olumlu ve olumsuz bütün varlığıyla bir dengenin ürünü. Elinizden kaçırdıklarınızı geri çağırmakta ne kadar gecikirseniz, zihiniz bile bu gecikmeyi umursamayacak yeni bir denge inşasına siz farkında olmadan başlayacaktır.

Telafisi mümkün olmayan kayıplarımız, gecikmişliğimizin birer yansıması oldu. Zannettiğimizle gerçek olanların yerini değiştirenleri fark etmemiz uzun sürüyor. Üstelik zannedilenin gerçek olduğuna inanan kaskatılıkla karşı karşıya kalınıyor. Serbestlikler arttıkça, karşıt düşüncede olanların özgürleştiklerini görenlerin kendini kafeste hissetmesinin sebebi de bu… Gerçeğe olan yabancılaşma ve tahammülsüzlük.

İşte bizi hiç terk etmeyen gündem de bu. Zannedilenle gerçeğin biteviye kavgası. Kadim değerlerimizin birçoğunun hâlâ gömüt gibi derinlerde kapana kısılması da bu yüzden. Unutmaya eğilimin artık fark edilmeyecek kadar sıradanlaşması da, kimsenin bu yükü tek başına sırtlanamaması da…

Kaygısızlığın verdiği rehavetle merkez medyanın karargâhı olan Doğan Medya'nın satılışına bakıp başka bir Türkiye'ye uyanacağını düşünenler oldu. Sanki bu satış yapay gündemleri, dedikoduları, saç saça baş başa kavgaları, memleket-vatan-millet düşmanlarını, fikrî ayrılıklardaki hazımsızlığı, hak-hukuk-adalet-para ilişkilerindeki ahlaksızlıkları iyileştirecekti.

Bu ayağı yere basan bir düşünce değil. Ve biz bu gündemlerin mağduruyuz. İyi hâllerimizi aşağıya çeken, özgüvenimizi iğdiş eden bir medet sadece. Oralı olmadan yanından geçip gitmemiz ve olsun veya olmasın karşısında daima hazır ve                 “tam” olmamız gereken bir kirlilikten başka bir şey değil. Çünkü bir rolün bitişi, yenisine gebedir.

Çünkü hayat, bir dengedir.

Yani gündem ciddi bir meseledir.

Laflayıp oyalanırken boşlukların dolmasını beklemek yerine, gündem değiştirmekte ve çarpıtılan gündem algısının değişimini inşa için gayrete gelmekte fayda var.