Güz

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

Hazır güzün orta zamanlarını bulmuşken bir Ekim yazısına yol alma vaktidir.

Bu güzden önce birikmiş onca cümlelerden “güz günlüğü” çıkaracak kadarı var zaten heybede. Güzün orta yeri, Ekim için sarf edilmişler en çok. Çünkü sonbahar her gelişinde, bütün ağırlığıyla birlikte ya da yalnız gidişatımızı hatırlatıyor. Kırlangıç fırtınalarının, sağanak yağmurların eşliğinde bir yüzleşme kasırgası yaşanıyor, envanter yenilemesi yapılıyor. Rakamlarsa yurt içi ve dışı ekonomik analitiklerin sonuçlarına benzemiyor, insaniliğimize dair verileri ortaya koyuyor.

Güz ve onun kalbi Ekim, dökülen yapraklar, kabuğuna çekilen hayvan ve bitkiler gibi bir hareketi getirse de salt içe dönme hâli değil. Üretime, mücadeleye, gayrete dair bir uyanışı çağrıştırıyor. Yazın rehavetinden kurtulmak yok mu? Belki de güzü en değerli kılan da bu kurtuluşa sebep oluşu.

Kalem, bir mevsimden bahsetmeyegörsün, yazıp çizdiklerinin çoğu şehirden yahut kalabalık yerlerden dem vurur. Pek azı ekmeğini topraktan çıkaranın mevsimlerini ve tenhalardaki tabiatı izler. Yağmur damlalarının sekip bir yerlere yapıştığı beton ya da taş kaldırımlardan, su geçirmez asfaltlardan, rüzgâr kesen yüksek duvarlardan azade bir güz seyrine uzaktadır. Birkaç ağacı bir arada görebileceği bir iki toprak kokulu parkurda yürümekten ibaret bir güz seyridir yaşadığı. Ayağına şehir tozu karışmış çamurun bulaşmasından doğan güz romantizmine kapılmamak için verilen çabaya ne demeli?.. Bu da hakiki bir güz izinden mahrum, göğü seyirden başka çaresi kalmamış, öylece uğranıp geçilecek istasyona dönüşen sıradan bir mevsim temaşasıdır işte.

Hakkı verilmemiş her an, bizi fazladan yoruyor aslında. Gece boyunca sabaha taptaze bir dünya sunmaya niyetli, bunun için kürreden zerreye çalışan, varlık sebebinden bir an bile caymayan tabiat insan esaretine girdi gireli anların hakkının verilmediği anlaşılıyor. Çünkü yeterince gayret etseydik, hiç şüphe yok ki yaşanacak ve insanın gayrısına da yaşama hakkı verecek bir dünyayı temaşa ediyor olurduk. Fakat her mevsim geçişinde içten içe yüzleştiğimiz, aslına uygun olmayan bir gidişata mahkûm bırakılmış hâlde yaşamayı tercih ettiğimiz.

Güz yüzleşme vakti. Yağmurun cilası değen şehirlerde çizgiler, renkler ve onları dolduran irili ufaklı figürler artık daha berrak. Manzara bu kadar keskinleşmişken düşüneceklerimiz kendi ihtiyaçlarımızın ötesine geçmeli. Işıkları eğilen ve kızıla çalan güneş, içinde olduğumuz mekânları da, hareketi de, temizin ve kirlinin görüntüsünü de keskinleştirdi. Anlamamız gereken bu manzarada ne yapıp ettiğimiz, yapıp etmelerimizin yansıması ve muhataplarını neye dönüştürdüğü… Zira güz yüzleşme vakti.

Güz geldi geleli, her türlü diyalogda hastalık bahsi ağır basıyor. Üstelik sınır boylarımızda artan ateş ve gerilim de cabası. Felek bizi bizden olanlarla ayrı düşürdüğünden beri can yangılarımız hiç bitmedi zaten. Kaderine mücadele yazılı kardeşlerimizin dirayeti en büyük tesellimiz oldu; hâlâ da öyle.  

Kendimizin olana sahip çıkmamızın yapay husumetlerin sebebi olduğunu bilmiyor değiliz. Suları bulandıran ve huzura kastedenlerin ittifakı da güzle netleşen resimlerden. Dünyayı daha yaşanır hâle getirme çabasını baltalayan el, dünyanın yarısından fazlasını yüzyıllardır dünya nimetin mahrum edenle aynı olduğu gerçeğini kim inkâr ediyor ki? Yine de altı boş cilalı laflarına imrenenler az değil.  

Bu güz yüzleşmeleri de bizi daha fazla şaşırtmadı. Kalem, tabiatın devinimini seyreden bir güz geçirseydi, daha fazla hayrete düşerdi. En çok da teyakkuzu elden bırakmadan, anlardan yorulmadan gün geçirmenin derdinde. Her bilmeden öte bir bilme, her idrakten öte bir idrak olduğuna dair intibalarını “güz günlüğü”ne iliştirdi bile.

***

Künye: Güz, sonbahar; Eylül ile 21 Aralık arasındaki mevsimdir.