12 Eylül 2015

Hac mevsiminde Mekke’nin düşündürdükleri

Savaşın ve çatışmanın ruhlarımız kavurup akıllarımızı ezdiği günlerden geçiyoruz. Bir medeniyetin esası bir yönüyle onun kurucu müntesiplerinin hareketlerinden takip edilir. Tarihin bize vereceği en büyük ders de bu hareketleri anlamak ve değerlendirebilmek olacaktır.

Ortaçağ tarihi boyunca medeniyetlerin esas hareket noktaları ve dayanakları din olgusu olmuştur. Dinin insanlar nazarındaki konum ve kıymeti dinin üzerine atfedilen düşünce yargıları dinin bir hareket meydana getiren yapıya bürünmesine neden olmuştur.

Her medeniyetin kendi içerisindeki benimsemiş olduğu kimliği diğer medeniyetlerin değer yargılarını görmezden gelmesine ve kendisine ait olan değerlerin diğerlerine nazaran daha önemli olduğu düşüncesinin yerleşmesine neden olmuştur.

Dini değerler üzerinde de bu düşünce yapısı hâkim olmuştur. Medeniyetlerin kendi içerisindeki bu sistem kendi kimlikleri üzerinden kendi kutsallarını da meydana getirmiştir. Bu durum Medeniyetler çatışması olarak takdim edilen durumun oluşması ve ötekinin yok olmasına yol açan modern kargaşanın da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Her medeniyetin kendilik bilinci onun üslup ve hareket tarzını tayin etmiştir.

İslam Medeniyeti, kendi hakikat dairesi içinde bir hareket medeniyetini ruhçu bir ideali var olan tüm alanların üzerine serpmiştir. Fetih süreçleri bu bağlamda bunun en iyi gözlenebildiği zaman dilimleridir. Zira galip olmak mağrur olmak başarmak ve maslahata ulaşmak demenin ötesinde bir yere taşımıyorsa orada İslam'dan söz etmek zorlaşır.

Fethin bize anlattığı diğer mânâ dünyası ise ötekine dair galibin ontolojik mahiyetinin görünür olması halini ifade etmesidir. İslam medeniyeti intisap bağının üst çerçevesini Hz Peygamber (s.a.v.) in Mekke fethinde gösterdiği üslup üzerine inşa edecektir.

Müteakip zamanlardaki fetihlerin ve fatihlerin davranışlarının mihengi de bu üslup ve hareket tarzı olacaktır. Bu bakımdan Mekke'nin fethini anlamak İslam'ın savaş, insan ve zaferle ilişkisini doğru idrak edip itibarlarımızı bu minval üzere kurmak bakımından önemlidir.

Öngörülebilir bir hayat hoş görmekten ziyade hukuki zeminden kendine ve ötekine alan belirlemek demektir. İslam ordusunun Mekke'ye doğru tepelerden akmaya başlaması ile Hz. Peygamberin görevlendirmiş olduğu bir tellalında sesi duyulmaya başlamıştı. Hz. Peygamberin emri ile duyurulan ilanda "Kim Ebû Süfyan'nın evine girerse emniyettedir. Kim kapısını kapatırsa emniyettedir. Kim Mescid-i Haram'a girerse emniyettedir."

Bu sırada aynı zamanda taşkınlık çıkmasına izin vermeyerek herkesin kontrolünü sağlamıştır. Mekke'ye giriş esnasında sahabeden Sa'd b. Ubâde'nin Ebû Süfyan'a karşı sarf ettiği "Bugün destan günü. Bugün Kâbe'nin helâl olduğu gün..." yolundaki sözlerini haber alınca bu sözleri tasvip etmeyerek şöyle tenkit etmiştir: "Bugün aksine rahmet günü, bugün Kâbe'nin şerefini Allah'ın yücelttiği gündür!" diyerek düzeltmiştir.

Bu zihniyet bugün kazanılan küçük başarılarla zafer çığlıkları atan modern dünyamızın tarih dışı kalmış Müslümanlarına bir şeyler söylemelidir. Böylelikle Sa'd b. Ubâde'nin sözlerini duyarak korkuya kapılan Ebû Süfyan'nın gönlünü ferahlatmıştır. Bunun ile de yetinmeyerek Sa'd b. Ubâde'nin elinden sancağı alarak oğlu Kays b. Sa'd'a vermiştir.

Hz. Peygamber Mekke'ye girişi esnasında büyük bir tevazu örneği göstermiştir. İbn İshak'ın rivayetine göre Hz. Peygamber Mekke'ye giriş konumunda bulunan Zituva'ya gelince Allah'a minnet ve şükranının ifadesi olarak başını öyle eğiyordu ki, nerede ise alnı devesinin yelesine değiyordu. Hz. Peygamberin gözleri yaşlı mütevazı şekilde şükür secdesi yaparcasına ki bu tavrı onun Allah'a karşı olan şükrünün ifadesiydi.

Aynı hassasiyet ve mütevazılık İslam ordusu içerisinde de gösteriliyordu. Şehre hâkim bir şekilde gurur ve şımarıklık içerisinde girebilmelerine imkân varken İslam ordusu da Hz. Peygamberin örnek oluşundaki incelik içerisinde ağırbaşlı ve mütebessim bir edayla şehre giriş yapıyorlardı. Bu yolla İslam, öngörülebilir bir hayat vaad eden medeniyetini ilke defa Mekkeliler üzerindeki hareketiyle tarihe hediye etmiştir. Hz. Peygamberin Mekke'ye girişleri sırasında ilan etmiş oldukları bildiride tüm Mekkelilerin can ve mal güvenlikleri büyük bir titizlikle koruma altına alınmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) bundan sonra Mekkelilere: “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı tahmin edersiniz?” diye sordu.

Kureyşliler: “Sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız" dediler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Benim hâlimle sizin haliniz, Yusuf'la kardeşlerinin durumu gibidir. Hz. Yusuf'un kardeşlerine söylediği sözü şimdi bende size söylüyorum: "Bugün sizin için bir kınama yoktur! Allah sizi affetsin. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir" (Yusuf Suresi 92): "Gidiniz, hepiniz serbestsiniz."

Bu ölçü asırları aydınlatacak kadar yüce bir ruhun zamana ve mekâna verdiği nizamın ilk ayak sesleridir. Fatihlik rüyası görenlerin fethin bu adabına haiz olmadan yollara düşmeleri çöllerde kendilerini yitirmeleri demek olacaktır. Bugün Irak, Suriye ve Yemen'de cephelerde kardeşlerini yok edenlerin bu ruhtan ne kadar uzağa savrulduğu ise güncelin bize anlattığı önemli bir gerçektir.

Mekke'nin fethi bir zaferin nasıl hikmete dönüşeceğinin ilk numunelerinden biridir. Vahyin ruhuyla harekete geçen yeni insanın bu sahada tarihe bıraktığı ehemmiyetli miraslardan biridir. Tevazu ve hukuk ile diğerine muamelenin, zaferi nasıl maveralaştırdığının müstesna bir misalidir. Bu üslup ve yaklaşım İslam tarihi boyunca fetihlerin mihverinde olmuştur. Bugün din adına Müslüman ve gayri Müslimlere her türlü fecaati işleyen karanlık kafaların bu tarihi mirastan nasipsizliği ise aşikârdır. Fethin tarihe mesajı, galip olmanın mağlupları yok etmek ve mağrur olmak değil kendini aşıp adil olmak gereğine işaret eder.

Savaşın ve çatışmanın ülkemiz ve bölgemizi karamsarlıklara boğduğu günümüzde bu yaklaşımları hatırlamak hareket tarzımızın içeriğine belki de bir nebze medeni manalar katabilecektir. Değilse zaten şekli intisaplarımız bizi o şeyin kendisine müntesip yapamayacaktır. ‘Biz kimiz' sorusunun cevabı, ‘biz ne yapıyoruz ve neye göre yapıyoruz'un cevaplarında saklıdır.

Haklı olmak her zaman demir yumruk olmayı gerektirmez. Bu sene hacca giden bahtiyar zevat, oraya girerken bin bir mana rengi içinde bu duyguları da hatırlayarak girerse umulur ki tarihle şahsiyetini bir kere daha birleştirerek hayat kaidesini hatırlamış olur. Fetih isteyen edep bilmelidir, fetih medeniyetinin çağrısı da budur.

Vesselam!