14 Ağustos 2021

​Hâl

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

 

"De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilemez." (Neml: 65)

 

Öyle şeyler yaşanıyor ki hakkında birkaç söz etmek isteseniz can yakmaktan, bigâne kalmaktan çekiniyorsunuz; söylemişseniz de ifadeniz imtihan sebebi olabiliyor. İfayı aşıyor artık sözün ağırlığı. Üstelik gürültü de çok fazla. Neredeyse herkesin sözü ortada. Etrafa kulak kabarttığınızda iyisi de kötüsü de sizi gelip buluyor. Kaçacak yer yok.

Olay yeri, afet gölgesi, felaket mahallinde değilseniz, keseceğiniz ahkâmlar lafügüzaf bendine takılabilir. Ataların dediğini video ve fotoğraflar değiştiremiyor: Ateş düştüğü yeri yakıyor ve nitekim bu hüküm yangınlarla, sellerle, en somut hâliyle dimdik karşımızda.

Felaket bölgesinden uzakta olanın felaketle bağını kuran şey haber akışı. Bu akışla yetinmek, maddi manevi destek olmaya çaba göstermek yerine, dedikoduyla haber alma mecralarını oyalayanlarla gerçekçilikten müspet ve menfi uzaklaşanlar düpedüz ateşle oynuyor. Vebali büyük.

Eskiler “hâlden anlamak” deyimini sık kullanırdı. Şimdilerde buna empati diyorlar. Tamam kelime yenilendi, yahut kadim bir anlayış yeni bir kelimeyle karşılandı da; sadece kendini iyileştirmek için olumsuzluklardan kaçınmayı dayatan “kişiselciler” empatiyi dayattığında apaçık çelişkiye sebep oluyorlar. Sırf “enerjisini bozuyor” diye olumsuz manzaralardan, haberlerden, imdatlardan “kendini arındırmış”, hayatını “kişiselleştirmiş” birisi için empati çabası yorgunluktan başka bir şey değil. Dar alanda muhafaza edilen bu tür tahammüller de uzun süre “empatik” düşünmeye izin vermez zaten. Bir telkinlik ömrü vardır.

Oysa felaketler, hakikat şuurunu canlı tutanların nutkunu dize getiriyor, terbiye ediyor. Hâlden anlama, başkasının hâli ile hâllenme, boşa kelam etmeme, laftan çok işe yönelme nasihatlerini hatırlatıyor. Acele beyandan kaçınmayı, serinkanlılığın önemini, görünenin ötesine dair rivayetlere bakıp hüküm vermek için hep erken olduğunu fark ettiriyor.

Fikirde, dilde ve idrakte kontrolünü kaybedenin bırakın insanlığa, kendine hayrı yok demektir. Hâlden anlamayanlarla, kontrolsüz gürültü ve infiallerle dolup taşan internet medyası (sosyal medya ve her türlü dijital haber alma organı buna dâhil) felaketleri daha da büyük felaketlere dönüştürüyor. Yetmiyormuş gibi sabahtan akşama kadar karşıtların düellosuyla gürültü de kaos da artıyor. Güç savaşları esnasında hâlden de anlamadan da bihaber kitlelerin seviyesizleşen ifadelerine maruz kalıyoruz. Zaten uzun süredir biliyoruz; kışkırtıcı, karıştırıcı dijital meydan, kötülüğün kontrolünde ve “er meydanı” değil.

Onca felaket yaşanırken “yorumcuları” mı düşüneceğiz, diyebilirsiniz. Farkında ya da değiliz belki ama bu sözlü ve yazılı vandallık felaketler karşısında birçok insanı güçsüz bırakıyor ve yanıltıcı rol üstleniyor; yardım ve çözüm yoluna taş koyuyor.

Yaşanan sel ve diğer tabii felaketlerdeki hata payımızı düşünüp bu hataları iyileştirmez ve felakete sebep olan yapılaşma adına çözüm üretmezsek günü bile kurtaramayacak hâle geliriz. Çarpık yapılaşmanın devam etmemesi, felaketlerde en azından can kaybı yaşanmaması için yörelerin büyüklerine ve akillerine sorulsa bile ev yapmak için doğru yerin neresi olduğunu yetkililere gösterebilir. Fakat diğer taraftan, “kişiselleşmiş” hayatlarının cilasını göz alıcı parlaklığıyla el alemle paylaşma yarışına giren fenomenlerin iş provokasyona geldiğinde sahte empati üretip işi ters yola sokmalarının fedakârlık ve hakkaniyet olarak yorumlanması çarpıklığı nasıl izah edilir ve bu iş nasıl düzelir?

Şunu bilmekte fayda var: Felaketten felaket türetmek hâlden anlamak değildir, bilmek hiç değildir.

***

Künye: Hâl, bir şeyin içinde bulunduğu şartların ve niteliklerin bütünü, durum; davranış, tutum, tavır; geçmiş ile gelecek arasındaki içinde bulunulan, yaşanmakta olan zaman; güç, kuvvet, tâkat, mecal; kulun gayreti ve kastı olmadan sırf Allah’ın bir lutfu olarak kalbe gelen mânâ, feyiz, bunun dervişe geçici olarak verdiği coşkunluk ve cezbe anlamlarına gelir (Kubbealtı Lügati).