Hâl
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
"De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilemez." (Neml: 65)
Öyle şeyler
yaşanıyor ki hakkında birkaç söz etmek isteseniz can yakmaktan, bigâne kalmaktan
çekiniyorsunuz; söylemişseniz de ifadeniz imtihan sebebi olabiliyor. İfayı
aşıyor artık sözün ağırlığı. Üstelik gürültü de çok fazla. Neredeyse herkesin
sözü ortada. Etrafa kulak kabarttığınızda iyisi de kötüsü de sizi gelip buluyor.
Kaçacak yer yok.
Olay yeri,
afet gölgesi, felaket mahallinde değilseniz, keseceğiniz ahkâmlar lafügüzaf bendine
takılabilir. Ataların dediğini video ve fotoğraflar değiştiremiyor: Ateş
düştüğü yeri yakıyor ve nitekim bu hüküm yangınlarla, sellerle, en somut
hâliyle dimdik karşımızda.
Felaket
bölgesinden uzakta olanın felaketle bağını kuran şey haber akışı. Bu akışla
yetinmek, maddi manevi destek olmaya çaba göstermek yerine, dedikoduyla haber alma
mecralarını oyalayanlarla gerçekçilikten müspet ve menfi uzaklaşanlar düpedüz ateşle
oynuyor. Vebali büyük.
Eskiler “hâlden
anlamak” deyimini sık kullanırdı. Şimdilerde buna empati diyorlar. Tamam
kelime yenilendi, yahut kadim bir anlayış yeni bir kelimeyle karşılandı da; sadece
kendini iyileştirmek için olumsuzluklardan kaçınmayı dayatan “kişiselciler”
empatiyi dayattığında apaçık çelişkiye sebep oluyorlar. Sırf “enerjisini
bozuyor” diye olumsuz manzaralardan, haberlerden, imdatlardan “kendini arındırmış”,
hayatını “kişiselleştirmiş” birisi için empati çabası yorgunluktan başka bir
şey değil. Dar alanda muhafaza edilen bu tür tahammüller de uzun süre “empatik”
düşünmeye izin vermez zaten. Bir telkinlik ömrü vardır.
Oysa felaketler,
hakikat şuurunu canlı tutanların nutkunu dize getiriyor, terbiye ediyor. Hâlden
anlama, başkasının hâli ile hâllenme, boşa kelam etmeme, laftan çok işe yönelme
nasihatlerini hatırlatıyor. Acele beyandan kaçınmayı, serinkanlılığın önemini,
görünenin ötesine dair rivayetlere bakıp hüküm vermek için hep erken olduğunu
fark ettiriyor.
Fikirde,
dilde ve idrakte kontrolünü kaybedenin bırakın insanlığa, kendine hayrı yok
demektir. Hâlden anlamayanlarla, kontrolsüz gürültü ve infiallerle dolup taşan
internet medyası (sosyal medya ve her türlü dijital haber alma organı buna dâhil)
felaketleri daha da büyük felaketlere dönüştürüyor. Yetmiyormuş gibi sabahtan
akşama kadar karşıtların düellosuyla gürültü de kaos da artıyor. Güç savaşları
esnasında hâlden de anlamadan da bihaber kitlelerin seviyesizleşen ifadelerine
maruz kalıyoruz. Zaten uzun süredir biliyoruz; kışkırtıcı, karıştırıcı dijital meydan,
kötülüğün kontrolünde ve “er meydanı” değil.
Onca felaket
yaşanırken “yorumcuları” mı düşüneceğiz, diyebilirsiniz. Farkında ya da değiliz
belki ama bu sözlü ve yazılı vandallık felaketler karşısında birçok insanı
güçsüz bırakıyor ve yanıltıcı rol üstleniyor; yardım ve çözüm yoluna taş
koyuyor.
Yaşanan sel ve
diğer tabii felaketlerdeki hata payımızı düşünüp bu hataları iyileştirmez ve felakete
sebep olan yapılaşma adına çözüm üretmezsek günü bile kurtaramayacak hâle
geliriz. Çarpık yapılaşmanın devam etmemesi, felaketlerde en azından can kaybı
yaşanmaması için yörelerin büyüklerine ve akillerine sorulsa bile ev yapmak
için doğru yerin neresi olduğunu yetkililere gösterebilir. Fakat diğer
taraftan, “kişiselleşmiş” hayatlarının cilasını göz alıcı parlaklığıyla el alemle
paylaşma yarışına giren fenomenlerin iş provokasyona geldiğinde sahte empati üretip
işi ters yola sokmalarının fedakârlık ve hakkaniyet olarak yorumlanması çarpıklığı
nasıl izah edilir ve bu iş nasıl düzelir?
Şunu bilmekte
fayda var: Felaketten felaket türetmek hâlden anlamak değildir, bilmek hiç
değildir.
***
Künye: Hâl, bir şeyin içinde
bulunduğu şartların ve niteliklerin bütünü, durum; davranış, tutum, tavır; geçmiş
ile gelecek arasındaki içinde bulunulan, yaşanmakta olan zaman; güç, kuvvet,
tâkat, mecal; kulun gayreti ve kastı olmadan sırf Allah’ın bir lutfu olarak
kalbe gelen mânâ, feyiz, bunun dervişe geçici olarak verdiği coşkunluk ve cezbe
anlamlarına gelir (Kubbealtı Lügati).