Hayat Fonu İnşası

Görebildiklerimiz, duyabildiklerimiz, dokunabildiklerimiz ve kalbimizin penceresine dolanlar aşinası olduklarımız. Diğerleri ise yabancı... Görüş alanımızın sona erdiği her yer, ırağımızda ve tam anlamıyla muamma. Hakkında söylentilerin çoğaldığı, ancak doğrunun tespitinin güçleştiği her mesele muğlâk makamında. Şahit olmadığımız, ama kesin delillerle ortaya konmuş her netice, “gerçek” bilgi. Gözlerimizin şahit oldukları ise şüphesiz kendimizce en sahih olanlar...

Bizi maddeyle donanmış, maddeye tamahkârlığı artmış olan dünya mı bu hâle getirdi?

Aslında bundan fazlası var. İnsan yaradılışı gereği duyularıyla algılıyor dünyayı ve neyle muhatapsa onunla şekilleniyor. Görünenden, duyulandan ve bilinenden ötesi olduğunu kabullenmemek eğilimi, asıl sebebinden uzaklaşmış madde algısının yaygınlaşması yüzünden.

Ondandır ki görmedikçe, “aklımız”a yatmadıkça inanmaz olduk. Ama akıl ve gözlem işbirliği, baktığımızı asliyetine göre yorumlamaya yetmiyor. Birikime, tecrübeye ve kalbî niyete danışmak gerekiyor. Böylece daha başka yorumlar elde ediliyor ama yine asliyette birleşilmiyor. Demek ki insanın akıl ve kalp muhasebesi, sebep olduğu dünya hâllerini kritik etmeye, asliyet ve ilahî düstur üzerinden başka insanlarla aynı kanaate erişmeye yetmiyor artık. Çünkü her türlü bölünme, birleşmeden çok daha hızlı.

Kuytularda bilmedik, anlamadık bir şey kalmamasına çabalarken; muğlâklığın, muammanın ve yabancılığın çağını yaşıyoruz. Ayyuka çıkan bilme ve gelişme hırsı, yok etmeyi sürüklüyor peşinden. Bütün gelişmeler artık eninde sonunda yok etmeye odaklanıyor.

Teknolojinin gücünü ortaya koyan en ikna edici tarafı, en çabuk ve en fazla yok edebilir olma özelliği. Bir tıkla dünyayı değiştirme hayalinin peşinde insanlık. Hiç şüphesiz değiştirmek için bir öncekini yok ederek!..

İnşa çağındayız, ama aynı zamanda yıkım çağını yaşıyoruz.

İnşa edilen yeni insan profili tüketim bağımlısı. Tüketmek, dünyayı azaltmak, sömürmek demek. Tüketmenin tek standardı var. Her seferinde daha fazla tüketmek. Standardı “aşağıya” çekmemek, olanı devamlı artırmak için “sömürülerek aşağılanan” dünyayı görmezden gelmeniz gerekiyor. Zira ona ihtiyacınız yok,  kendi dünyanızı inşa etmek için her şey mevcut.

Bu kadar keskin yüzleşildiğinde can yakıyor bu manzara. Kendimizi kaptırdığımız bu sığ bakış ve yağmacılık nasıl yerleşti dünyamıza; ya da birbirimize nasıl bu kadar yaklaştık?

Bir sohbette söylenmişti; bebeklikten itibaren insanın etrafındaki her şey belleğini biçimlendirir diye. Yani yalnızca oyuncakları değil, oyuncaklarının üzerinde durduğu halının deseni bile buna dâhildi. Kıyafetlerindeki işlemeler, figürler… evde aslı tablolar… biblolar… diş kaşıyıcısının şekli… ayakkabısının renkleri… ebeveynin giydikleri, yedikleri, konuştukları, görüştükleri, izledikleri… Daha belleği kontrollü olarak biçimlendiren görsel TV ve internetin görsel sunumlarına sıra gelmeden üstelik.

Mimari olarak kiliseleri camilerden daha estetik, üstelik mabed havasında bulan ve Müslüman olduğunu bildiğim birileriyle karşılaştığımda “Neden?” sorusuna, “Bilmiyorum.” cevabını verdiklerini gördüm. Bunun belki de yalnızca, üzerinde oynadığı barok-rokoko ya da farklı türden Batılı desenlerle döşeli halıdan kaynaklanabileceğini düşünmek o zaman için zordu. Çünkü ilk önce çizgi film-animasyon, çocuk sineması kaynaklı zerk ediliş olabileceği geliyor akla.

Elbette muhatabı olduğumuz her türlü varlığın bilincimizde bir karşılığı var. Göze ve gönle hoş gelenler ancak, biçimlenmiş şuur, şuur altı ve kalp işbirliğiyle kabul görüyor.

Bu tüketim salgınında tükettiklerimizin hayatımızdaki yansımalardan ve bir zaman sonra yansıyacaklarından olduğu gerçeğinin o kadar da farkında değiliz. Oysaki tamamen tükettiklerimizle biçimlendiriliyoruz.

Peygamberimiz (sav), “Çocuklarınızı Peygamber'inize, Ehl-i beyt'ine ve Kur'an okumaya muhabbet gibi üç hasletle terbiye ediniz.” (Câmiü's-sağir) diyor. Çocukların belleğine büyük kısmını dolduran etrafını donattıklarımız ise bu üç haslete ne kadar yer bıraktığımız sorusunu sık sık sormamız gerekiyor kendimize.

Evlerimizin duvarlarında bir besmele, sure ya da bir hadis-i şerif levhası bulunması o kadar da zor değil. Fazla iddialı olması da gerekmiyor. Belki bu levhalar bir süredir yaygınlaştı ama çocuk odalarında görünür şekilde karşılaşamıyorsunuz. Kuran-ı Kerimler kılıflanmış hâlde duruyor komodin'in üstünde. Zaten bir çocuk kitaplığında Kuran-ı Kerim bulmak pek kolay olmuyor. Genellikle ulaşılamayan yerlerde duruyor. Çocuk Kur'an-ı Kerim'i hayatın içinde konumlandırmakta zorlanıyor. Sanki iki ayrı dünyada yaşıyor. Kendisine özel yazılmış kitaplara bir başına terk ediliyor genelde. Büyüklerin dilinden yazılmış dinî kitapları, sahabe hayatlarını, velilerin ve evliyaların kıssalarını şerh ederek çocuklarına okuyanlar da neredeyse yok. Başka bir terminolojiyle hatta başka dilde yazılmış, bambaşka bir âleme terk ediliyor çocuk.

Zira çoğumuz, İslam'la ev hayatını dahi dizayn edememiş Müslümanlarız. Aslında bunun için hiçbir engel yok, bizi bundan alıkoyan da yok. Olsa olsa, aile içi eğitimde özü yaşamak için fikir geliştirmek ve çabalamak noktasında gayretsiziz.

Çünkü güzel hasletler ve gayretler de teknolojinin yok ettiklerinden. Yeniden inşası da giderek zorlaşıyor. Çoğaltılmış, kopyalanmış ve bize tek tip tercihten başka seçenek bırakmamış olsalar da kendimize has olanı, ideal meşrebi ve tavsiye edilen hasletleri çağıracak bir hayat fonu inşa etme tercihimiz hâlâ saklıdır, pekâlâ mümkündür ve şu saatten sonra sokakta ihtiyaç duyduğumuz ideal tertip için mecburidir.

Öyle ya; bozulan meşrepleri ya da toplumları tek tıkla düzeltecek bir teknolojiyle henüz tanışmadık ve tanışacakmışız gibi de görünmüyor.