Hazire

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

Suriçi İstanbul, vaktiyle külliyeler şehriydi.

İlk hali gibi olmasa da bunca betonarme ilçe/semt arasında halen benzersiz olan bir külliyeler şehri. Tanık olduğu bütün kıyımlara ve eksilmişliğine rağmen halen en Osmanlı şehir.

Osmanlı İstanbul'unda, külliyeler birbirine bitişik olduğundan tepeden bakınca kesintisiz kubbe nehirleriyle sarılmış gibi duruyordu Suriçi. Cumhuriyet İstanbul'unda geniş bulvarlarla ve birbirinden farklı beton evlerle ayrılmış kubbe öbekleri oluştu.

Külliyelerin her biri bir mahalle miktarı insana yetecek düzenekler içerir. Caminin etrafını saran birimler, önce ilim irfan kuşanan medrese ve kütüphaneyle çerçevelenir. Hamam ve bedesten gibi kısımlar ise camiler gibi herkese açık alanlardır. Bütün bu yapılar birbirlerine avlu duvarlarıyla tutunurlar. Ancak kıyıcı “şehirleşme” atakları, bu birimlerin hayatta/ayakta kalanlarını artık birer müstakil yapı olarak algılamamıza yol açıyor. Yapı aidiyetlerini anlamak için yazılı kaynaklara başvurmanız gerekiyor.

Bir de hazireler var tabii… Ve bu ayrışmadan en çok zarar görenler de onlar oldu hep.

Hazireyi kabristandan farklı kılan, daha küçük ve dinî yapılara (cami, tekke, türbe, medrese) komşu oluşuydu. Yapılış amacı üzerinden halka açık bir defin imkânı vermiyor, devlet erkânı ve ulema başta olmak üzere, devrin ileri gelenleri ve bitiştiği dinî yapıdaki vazifeliler defnedilebiliyordu. Taşlardaki detaylar, kişinin toplumdaki statüsünü ve mesleğini vurguluyordu.

Eyüp'ten başlayıp Gülhane'ye, sokakları külliyelere çıkan dolambaçlı bir yürüyüş yapsanız, en sık karşılaştığınız tarihî yapılar, eski kabir taşları/hazirelerdir. Hatta yol köşelerinde, iki bina arasına sıkışmış medrese kalıntısı eski taş duvarların ardında, bir evin arka bahçesinde, bir ya da birkaç metrekarelik güneşsiz avlularda, hazire kalıntısı tek tük kabirler bulunabilir.

Külliyelerin vaktiyle ciddi birer hazire alanı mevcuttu. Ne zamanki araziler sistem değişikliğinin ardından devlet ve halk arasında bölüşüldü, bundan en çok zarar gören başta hazireler olmak üzere külliye unsurları oldu. Bazılarının medrese yapılarından eser kalmadı. Cumhuriyet'le birlikte hazireler tamamen atıl kaldı ve kendi haline terk edildi. Defin yapılmadığı gibi alanları daraldıkça daraldı, üstüne bina yapılarak ve yol geçirilerek irili ufaklı birçokları yok oldu.

Hazirelerden geriye tek tük kalmış eski kabir taşlarından anlar olduk genişçe bir devamının olabildiğini. Ya da eski fotoğraflardan… Tarihî bir mahalle camiinin önünden geçen yolun karşısında kalmış ve başka bir sokakla ikiye bölünmüş kabir taşları, ne kadarının yok edildiğinden haber vermeye yetiyor. Bazı kabirler tek başına direniyor. Şöyle bir etrafını incelediğinizde, günümüze ulaşmamış bir tekke haziresinden ya da medreseden hatta camiden kaldığını çıkarabiliyorsunuz.

1980'lerde Türkiye gelmiş geçmiş en büyük tarihî eser kaçakçılıklarına sahne olurken, yerine evler ve yollar kondurulurken hazirelerden sökülmüş kabir taşları da epeyce yurtdışına pazarlandı maalesef. Tarihçelerin yazamadığı nice şahsiyetlerden koptuğumuz gibi, o yapıları bekleyen şahsiyetlere ve ruhaniyetlerine de saygısızlık ediyorduk. Hem tarihimizden vazgeçiyor, hem de manevi dayanaklarımızı azaltıyorduk.

Öyle ya da böyle hayatta/ayakta kalmış olanlar, Fatih, Vefa, Eyüp, Kocamustafapaşa, Küçükmustafapaşa, Fener, Çarşamba, Sultanahmet, Divanyolu, Kadırga, Üsküdar ve Anadolu'da; cami, tekke, medrese, türbe etrafını süslemeye devam ediyor.

Hazireler sokaklarımızı süslüyor, çünkü ölümü en huzurlu haliyle hatırlatıyorlar. Üzerinde serçeler gezinen süslü kabir taşlarını, güller ve serviler eşliğinde seyretme imkânı verir. Bitki ve hayvanlarla şenlenmiş gönlün gamını seyrelten bir köşe oluşu, hayatın ölümle yan yana yürüyüşüne dair en nefis performanslarından biridir. Bugünün insanına, geçmişin az debdebeli ve huzurlu çağlarından bir sayfa taşır. Onun için hazireleri seyreylemek iyi gelir.

Eyüp Sultan Türbesi ve Fatih Camii hazirelerinin, şifalandıran bir sergi görmek isteyenler için ilk gidilesi yerlerden olduğunu da söylemeden geçmeyelim.

***

Künye: Hazire, Arapça kökenli bir kelimedir. Cami, türbe ve tekke bahçelerinde etrafı parmaklık veya duvarla çevrili kabristan demektir. (Kubbealtı Lugatı)