31 Temmuz 2015

HDP'nin fırsatlar karşısındaki iflah olmaz halleri...

28 Mayıs tarihinde yazdığım 'HDP sonuca hazır mı?' başlıklı yazımı Yeni söz 'HDP tasfiye edilecek' başlığıyla manşete taşımıştı. Doğrusu beğenmemiştim başlığı. Çünkü kastım o değildi ve yazımda herhangi bir tasfiyeden de bahsetmemiştim. Dikkat çekmeye çalıştığım, HDP'nin Türkiyelileşme projesinin 'doğru' fakat 'erken' olduğu ve bu nedenle HDP'nin özellikle Kürt illerinde ciddi bir oy kaybına neden olacağıydı.  Tabii ki sonucu görecek olan Öcalan'ın, bunun sorumlularından kendi metotlarıyla hesap soracağını da öngörüyordu yazım.

O okumalarımda yanıldım. En başta da HDP'nin oy oranıyla ilgili olarak. Oy kaybından vazgeçtik, HDP, Kürt illerinde inanılmaz bir artış sağladı. Birçok insanın aklının ucundan geçirmeyeceği oranda oy alıp, 80 vekil çıkardı.

Benim Türkiyelileşme ile ilgili gördüğüm eksiklikleri Kürtler eksiklik olarak görmemişti demek ki. Hiç kibir yapmadan seçim akşamının ilk saatlerinde dahi, çözüm süreci merkezli değerlendirdiğimde sonucun pekte kötü olmadığını düşünüyordum. İtiraf edeyim, HDP ile koalisyonu, AK Parti tabanın ağırlıklı tercihi olan MHP ile koalisyondan daha yararlı ve tercih edilmesi gereken bir model olarak da görüyordum (11.06.2015, Seçim sonuçlarına dair ilk kelamlar).

Aralarında demokratik sürdürülebilirlilik açısından birbirini kontrol edecek doğru bir mekanizma oluşturabilirlerse ülke için en ideal koalisyonu yaratabilirdi bu sonuç. Çünkü başta çözüm sürecinin başarıyla tamamlanması olmak üzere, yeni anayasa, siyasi partiler yasası gibi temel konularda beklenti ve istekleri açısından bir CHP ve MHP'den çok daha fazla birbirlerine benziyordu AK Parti ve HDP.

Seçim sonucuna dair beni yanıltan HDP, ilerleyen günlerde yazımdaki kaygılarımı haklı çıkarırcasına bir tavır içine girdi maalesef. Tahmin ettiğim gibi Kürtlerin ve Türk sosyalist hareketin tarihinde gördüğü en büyük fırsatı kullanma konusunda arıza çıkarmaya başladı. Hiç anlamı yokken, daha işin başında AK Parti ile bir koalisyonda olmayacaklarını söylüyorlardı.

Bir Türkiye partisi olabilmesi konusunda taşıdığım soru işaretlerime uygun 'gurur' yapmaya, kendilerine oy verenlerinin hevesini kursağında bırakacak denli şımarıkça tavırlar sergilemekte bir beis görmüyorlardı.

Oysa bu ülkenin en can alıcı problemlerinin çözümünde, demokratikleşme çabalarının ileriye taşınmasında iz bırakabilecekleri bir şansı çıkarmıştı hayat HDP'nin önüne. Ama onlar kendilerini kaale almayan, 'PKK'nin siyasi acentesi' olarak suçlayan MHP'yle dahi bir koalisyon yapabileceklerini ama 'AK Parti ile asla' demekte ısrar etmeyi politik taktik sayıyorlardı. Bir süre sonra da ağız değiştirip AK Parti+CHP koalisyonunu işaret etmeye başladılar.

Sonrası malum.  Kazayla bir fazla vekil çıkarmış olsalar ısrarla olmasını istedikleri AK Parti-CHP koalisyonunda Ana Muhalefet partisi olacak HDP, sivil siyasete hiç hazır olmadığını gösterircesine garipliklere devam etti. Kandil ve silah ile arasına vicdani ve adaletli bir çizgi çizemediği gibi zaman zaman kabul edilmesi zor bir pervasızlıkla sokağı, şiddeti, silahı tercih imali açıklamalar yaptı.

Her şerde bir hayır vardır misali, Suruç'ta gerçekleşen katliamın ardından PKK'nın, bir zamanlar derin devletin işlediği metotlarla cinayetler işlemeye başlaması bile aslında HDP'ye PKK'ya karşı bir duruş sergilemesi için bir fırsattı. Yapacakları tek şey, bu ülkede şiddet ile bir şeyleri çözme devrinin artık kapandığını ve şiddetin nereden gelirse gelsin her türlüsüne karşı olduklarını samimi bir dille ifade etmeleri olacaktı.

Böylece hem seçimden bu yana yaptıkları sivil siyasete uygun olmayan açıklamalar hem de 6-7 Ekim olaylarında yaşanan günahları unutturabilecek, yeni bir sayfa açabileceklerdi Türkiye'nin gündeminde. Hiç kuşku yok ki böyle bir çıkış, ülkenin bütün partileri, sivil kuruluşları, halkları tarafından takdirle de karşılanacak, HDP'yi dağdan gelecek tehditlere karşı koruma sorumluğunu dahi doğurabilecekti. Hem bundan daha iyi Türkiyelileşme fırsatı olabilir miydi? Üstelik sivil siyaset yapma konusundaki rüştünü de ispatlamış olacaktı.

Ama olmadı bu fırsatı da kaçırdı HDP. Kontrolü dışında veya bilerek Kandil'den bağımsız düşünme ve davranma yetisini bir kez daha gösteremedi. Hemen hemen her gün bir polis, asker ve sivilin 90'lı yılların karanlık yöntemleriyle öldürülmesi karşısında dahi net bir tavır gösteremedi.

Sonunda olması gerektiği gibi Türkiye sessizliğini bozup, DEAŞ ve PKK'ya yönelik hava operasyonlarını başlattı.  Ağzından barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük kavramlarını düşürmeyen HDP, operasyonların başlamasından birkaç gün sonra ancak bir açıklama yapabildi. Dağ bir kez daha fare doğurmuş, HDP bir fırsatı daha kaçırmıştı. Çünkü 'şimdi barış mücadelesine sahip çıkma zamanıdır' derken bile barışı sabote edecek eylem ve tercihlerde ısrarcı olanının kendileri olduğunu ispatlarcasına tavırlar sergiliyordu vekilleri.

Koca açıklamada ne kendi savaşçı söylemlerine ne PKK'nın ahlaksız cinayetlerine dönük bir tek özeleştiri yapmadan, klasik siyasetçi yalanlarıyla, ortadaki yanlışın bütün günahını Erdoğan'a ve AK Partiye yüklüyorlardı. Gerçekte gerçekle alakası olmayan inanılması zor ve yalan oldukları küçük bir karşılaştırma yapıldığında dahi ortaya çıkacak suçlamaları ardı ardına dizmekten rahatsız değillerdi.

Bütün sözlerini kurnazca, toplumda karşılığı yüksek Erdoğan nefreti üzerine kurgulamışlar ve Erdoğan'ın Türkiye-Ortadoğu politikaları yüzünden toplumdaki barış, çözüm ve huzur beklentilerine ağır darbe vurulacağını söylüyorlardı.

HDP'ye göre yaşanan bütün şiddetin sebebi, PKK'nın ölçüsüz bir şımarıklıkla Türkiye'nin iç ve dış politikasını  dizayn etmeye çalışması değil de Erdoğan'ın Türkiye'yi "tek adam" olarak yönetme hayaliydi. Operasyonlar, polis, asker, sivil ölümleri, korkuların hedefi, Erdoğan'a eski gücünü geri verecek bir yeniden seçimin kurgusu içindi.

Anlayacağımız beklenen açıklamada HDP, Erdoğan'ın koalisyon kurulmasını imkânsızlaştırarak, seçim yenileninceye kadar tek başına iktidarda kalmak istemesi üzerinden derin bir algı operasyonuna soyunmayı şiddete karşı samimi bir tavır göstermeye tercih etmişti bir kez daha.

Ne derse desin, olup bitenlerin özeti, seksen vekille sivil siyasette çok önemli işler başarabilme şansı yakalamış bir parti olarak HDP, bu gücünü siyasette kurumsallaşmak ve Türkiye halklarına güven veren bir parti olmak yerine kendisini karanlık bir yola itiyor olmasıdır.

Hayatın ardı ardına önüne çıkardığı fırsatları her defasında elinin tersiyle itecek kadar kendinde değil HDP. Memleketin gündemine dair yaptığı kıyafetsiz açıklamalarla herkesi 'pes' demekten kendisini alamayacağı bir mecraya doğru doludizgin gidiyor. Yeni Söz yönetiminin o gün için doğru bulmadığım başlığını gerçekleştirircesine kendini tasfiye etmek için çabalıyor gibi. Her şeyin birbiriyle ilişkili olduğu bir hayatta HDP'nin bu iflah olmaz tavırlarının da hepimizin kaderini olumsuz etkileyeceğini düşündüğümde kocaman bir 'yazık' demekten kendimi alamıyorum.