Helalleşmek

 

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

Boğazı düğümleyen, kalbi ağrıtan gecikmelerden payını almayan var mıdır? Allah'ın öyle yarattığı saadetli kulları da vardır elbet. Bilmediğimiz bir köşede birikmeye devam eden, küçük pencereli, daim huzurlu hayatlar kendilerini ötede beride ifşa etmediğinden belki, görene malum olanın parmakla göstereceği kadar azdır.

Gönlünü ağrıtan yükü olmayanlar, esaretteyken bile özgür. El-âlemden arta kalan ihanetleri biriktiren yahut vesileleri ve sebepleri unutan veya emanetin iadesinde ihmal/atalet setini aşamayanlar ise tutsak… İnsandan azade kalamayan insan, bu tabii ve mecburi bağlar içinde kendini en çok da böyle hapsediyor. Alınmamış selamların, köprüleri havaya uçuran büyük sözlerin, vefasızlığın, habersiz aşırmaların anlayışsız gardiyanlığında duvarları devamlı yükselen ve kalınlaşan bir dünya kuruyor kendine.

Beyin çok güçlü bir mekanizma. Öyle ki sırları hâlâ tam tekmil anlaşılamadı. İnsan, kendi kapasitesini anlamada dahi aciz. Bugünkü dünyanın yöneticileri ise belli noktalarda sınırsızlığı keşfedilen beyin fonksiyonlarını hedef alan bir teknolojiyle “terbiye” ediyor bizi. Evet, bazı kötü alışkanlıklar edinmede, olumsuz davranışların yerleşmesinde, şiddetin artışında, kendinden ve dünyaya yapıp ettiklerinden habersiz insan profilinin yaygınlaşmasında bu tasarılar büyük rol oynuyor. Ancak insanın güdümlü terbiye araçlarına bu denli kendini bırakmadan bir huzur arayışına girişmesi -zor da olsa- ne kadar zararda olursa olsun mümkün. Bu arayışların eşliğinde hatırlanan kalbî düşünüşün ve insanlarla dilden önce hâl üzerinden bağ kurabilen gönlün keşfi de mümkün…

Zihnî potansiyel, mantık ve hayatta kalma çabamız kitaplardaki satırlar kadar somur ve gerçek. Kalbimiz, gönül yürüyüşümüz, insafımız, manevi bağlarımız, idrakimiz, tekâmülümüz ve arayışlarımız da satırların aralarına sızan ikinci mana kadar görünmez ve soyut. Belki yalnızca kendimizin bileceği, belki de kendimizin bile bilmeye gücünün yetmeyeceği, hâlden anlayanın, hâli tanıyanın keşfine muhtaç kalbî kimliğimizin semeresi, özgürlüğümüzü ya da mahkûmiyetimizi veriyor elimize.

Özgürlük hissi huzurdan bir cüz gibi… hafifleten, ferahlatan,  var oluşu anlamlı eyleyen bir hâl. Bu bir standardın adı değil, sizi bir sınıfa dâhil etmiyor, dünyanın önemli bir parçası yapmıyor, fakat iç huzurunu bütünlemiş bir insanı, menfi düzenekten ayırıp müspet yaşama ve ifade gayretine taşıyor. İyileşmeyle gelen iyileştirme hevesini uyandırıyor.

Allah'ın kullarını bazı önemli farzlardan önce kul hakkıyla sınaması, üzerinizde hakkı olan varsa helalleşmeyi emretmesi, kimi helalleşmelerin dahi kişinin uğradığı haksızlığa göre Allah'ın kabulüne muhtaç olduğu ilahî kaidelerde sık sık karşımıza çıkar. “Kul hakkı” prensibi, hak alış verişlerinin görünen kısmında zihnî tereddütleri bertaraf etmeye, fitneyi azaltmaya yararken; görünmeyen kısmı kalbî rahatlamaya, huzura, dünya saadetine karşılık geliyor.

Sabahın ilk ışıklarından, gece istirahata çekilinceye kadar muhatap olduğumuz ne kadar insan, hayvan ve bitkiden müteşekkil hayat taşıyan varlık varsa hepsiyle bir hak alışverişimizin olması kaçınılmaz. Her gün kendimizi muhasebe edeceğimiz başlıca meselemiz bu yüzden.

Bir yandan da helalleşmeyi hatırlatan herkese gönül borcumuz var. Bundan kaçınanlara diyecek sözümüz yok ki bu bizim göreceğimiz bir hesap değil. Bildiğimiz bilmediğimiz ne kadar ihmale gelmiş hak iadelerimiz olduğu da Yaradan'ın bilgisinde.

 Tam burası işte; bütün acizliğimizle korku ile ümidin arafında olmak...

Her gün anlatılan, alıntılanan, kulaktan kulağa taşınan, görüntülenen, yazılan, çizilene dair; bunca çılgın, elim, akıl almaz, bunaltıcı, içimizi çürüten, insanlığımızı sorgulatan şahitliğimizle kalakalışımız... Hepsini düşününce, kitlesel infiallerin şahsi hesaplaşmaları bile aşan yutucu dalgalarında kaybolup gidiyor insan.

Ama inşa önce en yakından başlamalı değil mi?

Yardıma en yakındakinden ve en ihtiyacı olandan başlamalı, ilkesine uyarak önce kendimize hayrımız dokunsa, hesaplaşmaları en aza indirsek, kürreden zerreye zerreden kürreye üstümüzde hakkı olan kim/ne varsa, elimiz yettiğince dilimiz döndüğünce teslim etsek…

Tam burası işte; bütün taarruzlara rağmen galibiyetin başucunda durmak.

***

Künye: Helalleşmek, mastar olup karşılıklı olarak haklarını birbirine bağışlamak, helâl etmek, demektir. (Kubbealtı Lugatı)