Her anı hayatın bize bir rûz-i cezadır yahut Sentez Tasavvuru
“Müslüman unsuru gayet geri, gayet cahil. Acaba meyl-i teâlî ne demek onlarca? "Böyle gördük dedemizden!" sesi milyonlarca Kafadan aynı tehevvürle bakarsın, çıkıyor! Arş-ı âmâli bu ses ta temelinden yıkıyor. Mehmet Akif”
Nurettin Topçu, medeniyet muallimle kuruldu (Türkiye’nin Maarif Davası, s. 53)
derken Erol Güngör, “Medeniyeti
politikacılar meydana getirmez. Medeniyet âlimler ve sanatkârların işidir. Yeni
bir İslam medeniyeti elbette ilim, fikir ve sanat eseri meydana getirenlerin
omuzlarında yükselecektir. Eğer onların gayretleriyle Müslümanlar arasında bir
silkinme ve kalkınma olursa siyasi hedefler kendiliğinden gelecektir.
(İslam’ın Bugünkü Meseleleri, s. 242) demişti. Bu sözlere muhatap toplum/millet
mazisinde, medeniyetin farklı coğrafyalarda kurulmasında mümessil bir ecdadın
çocukları idiler. Gözlerini açtıkları dünyada o mazinin izlerini görüyorlar
lakin kendi hallerine bakınca o ecdada müntesip olmayı bile tahayyül edemez istidatsız
hallerine şaşıyorlardı. Yanı başında yaşadıkları mimari harikaların bir
zamanlar kendileri gibi olan insanlardan yadigâr olduğuna o kadar inanamadıklar
ki bazıları onları inkâra saplanırken bazıları da o masallar dünyasında avunup
hayata dönmemeyi seçtiler. Bu ikili ayrım hususen Tanzimat sonrası olarak
nitelenen devir ve devamında ve hala hayatımızı bir tez ve anti tez çekişmesi
içinde yozlaştırıp yormaya devam ediyor. Bugün anti tez aşamasının galebe
çaldığı devrede olduğumuzu buna karşı tez sahiplerinin yeniden yükselme gayreti
ve çekişmesi arasında beklenen medeniyet çerçevesini sağlayacak olan sentez
aşamasının henüz çok uzaklarında dolaşmaya devam ediyoruz. Radikalinden
ılımlısına kadar tüm renkler bu ikili gerilim içinde bir kısır döngüye
kapıldıklarının farkındalar mı bilmiyoruz? Sentez mi belki Z kuşağı denen
evladı vatanla mümkün belki de sonrası… Türklerin birkaç asırdır bu sentez
uğruna tez-antitez geriliminden git-geller yaşadığını fark etmesi bile gelecek
adına bir ümit olacaktır.
İşte bu inişli çıkışlı vaziyet ve
ortam medeni varlığımızı tehdit eden bir takım meselelerin oluşmasına yol açtı
ve açıyor: Bunlardan ilk bahsedilebilecek olanı İslam Dünyasının genelinde
görülen bir yeis ve umutsuzluk
havasının toplumda yaygınlaşması halidir. Bu hal toplumun medeni bir varlık
olarak hareket ederek ortaya çıkaracaklarını psikolojik yönden etkilediği/baskıladığı
gibi bilkuvvelerin bilfiile dönüşmesi önünde de engel oluşturuyor. Bu adeta çok
verimli sulak arazilerin işlenmeden atıl kalması hali gibi bir durumu tevlit
ediyor. İşte bu karamsar havada herkes kendi yolunu bulmaya çalışırken ikinci
bir hususun da zuhuru gözleniyor. Bu da doğruluk
ve samimiyet gibi ilkelerin Müslümanların hayatından siyasi ve sosyal
hayatta nedret arz eder bir duruma düşmesidir. Bu adeta verimli topraklara
dadanan zararlı kimyasallar gibi toplumu ve hayatı gerileten bir durumu söz
konusu kılıyor. Kurnazlık ve riyakârlık kendi hükmünü kurarken umutsuzluk
karanlığında samimiyetsizlik çukurlarından çıkamayan bir hayat görüntüsü söz
konusu oluyor, bir hal oluşuyor. İşte toplumun bu yapısı üçüncü bir durumun
kendiliğinden oluşmasını sağlar görünüyor: Bu da Müslümanların tefrikaya düşüp dağınık, birbirine kin ve
düşmanlıkla bakan kardeşliğin berheva olduğu bir yapıda hayat sürmelerini
söz konusu kılıyor. Bu ortamdan medeni bir ferdiyet ve şahsiyetin yetişmesini
beklemek hamakat olacaktır. Bunların oluşturduğu ortamda dördüncü bir sukut
daha yaşanıyor ki bu hepsini daha da karanlıklaştıran bir hali oluşturuyor. Şahsi çıkar peşine düşmek bu ortamın
adeta alamet-i farikası gibi oluyor. Bu sebeple toplum ve onun zemininde
yükselen devlet ve şehir gibi bütün medeniyet unsurları bu havadan zarar
görüyor. Dolayısıyla bu iklimden geçmişteki manidar medeni hayatın yeniden
tesisi hayli zorlaşıyor. İşte bu karamsar tabloya eklenen bir beşinci unsur
daha söz konusudur. Bu da emperyalizm ve
sömürgecilik merkezli yapıların işte bu bahsedilen ortamda kök salması,
hayata ve zihniyete hâkim olmasının içinden çıkılmaz görünen kısır döngüsü söze
başladığımız umutsuzluğu ve çözümsüz, değişemez ve doğrulmaz sanılan bir hayatı
ve inkisar ile bakılan bir geleceği ortaya çıkarıyor. Çıkar peşindeki umutsuz
kişilerden adam devşirmek zor olmasa gerek… Hayatta bırakın medeni seviyede işler
yapıp izler bırakmayı ibtida-i düzeyde bile bir takım hareketler bu cemiyetten
beklenemez oluyor. İşte bu sebeple sentez dediğimiz ve henüz tasavvuruna aşina
olup olamadığımız meçhul merhalede medeniyet adına mahut çelişkiler ve çekişmelerin
ötesinde bir dünyanın olduğunu hatırlamak için mazi bize faydalı olabilecektir.
Mehmet Akif merhum “Yarab bu
yüreklerdeki ses dinmeyecek mi? Senden daha bir emr-i sûkun inmeyecek mi?
Sendense eğer bunca çektiğimiz devâhi, Kimden kime feryad edelim söyle ilahi?
La yüs'ele binlerce sual olsa da kurban” “İnsan bu muammalarda dehşetle
nigehban… “Ey bunca zamandır bizi te'dib eden Allah “Ey âlem-i İslam'ı ezen,
inleten Allah! Çektirmediğin hangi, elem hangi ezadır?'' Her anı hayatın bize
bir rûz-i cezadır. Ecdadımızın kanları seller gibi akmış… Maksatları dininle
beraber yaşamakmış. Olmaz' mı bu millet daha te'yidine şayan? Hüsran yine bi
çarenin amalini sardı; Atisi nigahında karardıkça karardı.”,
mısraları ile benzer bir hali resmetmiyor mu?
Vesselam.