22 Mart 2022

​Her anı hayatın bize bir rûz-i cezadır yahut Sentez Tasavvuru

“Müslüman unsuru gayet geri, gayet cahil. Acaba meyl-i teâlî ne demek onlarca? "Böyle gördük dedemizden!" sesi milyonlarca Kafadan aynı tehevvürle bakarsın, çıkıyor! Arş-ı âmâli bu ses ta temelinden yıkıyor. Mehmet Akif

Nurettin Topçu, medeniyet muallimle kuruldu (Türkiye’nin Maarif Davası, s. 53) derken Erol Güngör, “Medeniyeti politikacılar meydana getirmez. Medeniyet âlimler ve sanatkârların işidir. Yeni bir İslam medeniyeti elbette ilim, fikir ve sanat eseri meydana getirenlerin omuzlarında yükselecektir. Eğer onların gayretleriyle Müslümanlar arasında bir silkinme ve kalkınma olursa siyasi hedefler kendiliğinden gelecektir. (İslam’ın Bugünkü Meseleleri, s. 242) demişti. Bu sözlere muhatap toplum/millet mazisinde, medeniyetin farklı coğrafyalarda kurulmasında mümessil bir ecdadın çocukları idiler. Gözlerini açtıkları dünyada o mazinin izlerini görüyorlar lakin kendi hallerine bakınca o ecdada müntesip olmayı bile tahayyül edemez istidatsız hallerine şaşıyorlardı. Yanı başında yaşadıkları mimari harikaların bir zamanlar kendileri gibi olan insanlardan yadigâr olduğuna o kadar inanamadıklar ki bazıları onları inkâra saplanırken bazıları da o masallar dünyasında avunup hayata dönmemeyi seçtiler. Bu ikili ayrım hususen Tanzimat sonrası olarak nitelenen devir ve devamında ve hala hayatımızı bir tez ve anti tez çekişmesi içinde yozlaştırıp yormaya devam ediyor. Bugün anti tez aşamasının galebe çaldığı devrede olduğumuzu buna karşı tez sahiplerinin yeniden yükselme gayreti ve çekişmesi arasında beklenen medeniyet çerçevesini sağlayacak olan sentez aşamasının henüz çok uzaklarında dolaşmaya devam ediyoruz. Radikalinden ılımlısına kadar tüm renkler bu ikili gerilim içinde bir kısır döngüye kapıldıklarının farkındalar mı bilmiyoruz? Sentez mi belki Z kuşağı denen evladı vatanla mümkün belki de sonrası… Türklerin birkaç asırdır bu sentez uğruna tez-antitez geriliminden git-geller yaşadığını fark etmesi bile gelecek adına bir ümit olacaktır.

İşte bu inişli çıkışlı vaziyet ve ortam medeni varlığımızı tehdit eden bir takım meselelerin oluşmasına yol açtı ve açıyor: Bunlardan ilk bahsedilebilecek olanı İslam Dünyasının genelinde görülen bir yeis ve umutsuzluk havasının toplumda yaygınlaşması halidir. Bu hal toplumun medeni bir varlık olarak hareket ederek ortaya çıkaracaklarını psikolojik yönden etkilediği/baskıladığı gibi bilkuvvelerin bilfiile dönüşmesi önünde de engel oluşturuyor. Bu adeta çok verimli sulak arazilerin işlenmeden atıl kalması hali gibi bir durumu tevlit ediyor. İşte bu karamsar havada herkes kendi yolunu bulmaya çalışırken ikinci bir hususun da zuhuru gözleniyor. Bu da doğruluk ve samimiyet gibi ilkelerin Müslümanların hayatından siyasi ve sosyal hayatta nedret arz eder bir duruma düşmesidir. Bu adeta verimli topraklara dadanan zararlı kimyasallar gibi toplumu ve hayatı gerileten bir durumu söz konusu kılıyor. Kurnazlık ve riyakârlık kendi hükmünü kurarken umutsuzluk karanlığında samimiyetsizlik çukurlarından çıkamayan bir hayat görüntüsü söz konusu oluyor, bir hal oluşuyor. İşte toplumun bu yapısı üçüncü bir durumun kendiliğinden oluşmasını sağlar görünüyor: Bu da Müslümanların tefrikaya düşüp dağınık, birbirine kin ve düşmanlıkla bakan kardeşliğin berheva olduğu bir yapıda hayat sürmelerini söz konusu kılıyor. Bu ortamdan medeni bir ferdiyet ve şahsiyetin yetişmesini beklemek hamakat olacaktır. Bunların oluşturduğu ortamda dördüncü bir sukut daha yaşanıyor ki bu hepsini daha da karanlıklaştıran bir hali oluşturuyor. Şahsi çıkar peşine düşmek bu ortamın adeta alamet-i farikası gibi oluyor. Bu sebeple toplum ve onun zemininde yükselen devlet ve şehir gibi bütün medeniyet unsurları bu havadan zarar görüyor. Dolayısıyla bu iklimden geçmişteki manidar medeni hayatın yeniden tesisi hayli zorlaşıyor. İşte bu karamsar tabloya eklenen bir beşinci unsur daha söz konusudur. Bu da emperyalizm ve sömürgecilik merkezli yapıların işte bu bahsedilen ortamda kök salması, hayata ve zihniyete hâkim olmasının içinden çıkılmaz görünen kısır döngüsü söze başladığımız umutsuzluğu ve çözümsüz, değişemez ve doğrulmaz sanılan bir hayatı ve inkisar ile bakılan bir geleceği ortaya çıkarıyor. Çıkar peşindeki umutsuz kişilerden adam devşirmek zor olmasa gerek… Hayatta bırakın medeni seviyede işler yapıp izler bırakmayı ibtida-i düzeyde bile bir takım hareketler bu cemiyetten beklenemez oluyor. İşte bu sebeple sentez dediğimiz ve henüz tasavvuruna aşina olup olamadığımız meçhul merhalede medeniyet adına mahut çelişkiler ve çekişmelerin ötesinde bir dünyanın olduğunu hatırlamak için mazi bize faydalı olabilecektir. Mehmet Akif merhum Yarab bu yüreklerdeki ses dinmeyecek mi? Senden daha bir emr-i sûkun inmeyecek mi? Sendense eğer bunca çektiğimiz devâhi, Kimden kime feryad edelim söyle ilahi? La yüs'ele binlerce sual olsa da kurban” “İnsan bu muammalarda dehşetle nigehban… “Ey bunca zamandır bizi te'dib eden Allah “Ey âlem-i İslam'ı ezen, inleten Allah! Çektirmediğin hangi, elem hangi ezadır?'' Her anı hayatın bize bir rûz-i cezadır. Ecdadımızın kanları seller gibi akmış… Maksatları dininle beraber yaşamakmış. Olmaz' mı bu millet daha te'yidine şayan? Hüsran yine bi çarenin amalini sardı; Atisi nigahında karardıkça karardı.”, mısraları ile benzer bir hali resmetmiyor mu?

Vesselam.