11 Temmuz 2015

Her masumiyetin altında beslenen bir zalimlik olmasın...

Daha el kadar çocukken sokaklarda kendimce insan sarraflığına soyunurdum. Mevsime ve piyasaya göre su, sakız, simit, lahmacun, dondurma sattığım, ayakkabısını boyadığım kişiyi gelişinden, giyiminden, sattığım şeyi isteyişinden tanımaya çalışırdım.

Acaba bu amca sattığım şeye bir kulp bulacak mı? Bu ağabey ısırdığı simide bayat, kopardığı lahmacuna soğuk, içtiği suya 'Allahın suyu da parayla mı satılırmış?' deyip çekip gidecek mi? Şu adamın ardından da 'dayı para mı ver' diye ağlanıp koşturacak mıyım?

Satış konusunda deneyimlerim artıkça, ben gibi aynı sosyal statüde olanlar hakkında da bir kanıya varmıştım. Şansına yokluk, sefalet, acı, zulüm ne düşmüşse insanlar büyüdüklerinde yaşadıklarına göre iki tür insana dönüşüyorlardı. Birinciler, yaşadıkları kötülüklerin 'kötü' olduğunu kavrayıp, büyüdüklerinde onları asla hiç kimseye yapmama karar alanlardı. İkinciler ise kötülükleri ruhlarının derinliklerinde hissetseler de günü geldiğinde aynısını başkalarına yapmanın derdinde olanlar, fırsatını bekleyenlerdi.

Ben hep birinciyi seçtim.

***

Pazar günü alınlarına bağladıkları bantlarla, ellerindeki bayraklarla, parmaklarıyla verdikleri kurt işaretleriyle Doğu Türkistan'da yapılanları protesto eden gençlerin öfkeli hallerini gördüğümde yeniden anımsadım çocukken vardığım kararı. Yaşadıkları kötülükleri ruhlarının derinliklerinde hissetseler de günü geldiğinde aynı kötülükleri başkalarına yapmanın derdine düşmüş, bir kıvılcım çakılsa kocaman alevlere dönecek insanlar gibi göründü protestocuların çoğu gözüme.

Akşam haberlere bakarken de beni haklı çıkaran örnekleri duydum. Kendilerinden binlerce kilometre ötede yapılan bir zulmü protesto ederken, protesto ettikleri -ülkeden bile değil-bölgeden gelen insanlara, turist ya da misafir dememiş, tuhaf bir aklın hükmüyle saldırabilmişlerdi.

Kendimi ne kadar zorlasam da sağdan soldan olsun bu türden protestolar için sokaklara dökülenlerde gördüğüm sapkın öfkeli halleri ne sıcak ne de inandırıcı bulamadım hiç. Kuşanılan nefret dilinin, öfkeli tavırların ardında gerçekten ne bugün gündemde olan Doğu Türkistan'da yapılan ne de Filistin'de, Arakan'da Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de yapılanların olduğuna da çok fazla inanmam.

O yüzden de ülkelerine misafir gelmiş insanları hangi adalet duygusunun, hangi vicdanın süzgecinden geçirip cezalandırdıklarını haklı gösterecek bir tek küçük şey dahi göremem. Hele de çevirip, sorsanız on tanesinden dokuzunun ne Doğu Türkistan'ın haritadaki yerini, ne hakkında bir tek ansiklopedik bir bilgiyi bilmeyeceğini adınız gibi biliyorken.

O insanların holigan-vari öfkelerine duyulan hoşgörüler ise daha fazla korkutur beni. Öfkeli linç hallerini haklı görenlerin, yangına körükle gidenlerin, ikinci grubumun en tepesindeki insanlardan olduklarını düşünürüm. Çünkü masumiyetlerin, mazlum olmaların, mahrum kalmaların altında sırasını bekleyen gazup bir zalimi besleyen insanların büyümesine göz yuman onaylamalar vardır o tavırlarda. Öfkeyle kalkanın yapacağı zararlara, infialin hanemize yazacağı günahlara, nefretin karatacağı hayatlara peşinen primler verir gibidir kirli hoşgörüleri.

Demokrasiden, insan haklarından, hukuktan, vicdandan, adaletten bahsederken, demokratik bir protesto hakkını dahi kendimizi haksız duruma düşürecek anti-demokratik yöntemlere bulaştırmak o yüzden akıl işi değil bana göre.

Hele de her daim, bugün benden yana diye hoş gördüğüm zıvanadan çıkmış delilik halinin, yarın ateşine kapılacağı bir başka öfkeyle benim kapımı çalabileceği ihtimali her daim varken dünyada.

O yüzden dengesiz öfkelere kapılmadan; temkinli ve sakince, olayları derinlikli analiz ederek değerlendirmek her daim en iyisi, en yakışanı eşref-i mahlukat olana.

Hele de ipini koparmış bir algılar dünyasının ortasında bir algıdan diğerine savrulmaktan tarumar olmuş bir haldeyken.