02 Ekim 2017

Hoca haklı; namusa hastalık gibi bakanlar var.

Kısa zamanda çok şey değişti. Namus deyince bu ülkede herkes aynı şeyi anlardı. Şimdi bize efsane gibi gelse de mahallelinin namusu mahalledeki gençlerden sorulurdu. Böylece mahallesinde ki kızla el ele tutuşan yabancı bir erkek ya tartaklanır, ya da sorguya çekilirdi. Mahallede bir kişi kötülüğe maruz kaldığında bütün mahallelinin başı düşer, morali bozulur, yardım konusunda elinden geleni ardına koymazdı. Bizim kuşak bu mahalleleri göremedi, fakat bir üst kuşaktan her kime sorsam özlemle anlatıyor o günleri.

Artık bunun adına yobazlık, mahalle baskısı, özgürlüğe müdahale deniyor. Gerçekte ise değer verme, sahip çıkma, bir düzeyde sevginin tezahürüydü.

Şimdi ise sevgiyi ulu orta öpüşmek olarak algılatmaya uğraşıyorlar.

Sahiplenme, değer verme ise özgürlüğe müdahale sayılıyor.

Bu değerlerin yerine “Alan razı, veren razı size ne?” “Namus bacak arasında değildir!” gibi kadına engelsiz ulaşabilecekleri özgür ortamı sağlayacak nemelazımcı algıyı ve namuslu insanlar üzerindeki baskıyı inşa ettiler.

Sevgi dolu, namusunu sahiplenen, çevresine duyarlı ve yardım sever Anadolu erkeğini maço olarak tanımladılar.

Ayrıca oryantalistler, doğulu erkeği,  kadını evine hapseden, okumasına, çalışmasına izin vermeyerek haklarına engel olan, kızını kendi menfaati için erken yaşta evlendiriveren; erkek egemen bir toplum oluşturarak kadınlar üzerinde kolektif bir baskı, özgürlük gaspı gerçekleştiren, bağnaz olan bu zihniyeti din ve gelenekle inşa edilmiş bir karakter olarak anlattılar.

Oluşturdukları bu sahte imaja sahip doğulu erkeği gelenek ve daha ziyade dinin bu hale getirdiğini iddia ettiler. Gelenekten kaynaklanan ve İslamiyet'inde karşı çıktığı mağduriyetleri bile, İslam dinine yıkmaya çalıştılar.

Bu yolda sanki kadını düşünüyor, ona sahip çıkıyormuş gibi çalıştılar. Sanatı kullandılar. Filmler, kitaplar, mizah dergileri, kara propaganda unsurları ile var güçleriyle çabaladılar/çabalıyorlar.

Hâlbuki kadına sahip çıktıkları falan yoktu. Kadını da erkek gibi ucuz iş gücü olarak görmek istiyorlardı. Başardılar. Ailesine ve çocuklarına harcaması gereken emeği sömürülen kadının içine sürüklendiği modern yaşam alanı içerisinde uğradığı maddi-manevi her türlü taciz karşısında ise, yine sanatı kullanarak sadece “farkındalık oluşturup” zihin uyutma işleminden başka somut hiçbir adım atmadılar /atmayacaklar.

Oryantalizm askerlerinin çok yönlü taarruzları karşısında, namus konusunda toplumumuz artık hemfikir değil. Namus kavramını bir hastalık olarak gören bile var. Günde ortalama 5 saat televizyon seyretmenin de etkisiyle, kısa sürede insanların sağlıklı düşünme yetisi buzuldu ve kafalar iyice karıştı. Çünkü gençliğinde mahallesinde namus bekçiliği yapan kuşağın kızları bile, artı, “bireysellikçi”, “özgürlükçü” fikirlerle eğitilip, motive ediliyor ve modern dünyaya ayak uydurmuş olarak yaşıyor. Modaya uyuyor, dini vicdanında yaşayıp, okul partilerinden istediği saatte dönebiliyor.

Modernizm, hala namus kavramını yitirmediği için vicdan azabı çeken ebeveynlere de bir çare düşünmüştü. “Benim evladım yapmaz.” “Ben kızıma güveniyorum” gibi (s)avunma kavramları geliştirdi.

Sonuçta bir Hoca Efendi, asli görevi olan tebliğ vazifesini Allah'ın “…sana emrolunanı açıkça ortaya koy…” (Hicr 94) ayetinde emredildiği gibi açıkça izah etmeye kalkınca, gönlü vicdanı altüst olan ebeveynlerin bile çoğunluğu zor olanı seçip gerçekle yüzleşmek, yani “ben ne yapıyorum?”, “ne hallere geldik!” diye irkilmek ve kendine gelmek yerine, kolay olanı seçip hocayı suçladılar.

Birilerinin, öz yeğeniyle fuhuş yaptığı ortaya çıktığında,

Bir sapık baletin, bir sapık öğretmenin öğrencisini taciz ettiğinde gündemi geçiştirenler, bir Hoca Efendi sadece tesettür konusunda vazifesi icabı gerekli uyarılarda bulunduğu zaman kıyameti koparıyor, insafsızca linç kampanyası başlatıp Hoca Efendiyi kadın hakları ve eğitim düşmanı ilan ediyordu.

Daha tehlikelisi, kendileri bu şekilde kara propagandalar üzerinden toplumsal kutuplaşma ve İslami değerlere karşı kindar bir kitle inşa ederken; yavuz hırsız misali, Müslüman liderleri ve duyarlı İslam âlimlerini toplumu kutuplaştırmakla ve dindar nesli de kindar nesil olmakla suçluyorlar.

Bu büyük fitneler karşısında tebliğ esasları doğrultusunda, insan kazanma hedefi güden sosyal politikalar geliştirmek adına, hala geniş istişare organizasyonları yapılmamaktadır.

Sosyal medyadan “kapak yerleştirme”, “laf sokma” şeklinde gerçekleşen savunma refleksleri ile avunmak çok bir şey kazandırmayacak, kayıpları telafi edemeyecektir.

Allah, erkek ve kız evlatlarımızı fitnelerden muhafaza ederek, insan sevgisi ile dolu, dindar ve namuslu bireyler olarak yetiştirebilmeyi hepimize nasip etsin. Âmin.