09 Eylül 2015

Hürriyet medeniyetinin düşmanları

Tarihi, geçmişten ayıran şey, bir yönüyle bize ulaştırdığı mana dünyası ve değerlerin gerçekleştiği bir süreci göstermesidir. Kendilik bilincimizin, var olduklarımızın ve insanlığa sunduklarımızın meşheri olarak tarih geçmişi zaman boyunun ötesinde var edici bir unsur olarak ortaya çıkar.

Tarihimiz değerlerimizin evidir. Büyük mütefekkkir Nurettin Topçu, “Medeniyetleri cansız düşüren zehirleyici kuvvet hep insan hürriyetlerini yıkan esaretlerin elinde doğmuştur.

Hürriyet yaratan değerler aşkımızdır.” tespitiyle medeniyetimizin intisaba yol açan çoklukta bir olmayı sağlayan değerler dünyasının mihver kavramlarından birine işaret eder.

 İbn Haldun'un bedavet düzeyinde kan asabiyesi olarak ifade ettiği yapı bir manada temel etnik/mezhepsel maluliyetler gölgesinde mikro bir nazarla manzaraya bakış zihniyetini ifade eder.

Medeniyetimiz ruhçu bir akıl zaviyesinden ferdi hürriyetin sağlanması ile toplumsal düzenin bu hava ve feza içinde gerçekleşeceğine inanır. Asıl dogma maddeci bir zihinle insan ruhunun hapsedildiği birey ve toplum egolarıyla ezildiği çevredir. Aşk bu manada medeniyetimizin hürriyet yolunun iman sesidir. İnsana aşk ve hizmet bu doğrultuda ortaya çıkan bir yaklaşımdır.

Bugün ülkemizde yaşananlara batığımızda aşkımızı boğan ve medeniyetimizi iyice görünmez kılan bir iç ve dış sarmal görülür. Esaretler muhtelif boyutlarda inşa edilmiş katman ve kurumlarla çevremizde aklımıza ve ruhumuza hücum etmektedir.

Etnik bir vekalet sarmalı ülkemizin bir bölgesinde esaretçi bir köle efendi düzeni ile maddeci bir anaforla medeniyetimizin insanları yutmakta ve kardeş kanı dökülmektedir. Diğer yandan ise dini görünümlü diğer bir vekaletçi yapılanma bölgemizi esareti altına almış bulunmaktadır. İnsan ve hürriyeti ideoloji ve sapkın fetvacılık sarmalında yok edilmektedir.

İbn Haldun gibi bir devlet teorisyeni yetiştiren coğrafyamız bugün içeride ve dışarıdaki bu vekaletçiler ve onların üst akıllarını bertaraf etme mücadelesi veriyor. Oryantalizmin doğuya yamadığı otoriter ve kültürcü yozluk teorilerini ispat edercesine insan hürriyetleri yıkılıyor. Kan asabiyesi düzeyindeki zihinler çatışma ve kuvvet mantığı üzerinden medeniyetimizi paramparça etmeye gayret ediyor.

Zorbalık ve kuvvet menfaat odağından kıtalar aşmakta, coğrafyamızı parçalamaktadır. Hâlbuki medeniyetimiz hürriyet ve değer odaklıdır esaret onun yabancısı bir değersizliktir.

Kuvvete ve hakka istinat etmek, iki ayrı gerçeklik dairesinin harekete başlangıç tercihidir. Topçu Beyin tabiriyle, “Kuvvet daima hâkim yaşamak ihtiyacından olduğundan değeri ayaklar altına alıyor. Kuvvetle değerin çarpışması insanlığı yaşamakta olan şahsiyet sahibi insanlarla insanlığa hâkim olmak isteyen menfaatlerin çatışmasıdır.”

Medeniyetimiz şahsiyetimiz demektir. Öngörülebilir bir hayatı vaad eden, mikro yapılar için var olma sahası olan ve entegrasyonları adına her türlü zemini kuran bir medeniyetin çocukları bir kere daha intisap zihniyet düzeyinde buluşabilmelidirler. Türklerin Ortadoğu'ya geçmişte vaad ettikleri ve tarihi şahitlikle gerçekleştirdiği şey de buydu. Bugün Yemen, Irak, Suriye ve Mısır'da tezatlar hayata değer olarak sunuluyorsa kaybettiğimiz şeyin değeri daha çok aşikâr olacaktır.

Etnik bir vesayetçilikle, vekâletçisi olduğu küresel projelerin peşinde koşanlar elbet bu büyük medeniyetin sevgi duvarlarına çarpacaklardır. Şahsiyet sahibi olmak bir hayat kaidesine ve sorumluluk duygusuna sahip olmak, bir imanı yaşatmak ise milletimiz bugün bu tercihin arafında bulunmaktadır. Dağlıca'da yüreğimizi dağlayan şehitlerin toplumumuza vereceği mesaj da bu olmalıdır.

Bugün bir olmak, diri olmak günüdür. Siyaset bunun önünü açarken esaretlerle yol almaya çalışanların önünü kesmelidir. Wittgenstein'in dediği gibi ‘demokrasi insanları sayar, hâlbuki onları tartmak gerekir.'

Bu bakımdan durduğumuz yer ve sözümüz özümüze mi dair gündemin mi peşindeyiz iyi düşünmek zamanıdır. Kendimize samimi olmak herkese düşen başlıca görev olmalıdır. Yoksa esaretler, hürriyetimizi ve medeniyetimizi değişik görüntülerle tüketmeye devam edecek.