15 Ağustos 2015

Huzur istediğini söyleyen huzursuzlar...

Deyim yerindeyse son 10 gündür kendimi yollara vurdum. İzmir'de başlayan yolculuğum İstanbul üzerinden Karadeniz'e doğru aktı. Sahil boyunca yerleşmiş bütün şehirlere ve onlarca ilçeye düşürdüm yolumu.


İnanılmaz güzellikte manzaralara şahit olurken, ülkemizin tarihiyle, doğasıyla gerçekten harika bir ülke olduğunu bir kez daha keşfettim. Bütün o güzelliklerin değerini anlamayan, adeta kirletmek için elinden geleni yapan sorumsuzluğun acısını içimde duydum, öfkelendim.  Kim ne kadar anlar, kim ne kadar yapılması gerekenler konusunda çabalar bilemiyorum ama elbet gördüğüm güzellikler kadar o çirkinlikleri de yazacağım ileriki günlerde.

Şimdi, yaklaşık üç bin kilometrelik yolculuktan sonra vardığım baba ocağındayım. Erzincan'ın Tercan ilçesi sınırları içinde, dedemden miras kalan büyük bir arazinin üzerinde kurulan bir evde. 

Babam ve kardeşlerinin memleketin farklı yerlerinde yaşama tutunmasından sonra uzun seneler boş kaldı bu topraklar. Yıllar sonra gelip yerleşen amcaoğlum Cafer Ağabey olmasa büyük olasılık öyle de kalacaktı. Erzurum Erzincan yolunu üstten gören hafif bir tepenin üzerinde yeni bir hayat kurmuş kendine. Kavak ağaçlarıyla çevrelenmiş bir eve, sadece yazları gelen tek amcama ait bir odalı küçük bir ev daha eklenmiş.  

Tam anlamıyla huzur dolu bir mekân olmuş amcaoğlunun kurduğu dünya. Böyle olmasının sebebi çok insan ve onların hayata bocaladıkları gürültülerden uzak olması bence.

Dağdan kopup gelen suyun su yalağına dökülüşünde çıkardığı sese etraftaki hayvanların sesleri karışıyor her dakika. Bir de fırsat bulduğumuz her vakitte altında oturduğumuz söğüdün yapraklarının rüzgârın her dokunuşunda çıkardığı sesler.  

Dede yadigârı topraklarda otuza yakın büyük baş hayvanıyla süt üreticiliği yapıyor amcaoğlu.  İki gündür onların sesiyle uyanıyorum sabahları. Bir yerlerden kaçıp gelen duman renkli bir kedi, üç iri Sivas kangal köpeği ve onlara bulaşmadan, uzakta kendi başlarına boğuşup duran iki küçük köpek, ortalığı eşeleyip duran tavuklar ve vakitli vakitsiz öten horozlar evin diğer hayvanları. Bir de Kurban Bayramı'nda kesilmek üzere alınan koyun var. Evin kedisiymiş gibi gördüğü her insanın ardına takılıp, dolanması komik geliyor insana.

Uyandığım her sabah, yün döşekli odama ulaşan sadece onların sesi. Fazladan ne bir araba gürültüsü, ne seyyar satıcılar, ne insanların çağıltılı uğultuları. Şans bu ya televizyonunda anteni bozuk ve çalışmıyor.

İki gündür yaşadığım huzurla şehirlerin insanı yoran, tüketen, azaltan lekeli zamanlarını aklıma bile getirmek istemiyorum. Karadeniz'in harika doğasının ardından köyün huzuruna karışmış olmaktan dolayı inanılmaz derecede mutluyum. Tabiatın kıpırtısız sessizliğiyle birlikte yenilendiğimi hissediyorum. Ardımda beni bekleyen işler de olsa şehrin cenderelerinden böyle bir kaçışı iyi ki yaptım diye düşünüp duruyorum her dakika.

Huzuru yaşayabilmek için kendimi elden geldiğince gündemden uzak tutmam gerektiğini de biliyorum elbet. Peki, başarabiliyor muyum bunu? Kısmen evet, kısmen hayır. Üst üste gelen ölüm haberlerinin acısı en ücra köşede de olsam beni buluyor mesela. Fakat onlara dair bir sözüm yok. Birileri hiç hak etmedikleri acıları yaşarken, içine sığınıp kaybolacağım bencil bir huzur hiç var olmadı benim için.

Lakin doğanın sessizliğine teslim olmaya çalıştığım günlerde takılmamayı başardıklarımda oluyor elbet.

Mesela çoğunun kurmaca olduğunu sonradan öğrendiğimiz iddianameleriyle herkese 'temiz toplum' adına umut olmuş savcının yurtdışına kaçıp gitmiş olmasına.

Ya da günler sonra söylediklerimize gelip, neredeyse iş işten geçtikten sonra barışın değerini anlayan HDP'nin trajik çırpınışlarına. Veya Figen Yüksekdağ'ın insan aklıyla alay eden zavallı açıklamalarına ve memlekete çok fazla yararının olmayacağına inandığım CHP ile süren koalisyon çalışmalarının olumsuz gidişatına.

Tek yaptığım neden ve nasıl olup da şu köydeki huzuru yaşamak varken kötülüklerin, kirli hesapların, kibirlerin, egoların esiri olduğumuzu anlamaya çalışmak.  İnanılmaz enerjisiyle evin, çiftliğin bütün işlerini yaparken dahi etrafınızda pervane olan Pakize Yengenin onca ağır işe rağmen hala hep müspet kalışını neden herkesin başaramadığını da. Keşke bunca kargaşa, kaos, kavga, problem ortasında yaşamaya kendisini mahkum eden herkes onun kadar çabalayarak, onun güzelliğinde bakabilseydi hayata. Hiç kuşku yok ki o vakit son birkaç gündür yaşadığım huzura ermek kadar, ineklerin çobanlığını yapan 15 yaşındaki Suriyeli Muhammed'in acılarından bütün Suriye'nin yaşadıklarını da, her gün birkaç tanesi sevdiklerinden çalınan insanların anlamsız ölümlerini de daha içten hissedebilecektik hep birlikte.

Huzuru yaşamayı beceremeyen insanların huzursuzluğu çoğaltmak için nasıl çabaladığını daha net gösterdi bu kaçış bana. Keşke herkes fırsat buldukça yapabilse böylesi iç yolculukları. Keşke herkes bir nebze de olsa sahip olduklarının değerini anlamak adına kendilerini kaptırdıkları hırslardan, egolardan, küçük hesaplardan, kirli gündemlerden kaçmayı denese. Onların hayatı kirletmekten başka bir şeye yaramadığını anlayabilse. Kendisini hasta eden bütün marazların çaresinin doğada mevcut olduğunu görebilse.