04 Eylül 2015

İbn Haldun perspektifine acil çağrı

İbn Haldun, medeniyetimizin deniz fenerlerinden biri. Ontolojik manada bir otantizmi temsil ettiği gibi süreç bakımdan sürekliliği aşikâr eden bir dinamizm öncüsüdür. Onun nazariyesi bu topraklardaki arayışın anahtar kavramlarını taşır.

Ortaçağın istiğrakları içinden gelen aydın bir söz. Özümüze dair idrakimize mefhumlar içerikli itibarlar ulaştıran bir düşünce önderimiz İbn Haldun. Umranımızı yeniden düşünürken onun bahşettiği kavram zenginliğinden mahrum kalmamak gerekir. Yoksa bu mahrumiyet mefhumlarımızdaki körlükle bizi çağın ve tarihin dışına itecektir.

Tarih bir yanıyla olayları bildiren haberler tasviri ise diğer tarafı buradaki yapıyı anlatan umrandır. Bir nicedir olaylara hatta olgulara bakmaktan bütüncül umran perspektifimizi kaybettik. Bunu hatırlamak adına ibn Haldun bir diriliş anahtarıdır.

Sosyolojik olarak hadari bedevi bakış açısıyla şehirli ve çevre ilişkilerine organik bir açılım sergiler. Tarihin geçmişten farkı onun kendinde gerçekliklerini ve buna dair insan hareketlerini tespit etmekle alakalıdır.

Modernizmin lime lime ettiği hayatlarımızda bugün medeniyet arayışımıza bedevi kökenlerimizin bizi ayrıştıran ve yakınlaşmayı sağlayacak zihni ve fiili dönüşümün gereklerini düşünmeyi ilham eder. Medeniyyet arıyorsak önce bedavetten yana tavrımızı netleştirmemiz lazımdır. Sosyolojik zihnimizi oryante etmek adına İbn Haldun bize önemli bir aydınlık sunar. Şehirleri olmayanların ve şehirlerinde şahsiyet bulmayanların medeniyeti olmaz.

Bu yolda İbn Haldun asabiye kavramını ortaya koyar. Zira insan fikri müktesebatıyla dâhil olduklarıyla şahsiyet kazanır. İnsan topluluklarını millet haline getiren müşterekler bağının sihirli esir maddesi olan asabiyedir. Bu kurucu bir kavramdır.

Bir Fransız için vatan, bir İngiliz için devlet, bir Yahudi için mevud arazi ve bir Arap için dili neyse tarihin her devresinde bir takım asabiyeler kurucu oldu. Bizim için Selçuklu Osmanlı çizgisi ise adalet demektir. Vatanımız adalet ve dinimiz haktır. Bu bakımdan evresenlleşme temayülümüz hepsinden daha çoktur ve moderniteye daha çok söz söyler.

Asabbiye kavramı mefhum olarak kan ve intisap asabiyesi diye ikiye ayrılır. Birincisi akrabalarla başlayan “kan” odaklı birlikteliklere yol açan bir süreçtir. Diğeri ise intisap odaklı daha üst kavramlarla birlikteliği ve uzlaşmayı anlatır.

Osmanlı Devlet nizamının mucizesi işte bu intisap asabiyesini kurumlaştırarak hâkimiyetindeki herkesi kendi vatanında hissettiren bir adalet ülkesi kurması oldu. Selçuklular da benzer bir yola daha önceden girmiş bulunuyorlardı.

Bugün uzlaşamayan bir toplum ve kavga eden bir medeniyet coğrafyamız varsa kendimize ve şahsiyetimize bu nazarla bakamaz hale gelmiş olmamızdandır. Herkes kendi mezhep, cemaat, dernek, etnisite yani “kan” asabiyesi ile diğerini fethe çalışmaktadır.

Şii-Sünni vs. uzlaşamaz ve konuşamaz haldedir. Bu kültürün eksikliği İbn Haldun perspektifinden yoksunlukla ilişkilidir ve acilen zihnimize çeki düzen verip bu hususu çoğaltacak ve güncelleyecek yola girmemiz gerekmektedir.

Değilse kan asabiyesi gereğince çatışmaya devam etmekten başka yol kalmaz ki bu yerel ve küresel odakların ekmeğine yağ sürmekten öteye anlam ifade etmez.

Umrana mı yolumuz yoksa umurumuzda olmayana mı? Uzlaşamayanların yolu tarihin dışına çıkar.