İlâhî kelam başucunda; Dünyadan geçerken

İnsan şiire yatkın.

İlâhî kelamın izinden giderken bile, bütün güzel sözlerin temelini şiirle atmasından belli. İddialı ama bir o kadar da kendine has bir tutum.

“Şiirde sözcükleri yapıştıran yaşantının macunudur.” diyen Sedat Umran ise hayatın külli ya da cüz'i hâliyle, insan sayısı kadar sonsuz betimlenişini akla getiriyor. Ama diğer taraftan, hayatın kelimelerden ayrılmış hayal nüshasını da düşündürüyor. Öyle olunca da geriye suskun kavisler, söylenmemişler, serzenişsiz, mağrur ve makul sezilerimiz kalıyor.

Aslında bu bir şair hesaplaşması… Yani macunun kıvamını tutturup tutturamadığı endişesine muhatap çağ soruşturması.

Ahmet Maraşlı'nın Dünyadan Geçerken ismiyle literatürümüze giren şiirleri tam da böyle bir şair hesaplaşmasından doğan bir eser. Kürreden zerreye, zerreden küreye sürüp giden devinimli bir yolculuk. Daha somut bir ifadeyle Yaradan'ı, buna mukabil insanı, kelimeyi, hayatı ve bütün bunların bir aradığını sorgulamanın ve anlamlandırmanın “şiirli” ifadesi.

“Şairin Hâli” başlığıyla dile gelen “Şairin derdi eğer, şiir ise, ona vah!/ Hâli söylesin şi'ri, kâle söyletir Allah!” mısraları, Maraşlı'nın, şiir ötesi bir denkleme şiirle ifade verebilme çabasını onayladığını ve şiiri ilâhî bir yordam olarak görmektense ilâhî olanın bir ifadesi olarak yeğlediğini anlatmaya yetiyor aslında. Kelimelerini yapıştıran macunda çokça yaşanmışlık var. Hatıralardan sökün eden, kıssalardan hisse kapan, ilâhî kelamı başucunda tutan an'lar çiziyor sık sık.

Dünyadan Geçerken, bir şair olarak Ahmet Maraşlı'nın şiiriyle ve başka şiirlerle hesaplaşmasının yanında, daima ve öncelikli kendiyle hesaplaşan bir şair sunuyor bize. Bu çağda şair olmanın neye karşılık geldiği ve gayesi üzerine düşündürüyor. Mısralarını yontarken sorguluyor. Kelimeleri adımlarken dünya ve ahiret denklemini, kaderi ve kazayı, daima tevekküllü bir tefekkürle, “kendi”nden âleme açılan ve âlemden yine “kendi”ne uzanan perspektifle irdeliyor. Okur için fikri dürten göndermeler var bu irdelemelerde.

Maraşlı'nın mısraları kendi ömür kronolojisi içinde akıp gelirken, hayatı görülebilen gerçeklikten öte hayal ve rüya olgusu ile bitiştiriyor; böylece “dünyadan geçme” hadisesi, insan algısının acizliği eşliğinde alelade bir ömür sürmek yerine, maddi âlemin ikircikli oyalayıcılarından “vaz-geçmiş” bir “kendi”ne yürüyüşle ifade buluyor. “Ne sonsuz rüyânız var, ne sonsuz gerçek,/ Sanatkârsan, kendini, sınırlı olandan çek...” derken hem sınırlı dünya hayatını hatırlatıyor hem de hayata anlam bulma çabası güden sanatkâr için iradeye tamahkârlığın sınırını çiziyor.

Kendisinin, “1979'dan 2018'e, hayata bakışlar ve iniş çıkışlar içinde dilin duramayıp söylediği küçüklü-büyüklü binlerce şiir arasından ilk süzülenler.” dediği ve Maraşlı'nın şiirle yolculuğunun şahsi bir arkeolojisini sunan Dünyadan Geçerken, çağımız şairinin artık bir güç unsuru olarak varlık göstermediği, şiirin mahiyetinin belirsizleştiği bir zamanda,  iki kapak arası şiir sıkıştıran klasik anlayışın ötesine geçiyor. İçerik zenginliği ve özenli dizilimiyle kendine has bir yere konumlanıyor.

Maraşlı, şiiri bunca ihmal ettiğimiz bir zamanda, mısralarının hikâyeleriyle çıkageldi. Her birinin yaslandığı uzun bir yolculuk vardı aslında. Kitap içinde dipnotlara yerleşen nesirler, bu yolculukların izahı. Bu yeni yaklaşımın “neden şiir?” sorusuna karşılık, hem şair hem de okur açısından yorumlanabilir bir muhteva sunduğunu söyleyebiliriz. Kim bilir belki de bu hikâye ve anlatılar, şiire neden ihtiyaç duyulacağının da bir çağrışımı olarak kayda geçmiştir.

Bu vesileyle; şiir, yeniden…