İlgi alanları ve yorgunluğun yeniden keşfi

Canla başla iletişim halindeyiz tüm gün. Birçok şekilde diyalog kurmamızı sağlayacak sayısız yoldan en az üç-beş tanesini hayatımıza dahil etmekle yükümlüyüz. Aksi takdirde rutinden ayrışıyoruz ve bu da işlerin yürümesini zorlaştırıyor. Haberdar olmak, haberdar etmek, haberdar olamamaktan yakınmak ve haber almakta geç kalmış olmak gibi dertlerimiz var. Elbette bütün bunlara eşlik eden “hız” meselesini unutmayalım.

Ve tüm bu geliş, gidiş ve iletişlerde, vakitsizlik bahanesiyle ihmale uğrayanlar öyle çok ki. Ne zamanki hengâmeden uzaklaşıyorsunuz, aklınıza bir bir düşüyorlar. Elbette ihmale geldiğiniz gerçeği de… en çok da kendiniz tarafından.  

İnsanın kendini ihmal etmesi, inşa etmesi noktasındaki sorumluluğunu zora sokuyor. Hayatın içinde kabiliyetinin getirdiği yükümlülüğü ve bunun geliştirilebilir olduğunu aklından çıkarmadan, etrafıyla olan ilişkilerinde kendini ve başkalarını yıpratmadan, hem dünyadaki varlığından hem de şahitliklerinin sorumluluğundan kopmadan, öğrenmekten vazgeçmeden kendi mizacına uygun bir ayar tutturarak ilerlemesi gerekirken en çok da aşırı iletişim yüzünden inşa sürecini askıya alıyor.

Odaklanmalarımız ve odaklandıklarımız bizi toplum nezdinde bir biçime büründürür. Bugünlerde ilgi alanlarının, en kestirmeden diplomanın gerisinde kalmasından ötürü, asıl olanı kaçırıyoruz biteviye. Oysa ilgi alanı ciddi bir mesele ve bugünkü sanal iletişim ile tek tipleşmeye itiliyor. Çünkü akıllı telefon ve içindeki her iletişim mekanizması, çoğunluğumuzun yöneldiği ilgi alanını oluşturuyor.

Çocukluğumda ilgi alanlarından anladığım, beceri odaklı ve rutinden ayrılan işlerdi. Zaman zaman yorucu da olabilirlerdi. Ama zihni gündelik sıradanlıktan uzaklaştıran, algıları genişleten, malzemeyi kullanılabilir bir şeye veya güzelliğe dönüştüren kaidesini taşıyordu. Kırdaki çiçekler, masadaki kâğıt, boya kalemleri, kitaplar, artık kumaşlar, boş kutular, dergiler, gazeteler… Ve daha birçok materyalle belli zamanlarda buluşmalarımız vardı. Zihin dinlenirken beden, beden dinlenirken zihin yoruluyordu.

Zira böyle yönlendiriliyorduk. Üstelik şehir sokakları da oyun alanı olamadığı için aklımızı çelecek fazla bir şey yoktu.

Bugün ise yorgunluk, hayatımızdaki en olumsuz kelimeler arasına karıştı. Yorulmamak için büyük gayret ve para sarf ediyor insanlık. Kısaltıyor, çabuklaştırıyor, makineleştiriyor, dijitalleştiriyor, sanallaştırıyor… Sonrası neye varacak bilmiyoruz. Ama bildiğimiz şu ki, yorulmamamız için tasarlanan onca düzeneğe rağmen kronik yorgunlukların esiriyiz. Çünkü gerçek yorgunluğu -spor aktivitesi veya plansız gezintiler hariç- neredeyse hiç tatmıyoruz ve artık zihin yorgunluklarını fiziksel yorgunluk gibi algılıyoruz.

Toplu taşıma araçları yorgunluk sebebi. Küçük yerlerde değil belki ama kentlerde kısa mesafe ziyaretler bile yorucu geliyor ve gözde büyüyor. Ziyaret yerine telefonla aramak veya mesajlaşmak öncelikli oluyor. Dolayısıyla gerçek hayatla hemhâl olmadıkça sanaldan arınamıyoruz.

Bugünün çocukları birkaç akranıyla koşup oynamıyorsa yorgunlukla hiç tanışmıyor neredeyse.

Bizler çocukken yorulabilen bir nesle aidiz. Onların ise bugün bu durumdayken gelecekteki yorgunluk algısının daha karmaşık hâle geleceği muhakkak.

Onun için olabildiğince erken yaşlarda ilgi alanının ciddiyeti ve bir efor düzenleme sistemi olduğunun yeni nesillere anlatılması gerekiyor. Birileri dayattığı ya da saate bağladığı için değil, kazanılmış bir alışkanlıktan ötürü zorunluluk dışında kalan zamanlarını etrafındaki materyallerle nasıl organize edebileceğinin bilinciyle yaşamayı becerebilmek için… O zaman zihnini dinlendirebilecek ve daha az teorik çalışmayla bile eğitimde önemli bir aşama kat edebilecek.

Yeniden test mesaine terk edilecek zamanlar başlıyor. Eğitimi artık böyle tanımlıyor olmamız acıklı elbette. Yani çocuklarımızın hayatındaki tek düzeliği yalnızca sanallığa bağlamamak lazım. Gerçekleri yadsımadan bu kroniği aşma çabasını geliştirmek için hâlâ imkân ve zaman var. Dokunulabilir, harcanabilir, kullanılabilirlerle hayatı yeniden uyandırmak için çocukların eğitimini okuldan ibaret görmeyen bir aile eğitimi bilinci kazanmak önemli. Çünkü bu uygulama için ev şartları yetip artıyor.

Goethe, yorgunluğun en iyi uyku hapı olduğunu söylemiş.  Onun kast ettiği gününü kurtarmak ve yarına borçlu çıkmamak için bedeni ve zihniyle var gücüyle çabalayan insanoğluydu elbette. Teknolojiye direnmek anlamsız olsa da, mecburiyetler haricinde bunu yapmanın mümkün olduğu fikrini diri tutmak epey iş görür.