20 Ekim 2015

İngiliz’in yeni oyunu, TBMM yerine İstanbul Ofisi mi

O gün Meclis-i Mebusan'ı kapatıp üyelerini tutuklatanlar, Ankara'daki Meclis'in yolunu açarken, bugün de Ankara'daki Meclis'i İstanbul'daki bir “ofis” üzerinden işlevsiz kılmanın hesapları içerisindeler.

İngiliz'in yeni oyunu, TBMM yerine İstanbul Ofisi mi

17 Haziran 2015 günü yine bu sütunlarda kaleme aldığım yazıda, İngilizler'in, 150 yıl önce “Türkiye'nin zayıf ve güçlü halinin kendi çıkarlarının zararına olacağını, bu yüzden Türkiye'nin Kırım savaşında desteklenmesi gerektiğine” inanarak mühimmat, askeri ve diplomatik yardımda bulunduklarını hatırlatmıştım.

Bu çerçevede de Lord Palmerston'un 1865'da sarfettiği, “Türkiye bizim istediğimiz gücün altına düşerse onu besler tekrar o güce kavuşmasını sağlarız. Ama bizim belirlediğimiz çizginin üzerinde bir güce de erişirse onu biz durdurur istediğimiz seviyeye çekeriz” sözlerini nakletmiştim.

Tabi bütün bunlar, İngiltere'nin Ortadoğu satrancındaki pozisyonu ile alakalı hatırlatmalardı. İngilizler, Ortadoğu'daki kontrollü gerilim ve bir türlü dinmeyen kan ve gözyaşının asıl mümesilleri. Sykes-Picot ile bölgeyi cetvelle çizen İngiliz aklı, Ortadoğu'yu kontrol edenin dünyaya hükmedeceği tezini hiçbir zaman gözardı etmedi.

Ortadoğu'daki uyanışı tetiklemek, İngiliz ve Amerikan aklınca kontrol eden diktatörlere karşı Arap halklarını cesaretlendirmek, bu tez karşısındaki en büyük tehditti. Çünkü Ortadoğu ve İslam Dünyası'ndaki uyanış İngiltere başta olmak üzere batının bütün planlarını alt üst etmeye yetecek öneme haiz.

Bunun yanında Türkiye, AK Parti'nin 13 yıllık iktidarları döneminde önemli bir ivme kazandı. Partinin kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın bu sareçdeki rolünü tartışmak bile abes. Ekonomik, sosyal ve siyasal alanlardaki reformlar ve ülkeye kazandırılan özgüven dünyanın her coğrafyasında net bir şekilde gözlemleniyor.

Ortadoğu'daki prestijin tarihin görmediği bir ivme yakaladığı da malum. Bunların yanında Irak ve Kürt petrollerinin Türkiye üzerinden dünyaya pazarlanmasına dair önemli çalışmalar var. Suriye'de Türkiye'nin denklem dışı bırakıldığı bir adım atılamıyor. BM Genel Sekreteri de bunu bütün dünyaya declare eden bir açıklamayı yakın bir zaman once yaptı.

Dahası Türkiye, Körfez'de askeri üs sahibi bir ülke oldu. Afrika ülkelerinde çok sayıda elçilik açtı. Batı Ekonomik krizin pençesinde boğulur, batı düşüncesinin felsefi referansı olan Yunan dilenecek hale gelirken, Türkiye 300 milyar Euroyu bulan yatırımlar gerçekleştirdi. Tek kalemde 16 milyarlık kredi projesi dün açıklandı.

Bütün bunlar İngilizler'in 100 yıl once bu topraklar için biçtiği kaftanın çok dışında.

Lord Palmerston'un tanımladığı çizginin çok dışında bir güce erişti Türkiye…

Şimdi topu tüfeğiyle de saldıracak hali yok. Siyaset arenasında bugün AK Parti karşısına kim çıkarsa çıksın olmuyor. CHP'yi cilaladılarsa da ülkede yüzde 70'lere varan muhafazakar demokrat seçmen profili, sol bir akıma iktidar şansı vermez.

Yapılacak tek şey kalıyor geriye; Türkiye'yi her alanda bağımsızlaştırma hamlelerini bütün dünyaya meydan okuyarak hayata geçirmeye çalışan Erdoğan ve AK Parti'den kurtulmak.

*

Bakın bunlar, Meclis-i Mebusan'nın 18 Mart 1920 tarihinde basarak kapattıklarında, birçok milletvekilini tutuklatıp sürgüne gönderdiklerinde, Ankara'da açılan Meclis'in de “meşru” şartlarını oluşturmuşlardı.

Osmanlı'nın normal yollardan yenilmesinin zor olduğunu anlayan İngilizler'in, Ankara'daki Meclis çalışmalarının tamamlanmasından sonra İstanbul'un işgalini fiilen sonlandırmaları tesadüf değil herhalde.

Şimdi de o yılları aratmayan bir sürecin eşiğindeyiz. İngiliz bir taraftan Ortadoğu satrancında elini güçlendirmek için PKK, DAEŞ gibi terör örgütlerini iç karışıklık yaratmakta piyon olarak kullanıyor öte taraftan da siyaseti dizayn etme çabaları sergiliyor.

O gün Meclis-i Mebusan'ı kapatıp üyelerini tutuklatanlar, Ankara'daki Meclis'in yolunu açarken, bugün de Ankara'daki Meclis'i İstanbul'daki bir “ofis” üzerinden işlevsiz kılmanın hesapları içerisindeler.

O dönem verdikleri “işgal” desteğinin diyetini 90 yıllık bir zulüm düzeninin temel taşlarını döşemekle alanlar, bugün “özel Londra davetinde” verdikleri desteğin diyeti olarak ne isteyecek bilemiyoruz. Zannedersem bunun ne olduğunu tarih ilerde yazacaktır.

*

Ancak şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, bilhassa bu coğrafyada taşın altında yılan mı var çiyan mı var bilinmezdi. Şimdi o yılanlar o çiyanlar gül ağacının altına kadar yayılmış.

Peki ümitsiz miyiz? Tabii ki hayır…

Bakın bugünün kuşatma ikliminden farksız bir dönemde, 1919 Mayıs'ında Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen mitingte konuşan milli şair Mehmet Emin Yurdakul ne diye haykırıyor:

“Demir ve ateş; kardeşler ben bunlarla hiçbir vatan ve ırkın öldüğünü işitmedim. Şerefli bir tarih ve medeniyete, sağlam bir fazilet ve ahlaka, zengin bir şiir ve edebiyata, dini ve milli ananelere, ırki ve vatanî hatıralara malik olan bir milletin mahvolduğunu tarih göstermiyor...”

Buna, bu topraklarda ihanetin bedelinin hiçbir yerde olmadığı kadar ağır olduğunu da ekleyelim.