08 Temmuz 2015

İnsan bozulmuşsa...

Hedef insan... Yani insanı bozmak!

İnsan bozulunca, eşya da asli hüviyetini kaybeder. Karada ve denizde fesat meydana gelir.

Bitki, hayvan, enzim, bakteri ve virüsün yaratılışına müdahale ettiğinizde de bozulan yine insandır.

Kısaca insan bozulmuşsa, her şey bozulmuş demektir.

İnsanda meleklik ve şeytanlık nüvesi birlikte yer alır. Aklını, ilmini, fennini, gayretini, zamanını, becerisini hayra yöneltirse arşa yükselir, şerre yönelttiği zaman da şeytanlaşır. İşte o zaman, Nâs suresinde şerrinden Allah'a sığınılması nasihat edilen "hannâs" ortaya çıkar.

Modern hannâs, tüm imkânını insanı kendine benzetmek için sarf ediyor. Bilimi, üniversiteleri, endüstriyi, modayı, müziği, filmi, çizgi filmleri, reklâmı, savaşı, ilacı, tohumu, aşıyı, genetiği, nano teknolojiyi, nükleeri, siyaseti, bürokratı kısaca neyi var neyi yoksa şer yolunda seferber etmeye çalışıyor.

Öncü bir tabakanın yetiştirilmesi için yapılanları "Müslüman halklar nasıl "normal"leştirildi" başlıklı yazımızda özetlemeye çalışmıştık. Şimdi de içe bakmayı deneyelim.

Nasıl ki dershaneler modern "Haşhaşinlerin insan havuzu" idiyseler, onların insan devşirme havzaları da üniversiteler.

Küresel yapıca akademisyenler, politika yapıcıları, bürokrasi ve istihbarat alanlarındakilerden tam bir itaat istenir. Bunun sağlanabilmesi için de, müfredat ve o müfredatı işleyecek kişiler son derece önemli.

Buralara gelecek kimselerde bilgi, ileri görüşlülük ve itikat aranmaz. Ehliyet ve liyakatten ziyade, puanına ve torpiline bakılır.

Malum, insan şekillendirmeye en elverişli varlık. Kimin eline düşerse, o şekil verir ona. Nasıl ki, ağaç bir kündekârî zanaatkârının eline geçtiğinde şaheser çıkarsa ortaya, oduncunun eline düştüğünde de vay haline o ağacın...

Hafta sonu kitap fuarında idim. Genetik mühendisliğinde okuyan bir gençle sohbet ettik. Bölüme gelen hemen herkesin tek gayesinin "zenginlik" olduğundan söz etti. Bölümünden mezun olacaklar hakkında söylediği endişeleri buraya yazsam pek çok kişi korkarım ki beni taşlar.

Başka öğrencilerden de üniversite hayatını yorumlamalarını istedim. Verilen pek çok bilginin lüzumsuzluğu, hocaların pek çoğunun İslam ve kendi kültürüne "yabancı" oluşları ve yenidünyayı algılamaktan uzak olduklarından dert yandılar. Bunlar derdi olan gençlerdi elbette.

Sadece hocalar ve öğrencilerden değil, aileler ve sistemden de müştekiler. Herkesin (istisnalar kaideyi bozmaz) tek derdi varmış, diplomayı kapıp devlete kapak atmak. Bir delikanlı ise, üniversitelerin en çok yetiştirdiği şeyin "terörist" olduğunu iddia etti.

Delikanlı "terörist" dediyse, dağa çıkıp PKK saflarında çarpışmaktan söz etmiyordu elbet. Devleti, milleti ve inancını düşünen olmadığını, verilen eğitimle materyalist insanlar yetiştirildiğini, bilimsel gelişmeyi kendi kariyer ve çıkarı yahut da ait olduğu yapının menfaatleri için insana "silah" olarak yöneltebileceğinden söz ediyordu.

Genel ahlak, görgü ve nezaket kaideleri konusundaki dibe vurmuşluk ise fikrini sorduğum gençleri en çok yaralayan mevzular. Özetle "hoca muallim gibi, öğrenci de talebe gibi değil" diyorlar.

İstanbul'un "köklü" ve "seçkin" üniversitelerinden birinde, kendi dersinde bir konuyu anlatmam için davet etmişti bir hoca. Bir salon dolusu üniversite son sınıf öğrencisine girizgâh mahiyetinde on sual yönelttim. Aslında ortalama genel kültür bilgisi olan herkesin bilebileceği suallerimden hiçbirine doğru cevap alamadım. Misafir karşısındaki laubalilik, yarısının cep telefonu ve tabletle meşguliyetleri, birinin de çekirdek yemesinden bahis bile açmak istemem.

Ez cümle, şimdi imtihana giren gençler, yerleştirme tercihleri yapıyor. Çevremden biliyorum, dert "adam olmak" falan değil, sadece ve sadece diploma. 'Mezun olduğu gün devlette işi hazır mı, maaşı yüksek mi' falan filanla meşgul aileler ve gençler...

Hep sorulan bir soru var: "Bu ülke ne zaman, ne nasıl düzelir?" Cevabı için hiç beklemeden şöyle diyorum: "Ben ve sen düzeldiğimizde!"

İnsan önce kendine ve velisi bulunduğu yani Allah'ın emanet olarak verdiği ailesine bakması gerekmez mi? Çocuklarını hangi gaye için yetiştirdiysen, senin iyilikten nasibin o kadar. Bir millet geleceğini kime emanet ettiğinin farkında değilse, düzelme ve iyilik beklemek haksızlık olur.

Biliyoruz! Puanı tıbba, hukuka, mühendisliklere girmeye yeten hiçbir aile, eğitim fakültelerine göndermez çocuğunu. Oğlum/kızım dinine, diyanetine sahip çıksın, geçmişin bilinci, geleceğin derdi ile dertlenip, "iyi insanlar" yetiştirmek için öğretmen olsun istemezler. Bunu istiyorlarsa da, "mezun olduğunda hiç olmazsa öğrenmen olur"dan başka gayesi olan varsa çıksın meydana.

Biz 78 milyon kişiyiz (siz 1,5 milyar da diyebilirsiniz) ve biri birimizden yok farkımız! Kimse oturup gâvuru / batıyı / hannâsı suçlamasın!

Biz değil miyiz, insanın içinden çok kürküne, bilgisinden çok isminin başındaki unvanlara, vicdanından çok cüzdanına bakanlar? Biz değil miyiz, "çocuğumuzun afilli bir okulu/diploması, iyi bir maaşı, güzel bir evi ve arabası, zengin bir eşi olsun" diye düşünenler?

O halde ey insanlar! Ben değişmeden, sen değişmeden bu ülke değişmeyecek! İyi bir gelecek olamayacak! Küfrün ve kâfirin önünde zelil olmaktan kurtul(a)mayacağız! Bir kavim kendini değiştirmek için gayret etmedikçe, Allah (c.c.) o kavmi / bizi değiştirmez!

twitter.com/cankemalozer