28 Şubat 2017

İnsan ve yeni insancıllık

Önceki yazımda Costas Douzinas'ın “Hukuk-Adalet ve İnsan Hakları” başlıklı kitabında yer alan “İnsan” kavramına yer vermiş ve yazarın “İnsan Hakları” kavramına getirdiği eleştiriyi aktarmaya çalışmıştım. İnsan ve insanlık kavramının modernitenin icadı olduğu yargısını okuduk. Ayrıca, “Bu kavramla Batı'nın, Batı-dışı dünyaya müdahale ettiği” fikriyle tanışma denemesinde bulunduk. Eğer mevcut anayasalardan “insanın temel hak ve özgürlükleri” kavramının nesnesi olan “İNSAN” kavramı Müslümanlar tarafından yeniden tanımlanarak ayıklanırsa, “Batı”nın 230 yıllık hukuk tasavvurunun çökeceğini göreceğiz. Batı'daki üç belgenin anayasalarımızın öncülü sayılması, Türkiye'de BİRLİK olması gereken HALK UNSURLARI'nı (anasır-ı Erbaa; erkân-ı Erbaa) çatışmalı bir ayrışmaya uğratmaktadır. Türkiye'de 1839'a kadar geri götürülebilecek haklar mücadelesi, gerçekte 1838 İngiliz Ticaret Anlaşması'nın ardından -İngiltere lehine- doğan sınıfların menfaatlerini tanzim etti ve bir burjuva sınıfı oluşturmaya, Batı mallarının Doğu'da serbest dolaşımına, pazarı kontrol etme şehvetine, yabancıların Osmanlı ülkesinde mülk stratejilerine hizmet etti.  Esasen Batı'da doğan “insan hakkı” da burjuva adamının mevzuatla tanınmasını evrenselleştiren üç metinden hareketle Batı-dışı toplumlara dayatılmıştı: 1) Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi (1789); 2) Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948); 3) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950).

Costas Douzinas'ın “insancıl” kavramına getirdiği eleştiriye yazımın sonunda kısa bir giriş yapacağım. Fakat önce Kasım Akbaş'ın Douzinas'ın çalışmalarına dair değerlendirmesine yer vereceğim.

Kasım Akbaş, Costas Douzinas'ın The End of Human Rights [İnsan Haklarının Sonu] adlı kitabında “Çağımızın bir insan hakları çağı olmakla birlikte, insanlık tarihinde en fazla hak ihlalinin yaşandığı dönemlerden birinde olduğumuzun hatırlatıldığı” hususuna işaret eder:

“Bir ütopya olarak insan hakları idealinden vazgeçmekten söz etmez ise de, insan hakları fikrinin egemen ideoloji tarafından nasıl fütursuzca bir araç olarak kullanılabileceğini göstermek, bu yapısal ilişkiyi bozuma uğratmak amacındadır. Çünkü insan haklarının öznesi olan insan kavramının içeriğinin belirlenmesinden başlayarak, insan haklarının bir tür siyasetsizleştirme işlevi görmesi, liberal hukuk ve insan hakları ideolojisinin ve bunların dahil olduğu siyasal iktisadi yapının yapıbozuma uğratılmasıyla açığa çıkartılabilir. Douzinas'ın yaptığı özetle budur. Bu bozum sırasında karşımıza Avrupa merkezlilik, sömürgecilik, liberalizm, kapitalizm, hegemonya gibi olgular çıkacaktır. Douzinas, insan haklarına ilişkin saptamalarını yedi tez başlığıyla ifade eder: 1) İnsanlık fikri; 2) Güç, ahlâkîlik ve yapısal öteleme; 3) Neoliberalizm ve gönüllü emperyalizm; 4) Evrenselcilik ve komüniteryanizm birbirinden bağımsızdır; 5) Depolitizasyon; 6) Arzu, 7) Kozmopolitizm, eşitlik ve direniş” (Kasım Akbaş, Kışkırtıcı Bir İnsan Hakları Analizine Giriş, Costas Douzinas: Hukuk-Adalet ve İnsan Hakları kitabının içinde, 2016: 21-23).

Kasım Akbaş, Douzinas'ın “insan-insanlık” kavramının yapıbozumuna dair çalışmaları hakkında da şunu yazar: “İnsan veya insanlık, insan haklarının evrenselliği fikri, birleştirici değil, aksine ayırıcı, sınıflandırıcı, kategorize edicidir. İnsanlık fikri, içinde yaşanılan tarihsel dönemde “insan olarak kabul edilenleri” kapsar. Böylece, daha başından itibaren, hemen her tarihsel dönemde insan olarak kabul edilmeyen bir “öteki”nin varlığı zorunlu hale gelir. İnsanlık, hak beyannamelerinde “düzenlenir.” Ne var ki, hak öznesi olmak için bir ulus devlete tabi olmak zorunludur. Göçmen, mülteci, yurttaş olmayan iseniz, bir hakka sahip olamazsınız. Yani insan hakları, modern insanı hak sahibi kılarken, bir kısım insan için de “insan olmaktan çıkarıcı” statüler oluşturma şeklinde tezahür eder. Neoliberal çağ, bu durumun zirvesi olarak küresel dünyada milyarlarca insanı yeteneklerinden, statülerinden yalıtır. İnsan hakları söyleminde herkes eşittir, ancak kapitalist ekonominin kendisi eşitsizliklerin kaynağıdır. İnsan hakları, insanlık fikrini evrenselleştirici bir misyon olarak yüklenirken neoliberal kapitalist küreselleşme için muazzam bir fırsat oluşturur. Böylece, soyut bir hak söylemi aracılığıyla esasen sömürgeciliğin ve büyük kitlelerin somut, gerçek haklarının ihlal edilmesinde araçlaşır. Neoliberal insan hakları söyleminin diğer özelliği bireyselleştirici etkisidir. Hak, her türlü sosyallikten yalıtılmış bir özneyi varsayar. Bu haklar insanı bütüncül olarak ele almaz. İnsan, farklı farklı hakların, benliği parçalara ayrılmış taşıyıcısıdır. Modern insan, haklarını, kendi dışında kalan aile / sülale / kabile / topluma karşı ileri sürerek çıkarlarını korumak durumundadır. Oysa insan toplum-dışı ve tarih-dışı değildir. Douzinas'a göre insan hakları söylemi, hegemonik bir söylemdir; neo liberal kapitalist iktisadın hegemonyasının yayılmasını sağlar” (Kasım Akbaş, 2016: 23-24).

Bilindiği gibi 1982 Anayasası İkinci Kısım'ın İkinci Bölüm'ünde “Kişinin Hakları ve Ödevleri” (md: 17-40), Üçüncü Bölüm'ünde “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” (md: 41-65), Dördüncü Bölüm'ünde “Siyasî Haklar ve Ödevler” (md: 66-74) belirlenmiştir. İkinci Kısım Birinci Bölüm'de ise “Temel Hak ve Hürriyetler” (md: 12-16) hakkında genel ilkelere yer verilmiştir. Anayasa'nın tamamı 177 madde ve 17 geçici maddeden oluşmaktadır. Bu veriye göre Anayasa'nın yaklaşık yarısı Batılı “İnsan Hakları ve Hukuku” teorisine dayanmaktadır. Eğer “insan” kavramı hakkında Doğu-İslâm toplumlarının insan teorisi (Ahsen-i takvim) ve nefs teorisi (nefsi- levvame; nefs-i mutmaine) temel alınarak hukuk-fıkıh tasavvuru geliştirilecek olursa, ilerdeki anayasa çalışmalarında Müslüman dünyadan çok farklı bir paradigma çıkabilecektir. Böylesi bir çalışma, İslâm toplumları arasında Katolik-Protestan Batı merkezli Birleşmiş Milletler yapılanmasını da çözmeye ve tüm mazlum halklar için adalet tesis etmeye namzet olabilecektir.

Şimdi Costas Douzinas'ın metnine dönebiliriz.

Costas Douzinas'a göre “insancıllık” jus in bello'nun (savaş hukuku) modern versiyonu olan silahlı çatışma durumunda güç kullanımını düzenleyen uluslar arası hukuk bütünüdür. İlk dönem insancıllık, iyi ve kötü savaşlar, haklı ve haksız savaşlar, mütecavizler ve masumlar arasında ayrım yapmamıştır. Savaş mahkûmlarını ve çatışmaya taraf olan sivilleri koruyarak tıbbi yardım, yiyecek sağlayarak insan ıstırabını azaltmaya adanmıştı.

İkinci dönemde insancıllık siyasallaştı, Batı'nın dünyaya müdahalesinin gerekçesi oldu.

Devamı yarın...