İSLAM TOPLUMLARINDA İDEAL İSLAM CEMAATİ
İslami kaynaklar, Müslümanlara cemaat halinde yaşamalarını, cemaat olmalarını tavsiye etmektedir. Nitekim Hz. Allah, Müslümanların birlik ve beraberlik içinde yaşamalarını emretmiş, tefrikaya düşüp dağılmalarını ise yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’deki bir ayeti kerimesinde Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: “Hep birlikte Allah‘ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın. Dağılıp parçalanmayın.” (Ali İmran 103)
Geçmiş ümmetlerin bir
kısmı tefrikaya düşerek dağıldıklarını hatırlatarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
“Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi
olmayın. Böyleleri için büyük bir azap vardır.” (Ali İmran 105) Allah (C.C.) bu
ayet-i kerimesi ile Ümmeti Muhammedi uyarmakta birlik ve beraberliğin önemini
ve ayrılığın çok çok zararlı olacağını hatırlatmaktadır.
Peygamber Efendimize
hitaben Cenab-ı Hakk bir ayetinde şöyle buyuruyor: “Dinlerini parça parça edip
gruplara ayrılanlarla senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların hesabı Allah’a
aittir. Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.“ (En’am 159)
Hadisi şeriflerde de
cemaatle birlikte olma konusu sıkça gündeme getirilmiştir. İbni Abbas (R.A.)
şöyle rivayet eder: “Sizden kim emirinden (cemaatin başı) hoşlanmadığı bir şey
görürse sabretsin. Çünkü cemaatten bir karış uzaklaşıp o halde ölen kimse,
cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.” (Buhari Fiten)
İbni Ömer (R.A.) ise
şöyle rivayet ediyor: “Allah benim ümmetimi dalalet üzerinde toplamaz. O’nun
eli (yardımı, rızası) cemaatle beraberdir. Cemaatten ayrı bir yol tutan,
cehenneme giden bir yol tutmuş olur.” (Tirmizi Fiten)
Ömer (R.A.) ise şöyle
rivayet ediyor: “Cemaate uyun ve ayrılıktan uzak durun. Çünkü şeytan ayrılanla
beraberdir. O, birlikte olan iki kişiden tek başına kalana göre daha uzaktır.
Cennetin orta yerini isteyen cemaate uysun.” (Tirmizi Fiten)
Ancak zaman içerisinde
cemaatleşme olgusu bir yozlaşmaya uğradı buna bir neşter vurulması gerekiyor
diye düşünüyorum.
Eğer cemaat olgusu
İslam'ın öngördüğü şekilde, tıpkı sahabelerin Peygamberimiz ile birlikte olduğu gibi; yani çeşitli enerjilerin bir
araya gelip yeni bir enerji üretilmesi şeklinde tezahür ediyorsa hedeflenen
gaye gerçekleşiyor demektir.
Eğer cemaat denilen
topluluk tek bir kişinin emir buyruk talimat ve öngörüsü ile hareket ediyorsa bu cemaat içesinde
doğruları ve yanlışları tek bir kişi belirliyor, geri kalanlar akıllarını ve
gönüllerini çalıştırmadan sorgusuz sualsiz bu talimatlara uyuyorsa burada
cemaatleşme olgusundan sürüleşme olgusuna doğru bir kayma başlamış demektir.
İdeal İslam Cemaati;
her bireyin kendi bilgi ve birikimini muhafaza ederek cemaate bu özgün ve özgür
kimliği ile katılması, Allah ve Resulünün ortaya koyduğu genel ilkeler
doğrultusunda yeni bir hayat ve medeniyet üretilme çabasınıın bir tezahürü
olarak karşımıza çıkar.
Nitekim “Ümmetimin
ihtilâfı rahmettir.” meâlindeki hadis-i şerif, “hakka hizmetteki ihtilâf,
farklı görüş beyanı, değişik yorumlarda bulunma” konusunda Müslümanlara önemli
bir yol gösterici ilkedir Çünkü Müslümanlar aynı esas ve gerçeklere inanmakla
beraber her fert müstakil bir şahsiyet ve düşünce yapısına sahiptir. Bunun için
de hâdiseleri değerlendirirken farklı açılardan yaklaşılabilir, yorumlanabilir.
Müslümanlar
meselelerini istişare yoluyla halledeceklerine göre, herkes samimi bir şekilde
fikirlerini açıklar, bilgisi ve ihtisası dahilinde görüşlerini beyan eder. İşte
bu yönüyle ihtilâf, islam toplumlarında ve cemaatlerinde maddî ve mânevî inkişafın kaynağı olur.
Ömer bin Abdülaziz ise
şöyle der:“Ashab-ı Kiram ihtilâf etmemiştir.’ sözü hiç hoşuma gitmiyor. Şayet
onlar ihtilâf etmeseydi hiçbir meselede ruhsat çıkmazdı.”
……………….
Yıllar önce Rahmi Apak
isimli bir eski subayın hatıralarını okumuştum. Balkan Savaşı başta olmak üzere
bir çok savaşa katılmış bu subay, savaş
cephelerinde gözlemdiği manidar bir olayı şöyle anlatıyordu: Tümen
Karargahımızın Çobanı Mustafa, sürüsünün arkasında gidiyor, sürünün önünde de
çoban yamağı ilerliyordu. Mustafa beni görünce her vakit yaptığı gibi bir paket
sigara istedi. Sonra kendisinin mükemmel olduğunu, koyunlara fiske ile bile
dokunmadan onları bir asker gibi disiplin altına aldığını ve her arzusunu
onlara kumanda ile yaptırdığını söyledi. Ben de: "Mademki senin her emrini
bu koyunlar dinlerler, o halde haydi göreyim seni şu yürümekte olan sürüyü
geriye çevir" dedim.
"A Kurmayım, bu da marifet mi? Biraz dur da bunu sana
göstereyim" dedikten sonra yere çömeldi ve birtakım tuhaf tuhaf sesler
çıkararak bağırmaya başladı. Bu bağırtıyı işiten sürünün içinde beş altı koyun
başlarını geriye çobana çevirip melemeye başladılar.
Çoban Mustafa bundan sonra bağırtısının kuvvetini ve temposunu
arttırdı. Derhal birkaç koyun geriye dönerek çobana doğru koşmaya başlayınca,
bütün sürü bunların ardından geriye döndü ve Mustafa’nın etrafında toplandı.
Mustafa çantasından bir parça ekmek çıkararak bu liderlere yedirdi. Meğerse
dört beş koyunu böyle bağırmalardan sonra ekmek vermeye alıştırmış, böylece
bütün sürüye hükmediyor. (Apak,1988:131)
Yetmişlik subay Rahmi Apak,
hatırasından çıkardığı dersi şu tesbitle
özetliyordu: Bir kere bir nehri de koyunlara böylece geçirttiğini de gördüm.
Suyun karşı yakasına evvela kendisi geçti. Aynı sesleri çıkarmaya başlayınca bu
talimli kılavuz koyunlar kendilerini suya attılar, arkalarından bütün sürü
yüzerek geçti. Bir kitleyi kendi emrine almak için tatbik edilen bu usul yalnız
koyunlar için değildir. (Apak,1988:131)
Müslümanlar tarih
boyunca cemaat görünümlü toplulukların zaman içinde çok feci görünümlerle
ortaya çıktığına şahit olmuşlardır. Bu büyük fecaat bazen itikadi sapmalar, bazan
ameli sapmalar bazan da tümden iyice bayağılaşmalar şeklinde toplumun gündemine
gelmişlerdir. Tarih boyunca ortaya çıkmış bazı örneklere bakalım:
Haricilik (Miladi 655): İslam dininde bir siyasi mezhep olarak ortaya çıkmış, Hazreti
Ali’yi ‘din adına’ bir suikastle şehit
etmişlerdir.
Karmetilik (Miladi 880): İslam Hilafetini devirmek amacıyla Abbasilere karşı
ayaklanmışlar, Kabe’yi ‘din adına’ tahrip etmişler, Hacerül Esved’i ‘din adına’ yerinden söküp rehin
almışlardır.
Haşhaşilik (Miladi 1090): Şîʿa mezhebinin İsmâ‘îl’îyye koluna mensup din adamı Hasan bin
Sabbah tarafından yılında Elemût Kalesi'ni zapt ettiğinde kurulmuş olan dinî
tarikat ve siyasî örgüt olup Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk’ü ‘din adına’
şehit etmişlerdir.
Vehhabîlik (Miladi 1740): Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından kurulmuş olan dinî-siyasi
hareket (akım) ya da mezhep. Muhammed bin Abdülvehhâb şirk diye gördüğü bazı
dinî uygulamalar için bir hareket başlattı. Osmanlı Devletine karşı ‘din adına’
isyan başlattı.
Kadıyanilik (Miladi 1880: Hindistan'ın Pencap
eyaletinde Mirza Gulam Kadıyani
tarafından İngilizlerin desteği ile kurulmuş, Müslümanların işgalci İngilizlere
‘din adına’ tabi olması için çalışmışlardır.
Fetullahçılık, Adnan
Oktarcılık, Fatih Nurullahcılık ise bu sapkın zincirin ortaya çıkmış son
halkalarıdır.
Bu oluşumlar, İslam
toplumlarının içine cemaat kisvesiyle sızmış,
sonra da cemaat kavramı başta
olmak üzere bir çok İslami temel değerin itibarına gölge düşürmüşlerdir
İşin nirengi noktası
şudur: Eğer cemaat denilen topluluk tek bir kişinin emir buyruk talimat ve
öngörüsü ile hareket ediyorsa bu cemaat
içesinde doğruları ve yanlışları tek bir kişi belirliyor, geri kalanlar
akıllarını ve gönüllerini çalıştırmadan sorgusuz sualsiz bu talimatlara
uyuyorsa, burada cemaatleşme olgusundan sürüleşme olgusuna doğru bir kayma
başlamış demektir.
İslam toplumlarında
cemaat oluşumlarını sürü oluşumlarından ayırt etmek için küçük bir gözlem
yapmak yeterlidir.
Eğer toplulukta bir
kişi en önde, geri kalan herkes onun en arkasında ise burada tehlikeli bir
sürüleşme olgusu ile karşıyayız demektir.
Aksine toplulukta; bir
kişi önde geri kalanlar da onun yanında ve etrafında ise burada bir cemaat
olgusu mevcut demektir.