02 Nisan 2021

​İSLAM TOPLUMLARINDA İDEAL İSLAM CEMAATİ

İslami kaynaklar, Müslümanlara cemaat halinde yaşamalarını, cemaat olmalarını tavsiye etmektedir. Nitekim Hz. Allah, Müslümanların birlik ve beraberlik içinde yaşamalarını emretmiş, tefrikaya düşüp dağılmalarını ise yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’deki bir ayeti kerimesinde Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: “Hep birlikte Allah‘ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın. Dağılıp parçalanmayın.” (Ali İmran 103)

Geçmiş ümmetlerin bir kısmı tefrikaya düşerek dağıldıklarını hatırlatarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Böyleleri için büyük bir azap vardır.” (Ali İmran 105) Allah (C.C.) bu ayet-i kerimesi ile Ümmeti Muhammedi uyarmakta birlik ve beraberliğin önemini ve ayrılığın çok çok zararlı olacağını hatırlatmaktadır.

Peygamber Efendimize hitaben Cenab-ı Hakk bir ayetinde şöyle buyuruyor: “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlarla senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların hesabı Allah’a aittir. Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.“ (En’am 159)

Hadisi şeriflerde de cemaatle birlikte olma konusu sıkça gündeme getirilmiştir. İbni Abbas (R.A.) şöyle rivayet eder: “Sizden kim emirinden (cemaatin başı) hoşlanmadığı bir şey görürse sabretsin. Çünkü cemaatten bir karış uzaklaşıp o halde ölen kimse, cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.” (Buhari Fiten)

İbni Ömer (R.A.) ise şöyle rivayet ediyor: “Allah benim ümmetimi dalalet üzerinde toplamaz. O’nun eli (yardımı, rızası) cemaatle beraberdir. Cemaatten ayrı bir yol tutan, cehenneme giden bir yol tutmuş olur.” (Tirmizi Fiten)

Ömer (R.A.) ise şöyle rivayet ediyor: “Cemaate uyun ve ayrılıktan uzak durun. Çünkü şeytan ayrılanla beraberdir. O, birlikte olan iki kişiden tek başına kalana göre daha uzaktır. Cennetin orta yerini isteyen cemaate uysun.” (Tirmizi Fiten)

Ancak zaman içerisinde cemaatleşme olgusu bir yozlaşmaya uğradı buna bir neşter vurulması gerekiyor diye düşünüyorum.

Eğer cemaat olgusu İslam'ın öngördüğü şekilde, tıpkı sahabelerin Peygamberimiz ile birlikte  olduğu gibi; yani çeşitli enerjilerin bir araya gelip yeni bir enerji üretilmesi şeklinde tezahür ediyorsa hedeflenen gaye gerçekleşiyor demektir.

Eğer cemaat denilen topluluk tek bir kişinin emir buyruk talimat ve öngörüsü  ile hareket ediyorsa bu cemaat içesinde doğruları ve yanlışları tek bir kişi belirliyor, geri kalanlar akıllarını ve gönüllerini çalıştırmadan sorgusuz sualsiz bu talimatlara uyuyorsa burada cemaatleşme olgusundan sürüleşme olgusuna doğru bir kayma başlamış demektir.

İdeal İslam Cemaati; her bireyin kendi bilgi ve birikimini muhafaza ederek cemaate bu özgün ve özgür kimliği ile katılması, Allah ve Resulünün ortaya koyduğu genel ilkeler doğrultusunda yeni bir hayat ve medeniyet üretilme çabasınıın bir tezahürü olarak karşımıza çıkar.

Nitekim “Ümmetimin ihtilâfı rahmettir.” meâlindeki hadis-i şerif, “hakka hizmetteki ihtilâf, farklı görüş beyanı, değişik yorumlarda bulunma” konusunda Müslümanlara önemli bir yol gösterici ilkedir Çünkü Müslümanlar aynı esas ve gerçeklere inanmakla beraber her fert müstakil bir şahsiyet ve düşünce yapısına sahiptir. Bunun için de hâdiseleri değerlendirirken farklı açılardan yaklaşılabilir, yorumlanabilir.

Müslümanlar meselelerini istişare yoluyla halledeceklerine göre, herkes samimi bir şekilde fikirlerini açıklar, bilgisi ve ihtisası dahilinde görüşlerini beyan eder. İşte bu yönüyle ihtilâf, islam toplumlarında ve cemaatlerinde  maddî ve mânevî inkişafın kaynağı olur.

Ömer bin Abdülaziz ise şöyle der:“Ashab-ı Kiram ihtilâf etmemiştir.’ sözü hiç hoşuma gitmiyor. Şayet onlar ihtilâf etmeseydi hiçbir meselede ruhsat çıkmazdı.”

 

……………….

Yıllar önce Rahmi Apak isimli bir eski subayın hatıralarını okumuştum. Balkan Savaşı başta olmak üzere bir çok savaşa  katılmış bu subay, savaş cephelerinde gözlemdiği manidar bir olayı şöyle anlatıyordu: Tümen Karargahımızın Çobanı Mustafa, sürüsünün arkasında gidiyor, sürünün önünde de çoban yamağı ilerliyordu. Mustafa beni görünce her vakit yaptığı gibi bir paket sigara istedi. Sonra kendisinin mükemmel olduğunu, koyunlara fiske ile bile dokunmadan onları bir asker gibi disiplin altına aldığını ve her arzusunu onlara kumanda ile yaptırdığını söyledi. Ben de: "Mademki senin her emrini bu koyunlar dinlerler, o halde haydi göreyim seni şu yürümekte olan sürüyü geriye çevir" dedim.

"A Kurmayım, bu da marifet mi? Biraz dur da bunu sana göstereyim" dedikten sonra yere çömeldi ve birtakım tuhaf tuhaf sesler çıkararak bağırmaya başladı. Bu bağırtıyı işiten sürünün içinde beş altı koyun başlarını geriye çobana çevirip melemeye başladılar.

Çoban Mustafa bundan sonra bağırtısının kuvvetini ve temposunu arttırdı. Derhal birkaç koyun geriye dönerek çobana doğru koşmaya başlayınca, bütün sürü bunların ardından geriye döndü ve Mustafa’nın etrafında toplandı. Mustafa çantasından bir parça ekmek çıkararak bu liderlere yedirdi. Meğerse dört beş koyunu böyle bağırmalardan sonra ekmek vermeye alıştırmış, böylece bütün sürüye hükmediyor. (Apak,1988:131)

Yetmişlik subay Rahmi  Apak, hatırasından çıkardığı dersi  şu tesbitle özetliyordu: Bir kere bir nehri de koyunlara böylece geçirttiğini de gördüm. Suyun karşı yakasına evvela kendisi geçti. Aynı sesleri çıkarmaya başlayınca bu talimli kılavuz koyunlar kendilerini suya attılar, arkalarından bütün sürü yüzerek geçti. Bir kitleyi kendi emrine almak için tatbik edilen bu usul yalnız koyunlar için değildir. (Apak,1988:131)

Müslümanlar tarih boyunca cemaat görünümlü toplulukların zaman içinde çok feci görünümlerle ortaya çıktığına şahit olmuşlardır. Bu büyük fecaat bazen itikadi sapmalar, bazan ameli sapmalar bazan da tümden iyice bayağılaşmalar şeklinde toplumun gündemine gelmişlerdir. Tarih boyunca ortaya çıkmış bazı örneklere bakalım:

Haricilik (Miladi 655): İslam dininde bir siyasi mezhep olarak ortaya çıkmış, Hazreti Ali’yi  ‘din adına’ bir suikastle şehit etmişlerdir.

Karmetilik (Miladi 880): İslam Hilafetini devirmek amacıyla Abbasilere karşı ayaklanmışlar, Kabe’yi ‘din adına’ tahrip etmişler, Hacerül  Esved’i ‘din adına’ yerinden söküp rehin almışlardır.

Haşhaşilik (Miladi 1090): Şîʿa mezhebinin İsmâ‘îl’îyye koluna mensup din adamı Hasan bin Sabbah tarafından yılında Elemût Kalesi'ni zapt ettiğinde kurulmuş olan dinî tarikat ve siyasî örgüt olup Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk’ü ‘din adına’ şehit etmişlerdir.

Vehhabîlik (Miladi 1740): Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından kurulmuş olan dinî-siyasi hareket (akım) ya da mezhep. Muhammed bin Abdülvehhâb şirk diye gördüğü bazı dinî uygulamalar için bir hareket başlattı. Osmanlı Devletine karşı ‘din adına’ isyan başlattı.

Kadıyanilik (Miladi 1880: Hindistan'ın Pencap eyaletinde  Mirza Gulam Kadıyani tarafından İngilizlerin desteği ile kurulmuş, Müslümanların işgalci İngilizlere ‘din adına’ tabi olması için çalışmışlardır.

Fetullahçılık, Adnan Oktarcılık, Fatih Nurullahcılık ise bu sapkın zincirin ortaya çıkmış son halkalarıdır.

Bu oluşumlar, İslam toplumlarının içine cemaat kisvesiyle sızmış,  sonra da  cemaat kavramı başta olmak üzere bir çok İslami temel değerin itibarına gölge düşürmüşlerdir

İşin nirengi noktası şudur: Eğer cemaat denilen topluluk tek bir kişinin emir buyruk talimat ve öngörüsü  ile hareket ediyorsa bu cemaat içesinde doğruları ve yanlışları tek bir kişi belirliyor, geri kalanlar akıllarını ve gönüllerini çalıştırmadan sorgusuz sualsiz bu talimatlara uyuyorsa, burada cemaatleşme olgusundan sürüleşme olgusuna doğru bir kayma başlamış demektir.

İslam toplumlarında cemaat oluşumlarını sürü oluşumlarından ayırt etmek için küçük bir gözlem yapmak yeterlidir.

Eğer toplulukta bir kişi en önde, geri kalan herkes onun en arkasında ise burada tehlikeli bir sürüleşme olgusu ile karşıyayız demektir.

Aksine toplulukta; bir kişi önde geri kalanlar da onun yanında ve etrafında ise burada bir cemaat olgusu mevcut demektir.