02 Şubat 2016

İslam ve medeniyet

“İslâm, bütün medeniyetlerden beslenir, bütün medeniyetleri besler. İslâm Medeniyeti, insanlığın gördüğü medeniyetlerin ölmeyen taraflarını bir miras gibi zenginleştirile zenginleştirile toplanması ve yeniden dirilişi olarak ortaya çıktığından, birike birike gelen bu mirası kendi orijinal yapısına katmıştır” dendiğinde açmazlar ortaya çıkıyor.

Birincisi: İnsanlığın gördüğü hadarî sistemler “medeniyet” kavramı ile tanımlanamazlar. “Hadara” başka kelimedir, “medeniyet” başka kelimedir. Ayrıca, “medeniyet” kavramı iki mâna ihtiva etmektedir.

Bunlardan mânalardan ilki, medeniyetin şehir inşası ile açıklanabilir olmasıdır. Şehirler hakîmin (iktidar-egemen) değil hâkemlerin yöneten-yönetilen ilişkilerini belirlediği “adalet yurdu”dur. Şehir, adl ile kurulan bir kaz'a alanıdır. Yönetilenler, beş emniyet (Akıl, Din, Can, Nesil, Mal emniyeti) karşılığında yönetenin imtiyazlı konumunu kabul etmekteydi. Hz. Peygamber (asv)'in Yesrib'i “Medine”ye dönüştüren yöneticiliği bu anlamda da istisnaîdir. Çünkü Hz. Peygamber (asv)'in Hicret'in hemen ardından inşa ettiği kamu hayatı bir “devlet otoritesi” olarak tezahür etmemiş, tamamen yargısal bir merci olarak ortaya çıkmıştır. Hz. Peygamber (asv) insanları değil şehrin varlığına ait işleri yönetmekteydi.

Medine şehri değişik milletlerin (millet: din topluluğu) yani Yahudi, Müşrik ve Müslümanların birbirlerine saldırmazlık sözleşmesinin neticelerine bağlı olarak Hz. Peygamber (asv)'i bütün topluluklar arasındaki ihtilaflarda hâkem belirlemesiyle varlık bulmuştu. Bu “medeniyet” tasavvurunun insanlığın gördüğü uygarlık sistemleriyle benzer bir yanı bulunmamaktadır. “Sözleşmeyle kurulan şehir” anlamında “medine” siyaset teorisinin altı (üç ideal, üç bozuk) yönetim biçimi dediği [monarşi&tiranlık, aristokrasi&oligarşi, polity&demokrasi] yapıya benzememektedir.

“Medine”, Hz. Peygamber (asv)'in ve Muhacirlerin Yesrib'e hicreti ile inşa edildiği için, şehri inşa ve toplumun kuruluşu gönüllülük esasına bağlanmıştı. Diğer değişle “medine” Yesrib halkının kendi içindeki ya da dışındaki “siyasi irade”den doğmamıştır.

Medine, Mekke'den gelen Hz. Peygamber (asv)'in Yesrib halkına teklif ettiği, şehrin adını, idarî yapısını, pazar sistemini ve hatta Arap Yarımadası'nda kavimler arası konumunu değiştirecek şümûlda sözleşme talebinin kabulüyle kurulmuştur. Bu anlamda “medine-şehir” inşasının bildiğimiz “devlet zorbalığı: devlet meşru şiddettir” metodlarıyla ilgisi yoktu. Hz. Peygamber (asv) Medine'ye bir asker olarak gelmedi; bir “Hâkem”, bir “Emin” ve “şiddetsizlik sözleşmecisi” olarak geldi. Bu anlamda İslâm'ın Yesrib'de kurduğu “medine-medeniyet”in, kendinden önceki bir “medeniyet”in mirasına varisliği konuşulamayacaktır. Şehir kurmak, “adalet yurdu” inşa etmek anlamına haizdi.

İkincisi: “Medeniyet” teriminin bu ikinci anlamı da “İslâm, bütün medeniyetlerden beslenir” yargısıyla düşünce üreten fikir adamlarından bizi ayırıyor.

Bu anlam “medeniyet”in “fıkıhla hareket eden bir toplum olması”yla ifade edilebilir. “Medeniyet”i kültür ürünleri olarak gören fikirden kavramı tefrik etmek gerekmektedir. Kültür ürünü nedir? Sultanahmet Camii bir kültürdür, medeniyet değildir. Bu anlam, Farabi'nin “Medinetu'l Fazıla” eserinde üstün bir şekilde ortaya koyduğu gibi, insanların “fazıl toplum” olarak yaşaması kaygısından doğmaktadır.

Böylece örneğin “birbirinin manzarasını kapatmama” hassasiyeti taşıyan bir toplum ortaya çıkmadıkça “medeniyet” de ortaya çıkmayacaktır. İnsanın insan-tabiat-din ile ilişkileri yoksulluğu, haksızlığı, hürriyeti bozucu bir sistem, bir yapı haline gelmemelidir. Medeniyet tasavvuru, insanın günahkârlığını kabul etmekle birlikte günahkârlığın bir toplum sistemi haline dönüşmesini reddetmektedir. Bu nedenle şehir=medeniyet kurmuş topluluğun sadece imar işlerini, umran kaygılarını, hadareti talep etmelerini kifayetsiz saymaktayız.

Şehir, mimarî bir eser olmaktan ziyade ahlâk-adalet toplumu vasfını sürekli dinamik tutmalıdır. Bireyler nasıl ferdî amel ve işlerinde Allah'tan korkarak davranıyorlarsa toplum da “toplum halinde Allah'tan korkar” vasfını koruyarak amel etmelidir. Bu şekilde tanımlanmış “medeniyet” kavramı nedeniyle İslâm medeniyetinin “sürekliliği” söz konusu edilemeyecektir. Medine şehri kurulduktan 30 yıl sonra saltanata dönüşen toplumsallığın artık “medeniyet” olduğu söylenemeyecektir. Böylece medeniyetin tecessümünü mimarî, servetin artması, kalıcı eserler şeklinde anlayamayacağımızı ısrarla ifade etmekteyiz. Tam tersine medeniyet evsizleri, açları, işsizleri, sahipsizleri olmayacak bir toplum haline gelmeyi ifade edecektir.

Bir toplum “medeniyet”ten kopmakla Farabi'nin, câhil şehir, fasık şehir, değişmiş şehir, şaşkın şehir ayrımıyla ifade ettiği bozulmaya uğramış demektir. O bozulma haline biz “medeniyet” demiyor ve İslâm'ın insanlık mirasının iyi taraflarını sahiplendiğini kabul etmiyoruz.

Hacı Bayram, Augustus Tapınağı'nın hemen bitişiğinde camiini inşa etmişti ama Roma uygarlık mirasına varis değildi.

lutfibergen@gmail.com

lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter