27 Ocak 2021

​İSLAM'DA DEVLET ADAMININ KRİTERLERİ

 

Bundan 10 yıl kadar önce bir dostum benden talep ettiği için O’na Prof. Dr. Hüseyin Algül’ün bir metninden yararlanarak bir çalışma göndermiştim.Bu çalışmayı önemine binaen bu gün bu köşede sizlerle paylaşmak istedim.

Peygamber Efendimiz (s.a.s), devlet kademelerine atama yaparken belli usûl ve kâideleri göz önünde bulundurmuştur. Bu konuyu maddeler halinde açıklamaya çalışalım:

1. Hz. Peygamber, memurlarında kuvvetli iman, takva ve sâlih amel arıyordu. Buna göre onun memurları, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına titizlikle uyacaklardı; özü sözü bir, davranışı düşüncesini doğrular bir şahsiyet sahibi olacaklardı.

2. Hz. Peygamber, memurlarında ilmî dirayet arıyordu. Özellikle İslâm Hukuku (Fıkıh) alanında ihtisas sahibi olmalarına dikkat ediyordu. Kur’ân ve Sünnet’in inceliklerine vakıf olmalarını arzu ediyordu. O’nun memurları arasında, cahil kimselere tesadüf edilmezdi. En azından İslâm’ın bütünü hakkında öz ve doğru bilgiye sahip bulunurlardı.

3. Hz. Peygamber, memurlarında İslâm düşüncesine samimiyetle bağlılık arardı. O’nun memurları, bir İslâm idealisti idiler. Gittikleri yerlerde hizmet vermekte oldukları kişilere, her yönüyle örnek olmakta idiler. Nasıl ki, Hz. Muhammed (s.a.v.), ümmetin bütünü için örnekse, memurları da bulundukları beldenin ahalisi için örnek olmalıydılar. Hiç kimse, memurun şahsında İslâm’a ve Hz. Peygamber’e söz getirmemeliydi.

4. Hz. Peygamber, memurlarının halka karşı anlayışlı, sempatik, müjdeleyici, güler yüzlü ve hoşgörü sahibi olmalarını arzu ediyordu. Böylece memurlar, halkın işini günü gününe ve hızla yürütmekle kalmayıp, davranışlarıyla da örnek olacaklar, adeta bir mürşid ve mübelliğ, bir öğretmen durumunda olacaklardı. Problemlerinin dirayetli, özü-sözü bir, vicdanlı, merhametli, şefkatli, sevimli devlet adamlarınca çözümlendiğini gören halkın, İslâm devletine ve onun lideri olan Hz. Muhammed’e (s.a.v.) güvenleri artacak, sadakat ve bağlılıkları kuvvetlenecekti. O’nun bu konudaki talimatı şudur: “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!” (Buhârî, İlim/11; Müslim, Cihad/5)

5. Hemen bu hadisten anladığımıza göre, Hz. Peygamber’in memurlarında, bürokratik engeller yoktur. Hz. Peygamber, milletin işini zorlaştıran, işleri kasıtlı olarak yavaşlatan, işi yürütmekle beraber halka karşı sert davranan, hatır-gönül inciten devlet memurlarına asla müsamaha etmezdi.

Bir duası, bu konuya ışık tutar:“Allah’ım! Her kim, ümmetimin işinden bir şeyi üzerine alır da onlara meşakkat verirse, sen de ona meşakkat ver. Her kim de, ümmetimin işlerinden bir şeyi üzerine alıp onlara lütuf ve merha­metle muamele ederse, sen de ona lütuf ve merhametle muamele yap!” (Müslim, İmâre/19, Sofuoğlu Tercemesi, VI, 20)

6. Rasûl-i Ekrem’e göre halk hizmetlerinin yürütülmesi, bir çeşit sosyal cihaddı. Memurlar da bunu yürüten inançlı, dirayetli, bilgili-becerikli, iyi davranış sahibi, iyi niyetli kişilerdi. Hizmetini, bu duygu ve düşüncelerle yerine getiren bir memur, aynı zamanda ibâdet sevabına erişiyordu. Çünkü Cenâb-ı Hak, kullarının işlerini görüveren ve kolaylaştıran yetkililere, öteki dünyada kat kat mükâfat vaat ediyordu.

Zalim, kötü niyetli, işleri bile bile zorlaştıran, bozguncu, sevimsiz, merhametsiz kişiler ise, mükâfat yerine ceza göreceklerdi. Onlar, bu durumda herhangi bir ibâdet sevabını alamadıkları gibi, günah işlemiş de oluyorlardı.

7. Hz. Peygamber (s.a.v.), halk hizmetlerinde (valilik, zekât memurluğu vb.) görev almakta ısrar edip hırs gösterenleri, istihdam etmiyordu. Bunun sebebi, memuriyeti bir dünyalık gibi görmeyi önlemek, bu yolla kanunsuz kazanç peşinde koşulmasına engel olmak; kendisini dizginleyemeyen zayıf iradeli, macera düşkünü kişileri de devlet kademelerinden uzaklaştırmaktı.

Buna dair pek çok hadîs-i şeriften dördünü burada nakledelim:“Kim ki, âmme (toplum, millet, memleket) ile ilgili bir iş ister de bunda ısrarla tama’ ederse (hırs gösterirse), biz onu istihdam etmeyiz.” (Buhârî, İcâre/1; Müslim, İmâre/14; Şeyh Mansur Ali Nasıf, Tâc, çev. Bekir Sadak, III, 81)

“...Emânet/resmî görev hususunda da insanların hayırlısı, böyle bir göreve gelmeden emâneti hırsla istemeyen (fena gören) kişilerdir...” (Sahîh-i Buhârî, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IX, 215 vd. h. no: 1421)

8. Hırs gösterenin, devlet kademelerinde istihdâm edilmemesi durumu ile adam kayırma ya da iltimas denilen şey de önlenmiş oluyordu. Yani bir kimse, ne kadar arzu etse, hatta araya adam da koysa yine de istediği bir göreve gelemeyecekti. Çünkü bu, hak etmediği bir görevdi. Şayet hak ettiği bir vazife ise, zaten araya adam koymaya gerek yoktu. Nitekim bu anlamda, devlet idaresi ve devlet hizmetleri, emanete benzetilmiştir. Ve İslâm “emânetin korunması prensibini” getirmiştir.

Bununla ilgili bir hadis şöyledir:“Emanet zayi edildi mi, kıyameti bekle!” buyurmuş, “Emaneti zayi etmek nasıl olur?” diye sorulunca da: “İş, ehil olmayana verildi mi, kıyameti bekle!” demiştir. (Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, I, 67, h. no: 54)

Yine Ebû Zerr Hazretlerinden naklolunduğuna göre Sevgili Peygamberimiz, emirliğin “emânet” olduğunu belirtmiş “Emanetin gereğini yerine getirmeyenlerin, kıyamet gününde küçük düşeceklerini (rezil olacaklarını) ve pişman olacaklarını...” ifade buyurmuştur. (Müslim, İmâre/16 (VI, 18)

9. Hz. Peygamber (s.a.v.), istihdam ettiği memurunun zarurî ihtiyaçlarını devlet hazinesinden karşılıyor ve yetecek kadar da maaş veriyordu. Rasûl-i Ekrem Hazretleri, memuruna aile fertleriyle rahatça kalabileceği bir mesken sağlıyor, yani konut problemini hallediyor, ev işlerine yardım edecek bir hizmetçi için tahsisat ayırıyor, işyerine gidip gelebilmesi için bir binit veriyordu.

10. Hz. Peygamber (s.a.v.), isteyeni değil, liyakatli olanı seçmekle, seçtiğini de ekonomik bakımdan tatmin etmekle rüşvetin de önüne geçmiş oluyordu. Çünkü O, memuruna sosyal bir refah temin ettikten sonra alacağı her kuruşun “bir kusur, haddi tecavüz veya hırsızlık sayılacağını...” belirtiyordu. Devletin öngördüğü maaşın dışında, hizmeti yürütürken, ahaliden maddî bir şey sağlamak şöyle dursun, görev başında hediye kabulü bile yasaklanıyor, bunlar da bir çeşit rüşvet sayılıyordu. Bu konuda Müslim’de kaydolunan İbn Lütbiyye olayı fevkalâde anlamlıdır:

Rasûlullâh (s.a.v.), Esed Kabilesinden İbn Lütbiyye (r.a.) adlı kişiyi, zekât memuru tayin etmişti. Vazifesini tamamlayıp Medine’ye döndüğünde yanında çok eşya getirdi ve “Şu, size ait verilmiş zekât malıdır, şunlar ise bana hediye olarak verilmiştir” dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz, minbere çıkıp Cenâb-ı Hakka hamd ü sena ettikten sonra şöyle buyurdu:“Nasıl oluyor da bizim göndermiş olduğumuz bir vergi tahsildarı dönüp geliyor ve: ‘Bu size aittir ve şu ise benimkidir’ diyebiliyor. O, anasının yahut babasının evinde oturup kalsaydı da görseydi bakalım, kendisine herhangi bir hediye gelecek miydi?” (Müslim, İmâre/26-29)

Devlet malından bir iğne değerinde eşyayı bile zimmetine geçirenin büyük günah işlemiş olacağına dair Sevgili Peygamberimizin şu uyarısını da nakledelim:“Sizlerden her kimi bir işe tayin ettik de o da bir iğne ve daha yukarı değerde bir şeyi bizden gizledi ise, bu meblağ, kıyamet günü onun getireceği bir hıyanet ve hırsızlık metaı olmuştur.” (Müslim, İmâre/30 (VI, 30)

11. Hz. Peygamber, memurlarının maslahata göre gereken tedbirleri alabilecek ve içtimâî disiplini ayakta tutabilecek ruh yapısına sahip olmalarını arzu eder, zayıf olanları tayin etmezdi. Emirlik için adı geçen Ebû Zerr’e (r.a.) söylediği söz bu açıdan önemlidir.

12. Hz. Peygamber, memurlarının yüksek seviyede sorumluluk duygusuna sahip olmalarını ve adaletten ayrılmamalarını tembih ederdi. Bu konuda üç hadis nakledelim:

“Haberiniz olsun ki, hepiniz çobansınız ve idareniz altındakilerden sorumlusunuz. İnsanlar üzerinde yönetici olan kişi, bir güdücüdür ve güttüğünden sorumludur...” (Müslim, İmâre/20 (VI, 21)

“Adalet edenler, Allah (c.c.) katında nurdan minberler, yüksek menziller üzerinde olacaklardır. Bunlar kendi ahali ve idarelerinde bulunanlarla ilgili hükümlerinde her zaman adalet ederler.” (Müslim, İmâre/18 (VI, 19)

“Allah’ın, bir halk topluluğunu güdüp idare etmek vazifesini verdiği her kul, öleceği gün idare ettiklerine aldatıp zulmetmiş olarak ölürse, Allah (c.c.), ona Cennetini muhakkak haram kılacaktır.” (Müslim, İmâre/21 (VI, 22 vd); Müslim, Zekât/91 (III, 222)

13. Hz. Peygamber, memurlarının yüksek muhakeme gücüne, olayları iyi değerlendirme kabiliyetine, Kitâb ve Sünnetten hüküm çıkarmayı bilerek ictihâd yapabilme kuvvetine sahip olmalarını arzu ederdi.

14. Hz. Peygamber, memurlarının hizmet alanlarında mesai arkadaşları ile iyi geçinmeleri hususunda önemle durmuş, hizmet­te verimliliğin buna sıkı sıkıya bağlı olduğunu belirtmiştir.

Said b. Ebî Dürre (r.a.)’den, babasının şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Peygamber (s.a.v.), babam ile Hz. Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderdi ve kendilerine: ‘Her ikiniz de kolaylaştırın, güçleştirmeyin müjdeleyin, nefret ettirmeyin ve birbirinize uyun!’ dedi.” (Tâc, III, 102 (Buhârî-Müslim); IV, 705)