İSLAM'DA DEVLET ADAMININ KRİTERLERİ
Bundan 10
yıl kadar önce bir dostum benden talep ettiği için O’na Prof. Dr. Hüseyin
Algül’ün bir metninden yararlanarak bir çalışma göndermiştim.Bu çalışmayı
önemine binaen bu gün bu köşede sizlerle paylaşmak istedim.
Peygamber
Efendimiz (s.a.s), devlet kademelerine atama yaparken belli usûl ve kâideleri
göz önünde bulundurmuştur. Bu konuyu maddeler halinde açıklamaya çalışalım:
1. Hz.
Peygamber, memurlarında kuvvetli iman, takva ve sâlih amel arıyordu. Buna göre
onun memurları, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına titizlikle uyacaklardı; özü
sözü bir, davranışı düşüncesini doğrular bir şahsiyet sahibi olacaklardı.
2. Hz.
Peygamber, memurlarında ilmî dirayet arıyordu. Özellikle İslâm Hukuku (Fıkıh)
alanında ihtisas sahibi olmalarına dikkat ediyordu. Kur’ân ve Sünnet’in
inceliklerine vakıf olmalarını arzu ediyordu. O’nun memurları arasında, cahil
kimselere tesadüf edilmezdi. En azından İslâm’ın bütünü hakkında öz ve doğru
bilgiye sahip bulunurlardı.
3. Hz.
Peygamber, memurlarında İslâm düşüncesine samimiyetle bağlılık arardı. O’nun
memurları, bir İslâm idealisti idiler. Gittikleri yerlerde hizmet vermekte
oldukları kişilere, her yönüyle örnek olmakta idiler. Nasıl ki, Hz. Muhammed
(s.a.v.), ümmetin bütünü için örnekse, memurları da bulundukları beldenin
ahalisi için örnek olmalıydılar. Hiç kimse, memurun şahsında İslâm’a ve Hz.
Peygamber’e söz getirmemeliydi.
4. Hz.
Peygamber, memurlarının halka karşı anlayışlı, sempatik, müjdeleyici, güler
yüzlü ve hoşgörü sahibi olmalarını arzu ediyordu. Böylece memurlar, halkın
işini günü gününe ve hızla yürütmekle kalmayıp, davranışlarıyla da örnek
olacaklar, adeta bir mürşid ve mübelliğ, bir öğretmen durumunda olacaklardı.
Problemlerinin dirayetli, özü-sözü bir, vicdanlı, merhametli, şefkatli, sevimli
devlet adamlarınca çözümlendiğini gören halkın, İslâm devletine ve onun lideri
olan Hz. Muhammed’e (s.a.v.) güvenleri artacak, sadakat ve bağlılıkları
kuvvetlenecekti. O’nun bu konudaki talimatı şudur: “Kolaylaştırınız,
güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!” (Buhârî, İlim/11; Müslim,
Cihad/5)
5. Hemen bu
hadisten anladığımıza göre, Hz. Peygamber’in memurlarında, bürokratik engeller
yoktur. Hz. Peygamber, milletin işini zorlaştıran, işleri kasıtlı olarak
yavaşlatan, işi yürütmekle beraber halka karşı sert davranan, hatır-gönül
inciten devlet memurlarına asla müsamaha etmezdi.
Bir duası,
bu konuya ışık tutar:“Allah’ım! Her kim, ümmetimin işinden bir şeyi üzerine
alır da onlara meşakkat verirse, sen de ona meşakkat ver. Her kim de, ümmetimin
işlerinden bir şeyi üzerine alıp onlara lütuf ve merhametle muamele ederse,
sen de ona lütuf ve merhametle muamele yap!” (Müslim, İmâre/19, Sofuoğlu
Tercemesi, VI, 20)
6. Rasûl-i
Ekrem’e göre halk hizmetlerinin yürütülmesi, bir çeşit sosyal cihaddı. Memurlar
da bunu yürüten inançlı, dirayetli, bilgili-becerikli, iyi davranış sahibi, iyi
niyetli kişilerdi. Hizmetini, bu duygu ve düşüncelerle yerine getiren bir
memur, aynı zamanda ibâdet sevabına erişiyordu. Çünkü Cenâb-ı Hak, kullarının
işlerini görüveren ve kolaylaştıran yetkililere, öteki dünyada kat kat mükâfat
vaat ediyordu.
Zalim, kötü
niyetli, işleri bile bile zorlaştıran, bozguncu, sevimsiz, merhametsiz kişiler
ise, mükâfat yerine ceza göreceklerdi. Onlar, bu durumda herhangi bir ibâdet
sevabını alamadıkları gibi, günah işlemiş de oluyorlardı.
7. Hz.
Peygamber (s.a.v.), halk hizmetlerinde (valilik, zekât memurluğu vb.) görev
almakta ısrar edip hırs gösterenleri, istihdam etmiyordu. Bunun sebebi,
memuriyeti bir dünyalık gibi görmeyi önlemek, bu yolla kanunsuz kazanç peşinde
koşulmasına engel olmak; kendisini dizginleyemeyen zayıf iradeli, macera
düşkünü kişileri de devlet kademelerinden uzaklaştırmaktı.
Buna dair
pek çok hadîs-i şeriften dördünü burada nakledelim:“Kim ki, âmme (toplum,
millet, memleket) ile ilgili bir iş ister de bunda ısrarla tama’ ederse (hırs
gösterirse), biz onu istihdam etmeyiz.” (Buhârî, İcâre/1; Müslim, İmâre/14;
Şeyh Mansur Ali Nasıf, Tâc, çev. Bekir Sadak, III, 81)
“...Emânet/resmî
görev hususunda da insanların hayırlısı, böyle bir göreve gelmeden emâneti
hırsla istemeyen (fena gören) kişilerdir...” (Sahîh-i Buhârî, Tecrîd-i Sarîh
Tercemesi, IX, 215 vd. h. no: 1421)
8. Hırs
gösterenin, devlet kademelerinde istihdâm edilmemesi durumu ile adam kayırma ya
da iltimas denilen şey de önlenmiş oluyordu. Yani bir kimse, ne kadar arzu
etse, hatta araya adam da koysa yine de istediği bir göreve gelemeyecekti.
Çünkü bu, hak etmediği bir görevdi. Şayet hak ettiği bir vazife ise, zaten
araya adam koymaya gerek yoktu. Nitekim bu anlamda, devlet idaresi ve devlet
hizmetleri, emanete benzetilmiştir. Ve İslâm “emânetin korunması prensibini”
getirmiştir.
Bununla
ilgili bir hadis şöyledir:“Emanet zayi edildi mi, kıyameti bekle!” buyurmuş,
“Emaneti zayi etmek nasıl olur?” diye sorulunca da: “İş, ehil olmayana verildi
mi, kıyameti bekle!” demiştir. (Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, I, 67,
h. no: 54)
Yine Ebû
Zerr Hazretlerinden naklolunduğuna göre Sevgili Peygamberimiz, emirliğin
“emânet” olduğunu belirtmiş “Emanetin gereğini yerine getirmeyenlerin, kıyamet
gününde küçük düşeceklerini (rezil olacaklarını) ve pişman olacaklarını...”
ifade buyurmuştur. (Müslim, İmâre/16 (VI, 18)
9. Hz.
Peygamber (s.a.v.), istihdam ettiği memurunun zarurî ihtiyaçlarını devlet
hazinesinden karşılıyor ve yetecek kadar da maaş veriyordu. Rasûl-i Ekrem
Hazretleri, memuruna aile fertleriyle rahatça kalabileceği bir mesken sağlıyor,
yani konut problemini hallediyor, ev işlerine yardım edecek bir hizmetçi için
tahsisat ayırıyor, işyerine gidip gelebilmesi için bir binit veriyordu.
10. Hz.
Peygamber (s.a.v.), isteyeni değil, liyakatli olanı seçmekle, seçtiğini de
ekonomik bakımdan tatmin etmekle rüşvetin de önüne geçmiş oluyordu. Çünkü O,
memuruna sosyal bir refah temin ettikten sonra alacağı her kuruşun “bir kusur,
haddi tecavüz veya hırsızlık sayılacağını...” belirtiyordu. Devletin öngördüğü
maaşın dışında, hizmeti yürütürken, ahaliden maddî bir şey sağlamak şöyle
dursun, görev başında hediye kabulü bile yasaklanıyor, bunlar da bir çeşit
rüşvet sayılıyordu. Bu konuda Müslim’de kaydolunan İbn Lütbiyye olayı fevkalâde
anlamlıdır:
Rasûlullâh
(s.a.v.), Esed Kabilesinden İbn Lütbiyye (r.a.) adlı kişiyi, zekât memuru tayin
etmişti. Vazifesini tamamlayıp Medine’ye döndüğünde yanında çok eşya getirdi ve
“Şu, size ait verilmiş zekât malıdır, şunlar ise bana hediye olarak
verilmiştir” dedi.
Bunun
üzerine Peygamberimiz, minbere çıkıp Cenâb-ı Hakka hamd ü sena ettikten sonra
şöyle buyurdu:“Nasıl oluyor da bizim göndermiş olduğumuz bir vergi tahsildarı
dönüp geliyor ve: ‘Bu size aittir ve şu ise benimkidir’ diyebiliyor. O,
anasının yahut babasının evinde oturup kalsaydı da görseydi bakalım, kendisine
herhangi bir hediye gelecek miydi?” (Müslim, İmâre/26-29)
Devlet
malından bir iğne değerinde eşyayı bile zimmetine geçirenin büyük günah işlemiş
olacağına dair Sevgili Peygamberimizin şu uyarısını da nakledelim:“Sizlerden
her kimi bir işe tayin ettik de o da bir iğne ve daha yukarı değerde bir şeyi
bizden gizledi ise, bu meblağ, kıyamet günü onun getireceği bir hıyanet ve
hırsızlık metaı olmuştur.” (Müslim, İmâre/30 (VI, 30)
11. Hz.
Peygamber, memurlarının maslahata göre gereken tedbirleri alabilecek ve içtimâî
disiplini ayakta tutabilecek ruh yapısına sahip olmalarını arzu eder, zayıf
olanları tayin etmezdi. Emirlik için adı geçen Ebû Zerr’e (r.a.) söylediği söz
bu açıdan önemlidir.
12. Hz.
Peygamber, memurlarının yüksek seviyede sorumluluk duygusuna sahip olmalarını
ve adaletten ayrılmamalarını tembih ederdi. Bu konuda üç hadis nakledelim:
“Haberiniz
olsun ki, hepiniz çobansınız ve idareniz altındakilerden sorumlusunuz. İnsanlar
üzerinde yönetici olan kişi, bir güdücüdür ve güttüğünden sorumludur...”
(Müslim, İmâre/20 (VI, 21)
“Adalet
edenler, Allah (c.c.) katında nurdan minberler, yüksek menziller üzerinde
olacaklardır. Bunlar kendi ahali ve idarelerinde bulunanlarla ilgili
hükümlerinde her zaman adalet ederler.” (Müslim, İmâre/18 (VI, 19)
“Allah’ın,
bir halk topluluğunu güdüp idare etmek vazifesini verdiği her kul, öleceği gün
idare ettiklerine aldatıp zulmetmiş olarak ölürse, Allah (c.c.), ona Cennetini
muhakkak haram kılacaktır.” (Müslim, İmâre/21 (VI, 22 vd); Müslim, Zekât/91
(III, 222)
13. Hz.
Peygamber, memurlarının yüksek muhakeme gücüne, olayları iyi değerlendirme
kabiliyetine, Kitâb ve Sünnetten hüküm çıkarmayı bilerek ictihâd yapabilme
kuvvetine sahip olmalarını arzu ederdi.
14. Hz.
Peygamber, memurlarının hizmet alanlarında mesai arkadaşları ile iyi
geçinmeleri hususunda önemle durmuş, hizmette verimliliğin buna sıkı sıkıya
bağlı olduğunu belirtmiştir.
Said b. Ebî
Dürre (r.a.)’den, babasının şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Peygamber
(s.a.v.), babam ile Hz. Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderdi ve kendilerine: ‘Her
ikiniz de kolaylaştırın, güçleştirmeyin müjdeleyin, nefret ettirmeyin ve
birbirinize uyun!’ dedi.” (Tâc, III, 102 (Buhârî-Müslim); IV, 705)