01 Mart 2023

İslam'ın Sadr-Evvelinden Hükümet

Hz. Peygamber bir medeniyet peygamberi idi. Hicretle geldiği Yesrib’de Medine kuran peygamber bir sosyolojik ve kültürel kitleyi, bir toplumu yeni bir tarihin zemini haline getiriyor; Müslümanların ötekini de içine alarak kuracağı nizamın temel numunesini teşekkül ettiriyordu. Bu toplum yapısı üzerinde oluşan devlet nizamı Peygamberin getirdiği adalet mihverinde gelişiyor ve gelecekte oluşacaklar için bir örneğe dönüşüyordu. Mescid-i Nebevi merkezinde oluşan yeni şehir ise başka bir medeniyet numunesi olarak ortaya çıkıyordu. Böylede Medine bir temeddün tarihinin merkez mekânı olarak oluşuyordu. İşte bu süreçte oluşan yapı sonrasında da ilk Müslümanların hayatında belirli çerçevelerin oluşmasını sağladı ki Hulefa-yı Raşidin devresinde devlet ve hükümet anlayışından bu özellikler çok aşikâr görünmektedir.

Bu ilk devirdeki anlayış aslında devlet felsefesi açısından tarihi olmanın ötesi öz niteliği taşıyan bazı hususları göstermektedir. Bunları doğru anlamak ve değerlendirmek gelecek adına millet-devlet hayatı adına faydalı da olacaktır. Zira tarihsiz kalmak talihsizliktir.

Bunlardan ilki halifelerin yönetimi bir ilke meselesi olarak görerek usul konusunda esnek bir tavır sergilemeleridir. Bilindiği üzere bilinen manada bir devlet yapısı ve geleneğine sahip olmayan ilk Müslüman Arapların, İslam sonrası dönemde bir örneklik olarak, dünya çapından eski zamanlardan itibaren görülen verasete dayalı aile iktidarı düzenine alaka göster­memeleri, bu konuda bir düzen kurmamaları önemli bir gelişmedir. Dört halifeden hiçbiri, ölümünden sonra yerine geçecek kimseyi belirlerken kendi ailesinden birini düşünmedi. Bu bakımdan modern zamanların özellikle bölgemizde görülen anomalileri bakımından bu anlayışın dikkatle düşünülmesi zaruridir. Burada önemli olanın ne olduğunun farkına varmak kültür ve tarihimizin hayatımızda yeniden ihyası ve hayatı ıslahı bakımından değerlidir. Zira bu manada kurulan şebekelerin bir medeniyeti nasıl derbeder ettiği ve değerlerin değersizleşmesinin hanedanları nasıl enkaza çevirdiğine tarih şahittir. İbn Haldun da Mukaddimesinde bunu anlatır.

İkinci olarak çok önemli bir mesele Allah ile onun adına temsil konusudur. Bu mesele bugün çok zayiat verilen bir meseledir. Bu ilk dönemlerde İktidarını doğru­dan Allah’tan aldığı, böylece yeryüzünde O’nun temsilcisi durumunda olduğunu iddia eden bir otorite anlayışı bu devrede hiçbir zaman olmadı. Allah adına sözünü tartışılmaz kılan fitne İslam’ın ilk devirlerinde cari değildir. İlk Müslüman idareciler yürüt­me, yargı ve belirli ölçüde yasama yetkisine sahip olmakla birlikte İslâm’ın temel kaynaklarına istinat eden bir iktidara sahip olduklarının farkındaydılar. Bu konu günümüzde yaşanan pek sorun açısından dikkatle düşünülmesi gereken bir takın ilkelerin oluşmasında faydalı olacaktır diye düşünüyoruz.

Devlet yönetme yetkisi ile şahsi gerçeklerin ayrılması devletin varlığı ve oluşumu açısından hükümetler açısından çok hayati bir konudur. İlk Halifeler devletin ve toplumun menfaatleriyle şahsi menfaatlerini birbirinden ayı­rabilen idealist insanlardı. Bu konuda Allah adına hükmetmenin istismar edilip bu noktada yaşanan yozlaşmalara karşı dünden bugüne çok önemli misaller olduğunu ifade ile yetinelim.

İlk dönemde toplum mutabakatı son derece önemsendi. Zira devletin anlamlı hale gelmesi de bu manadaki bir müşterek bakış açısına dairdir. Onlar, İslâm’ın temel ilkelerinden danışmayı en güçlü ve yerinde kullanarak devletin şûra ve biat/mutabakat esaslarında yapılanmasını sağladılar. Böylece devlet şahısların değil ilkelerin devleti oldu ki modern zamanların devlet ile tahakkukuna çalıştığı şeyde burada saydıklarımızdan farklı değil.

Tarihin bu sözleri özümüze dair, bunlardan mahrumiyet tarihten mahrumiyettir. Bir medeniyet hayali olanlar içinse bunlar değerlidir. Konu tahakküm ve iktidar ise çıkarların gölgesinde bir başka tarihin izlerini aramak gerekmez mi?

Vesselam