İslam'ın Sadr-Evvelinden Hükümet
Hz. Peygamber bir medeniyet peygamberi idi. Hicretle geldiği Yesrib’de Medine kuran peygamber bir sosyolojik ve kültürel kitleyi, bir toplumu yeni bir tarihin zemini haline getiriyor; Müslümanların ötekini de içine alarak kuracağı nizamın temel numunesini teşekkül ettiriyordu. Bu toplum yapısı üzerinde oluşan devlet nizamı Peygamberin getirdiği adalet mihverinde gelişiyor ve gelecekte oluşacaklar için bir örneğe dönüşüyordu. Mescid-i Nebevi merkezinde oluşan yeni şehir ise başka bir medeniyet numunesi olarak ortaya çıkıyordu. Böylede Medine bir temeddün tarihinin merkez mekânı olarak oluşuyordu. İşte bu süreçte oluşan yapı sonrasında da ilk Müslümanların hayatında belirli çerçevelerin oluşmasını sağladı ki Hulefa-yı Raşidin devresinde devlet ve hükümet anlayışından bu özellikler çok aşikâr görünmektedir.
Bu ilk
devirdeki anlayış aslında devlet felsefesi açısından tarihi olmanın ötesi öz
niteliği taşıyan bazı hususları göstermektedir. Bunları doğru anlamak ve
değerlendirmek gelecek adına millet-devlet hayatı adına faydalı da olacaktır.
Zira tarihsiz kalmak talihsizliktir.
Bunlardan
ilki halifelerin yönetimi bir ilke meselesi olarak görerek usul konusunda esnek
bir tavır sergilemeleridir. Bilindiği üzere bilinen manada bir devlet yapısı ve
geleneğine sahip olmayan ilk Müslüman Arapların, İslam sonrası dönemde bir
örneklik olarak, dünya çapından eski zamanlardan itibaren görülen verasete
dayalı aile iktidarı düzenine alaka göstermemeleri, bu konuda bir düzen
kurmamaları önemli bir gelişmedir. Dört halifeden hiçbiri, ölümünden sonra
yerine geçecek kimseyi belirlerken kendi ailesinden birini düşünmedi. Bu
bakımdan modern zamanların özellikle bölgemizde görülen anomalileri bakımından
bu anlayışın dikkatle düşünülmesi zaruridir. Burada önemli olanın ne olduğunun
farkına varmak kültür ve tarihimizin hayatımızda yeniden ihyası ve hayatı
ıslahı bakımından değerlidir. Zira bu manada kurulan şebekelerin bir medeniyeti
nasıl derbeder ettiği ve değerlerin değersizleşmesinin hanedanları nasıl enkaza
çevirdiğine tarih şahittir. İbn Haldun da Mukaddimesinde bunu anlatır.
İkinci olarak
çok önemli bir mesele Allah ile onun adına temsil konusudur. Bu mesele bugün
çok zayiat verilen bir meseledir. Bu ilk dönemlerde İktidarını doğrudan
Allah’tan aldığı, böylece yeryüzünde O’nun temsilcisi durumunda olduğunu iddia
eden bir otorite anlayışı bu devrede hiçbir zaman olmadı. Allah adına sözünü
tartışılmaz kılan fitne İslam’ın ilk devirlerinde cari değildir. İlk Müslüman
idareciler yürütme, yargı ve belirli ölçüde yasama yetkisine sahip olmakla
birlikte İslâm’ın temel kaynaklarına istinat eden bir iktidara sahip
olduklarının farkındaydılar. Bu konu günümüzde yaşanan pek sorun açısından
dikkatle düşünülmesi gereken bir takın ilkelerin oluşmasında faydalı olacaktır
diye düşünüyoruz.
Devlet
yönetme yetkisi ile şahsi gerçeklerin ayrılması devletin varlığı ve oluşumu
açısından hükümetler açısından çok hayati bir konudur. İlk Halifeler devletin
ve toplumun menfaatleriyle şahsi menfaatlerini birbirinden ayırabilen idealist
insanlardı. Bu konuda Allah adına hükmetmenin istismar edilip bu noktada
yaşanan yozlaşmalara karşı dünden bugüne çok önemli misaller olduğunu ifade ile
yetinelim.
İlk dönemde
toplum mutabakatı son derece önemsendi. Zira devletin anlamlı hale gelmesi de
bu manadaki bir müşterek bakış açısına dairdir. Onlar, İslâm’ın temel
ilkelerinden danışmayı en güçlü ve yerinde kullanarak devletin şûra ve biat/mutabakat
esaslarında yapılanmasını sağladılar. Böylece devlet şahısların değil ilkelerin
devleti oldu ki modern zamanların devlet ile tahakkukuna çalıştığı şeyde burada
saydıklarımızdan farklı değil.
Tarihin bu
sözleri özümüze dair, bunlardan mahrumiyet tarihten mahrumiyettir. Bir
medeniyet hayali olanlar içinse bunlar değerlidir. Konu tahakküm ve iktidar ise
çıkarların gölgesinde bir başka tarihin izlerini aramak gerekmez mi?
Vesselam