22 Şubat 2016

İsmet Özel ve Tımar Sistemi

Uzun zamandır İslâmî cenahta bir iktisat düşüncesi arayışı görülmüyor. Bunun nedeni sermayenin son dönemde yapısal anlamda değişiyor görüntüsü vermesidir. Genel söylem sermaye sınıfının içindeki çatlamaya ve el değiştirmeye işaret ediyor. Çatlamanın kutupları da “Kemalist-lâik sermaye” ile “Anadolu-yerli sermaye” gibi adlandırmalarla anılıyor. Bu adlandırmayı kabul etmeli miyiz?

Erken Cumhuriyet sermayesinin kurduğu dernek, üyeliğe kabul prosedürünü sıkı tutmaktadır. Capital Dergisi'nin 2002 tarihli bir araştırmasına göre TÜSİAD'a üye olmayan işadamlarının en önemli gerekçesini aidatlarının yüksekliği oluşturuyor. TÜSİAD'ın 2013 faaliyet raporunda 597 üye görünüyor. Aynı raporda, TÜSİAD'ın aidatı 28 bin TL ve dernek gelir hedefi ise 17 milyon TL.

TÜSİAD'ın kendi internet sitesinde verdiği bilgilere göre TÜSİAD üyelerinin ürettiği katma değer, Türkiye'de kamu dışında üretilen katma değerin yaklaşık yarısına denk gelmektedir. TÜSİAD üye kuruluşları toplam dış ticaretin %80'ini gerçekleştiriyor.

MÜSİAD'ın ise binlerce işletmesinin faaliyet/cirosunun milli gelirdeki payı yüzde 10'dur.

TÜSİAD Görüş Dergisi 2010/64. sayısında Ayşe Buğra “Türkiye'de Devlet ve İşadamları” başlıklı çalışmasında incelediği kesimin, TÜSİAD'da örgütlenmiş sermaye olduğuna işaret eder. Bu sermayenin devletten bağımsız hareket edebildiğine, özerkleştiğine vurgu yapar.

Ayşe Buğra, söyleşisinin devamında üretim örgütlenmesinin değiştiğine de işaret ediyor. O'na göre dikey entegrasyon modeli ile örgütlenmiş şirket modeli terkedilmektedir. 1980 sonrasında “post-Fordizm”, “esnek üretim” gibi kavramlarla gelen değişimle üretim sürecinin farklı aşamalarını birbirinden ayırmak ve bu değişik aşamaları değişik mekanlarda üretme imkanı ortaya çıkıyor. “Post Fordist üretim modeli ve sanayi sonrası toplum” şeklinde belirginleşen iki olgu, eski merkezin (İstanbul) statüsünü muhafaza ediyor. “Esnek üretim literatürü çerçevesinde, küresel meta zincirleri içinde farklı merkezlerin rolleri üzerinde durulmalıdır (Üretim zincirinde imalatçı montaj mı yapıyor? Parça mı üretiyor? Bütün ürünü mü üretiyor? Kendi markasıyla mı üretiyor? Kendisi mi satıyor?). Buğra'ya göre pazar bağlantısını hâlâ eski merkez (İstanbul sermayesi) kuruyor.

Ayrıca, Ayşe Buğra iki önyargıya itiraz ediyor: 1) “Erken Cumhuriyet döneminde burjuvazi devlet eliyle yaratıldı, yeni burjuvazi ise kendi kendine rekabetçi ortamda gelişti” varsayımı yanlıştır; 2) “Yerel merkezlerde sermaye oluşuyor ve buradan büyük işadamları çıkıyor” tezi de gerçekliği yansıtmıyor.

Buğra'nın söyledikleri Türkiye'de sermayenin küresel entegrasyona girecek büyüklüğe erişmediği takdirde devlet tarafından şekillendirildiği yönündedir. Fakat “devletten özerk” sermayenin küresel sermaye ile de özerk bir ilişki kurabildiği söylenebilir mi?  

Diğer taraftan devletin muhafazakâr sermaye üzerindeki vesayet ilişkisini kabul edersek bunu tımar modeline benzetebilir miyiz?

İsmet Özel, 09.03.2001 tarihli “Sanayi ve finans alanında tımar” başlıklı yazısında tımar modelinin Batı kapitalizmi ile okunabilirliğine işaret etmişti:

“Uzun yıllar önce (...) Türkiye eğer ekonomik gelişme ve ilerlemenin kendine mahsus bir yolunu arıyorsa bunu tımar sistemini günümüze uyarlamak suretiyle bulabileceğini yazmıştım (...) Sanayi ve finans alanında “tımar” önermenin herkese ne derecede fantezi geleceğini fark edebilecek derecede gerçekçiyim. Nitekim bunu bir kez yazmakla yetindim (...) Ben bu fikrimde ısrar etmeli, söylediklerimi yüksek tonda bir sesle tekrar etmeliymişim. Çünkü geçenlerde Federal Almanya'nın özelleştirme uygulaması sırasında fabrikaları sattığı iş adamlarına ileri sürdüğü şartlardan kısmen de olsa haberdar olunca Almanların özelleştirme etiketi altında tımar sistemini modern şartlarda yürürlüğe koymaktan fazla bir şey yapmadıkları düşüncesine ermiş oldum.”

Türkiye'de imalat ve finans sektöründe tımar üzerinden yürütülen “İslâm iktisadı” çalışması okuduğumu hatırlamıyorum.

İsmet Özel keşke  “sanayi ve finans alanında tımar” önerisinin muhtevasını güçlendirseydi.