24 Nisan 2016

İstanbul baharda bir başka güzel

İSTANBUL VE ERGUVAN

Uzaklardan gelen insanlara sorarız bazen “ Yediğin içtiğin senin olsun bize gördüklerini anlat” diye. Anlatılacak o kadar çok şey vardır ama anlatılamaz. Kısa ve net bir cümle ile geçiştirilir genellikle. “Anlatamam görmeniz lazım” ya da “İfade edemem yaşamanız lazım”

DSC09097

İstanbul'da işte böyle bir şehir. Her mevsimi ayrı güzel de nasıl anlatabilirsiniz baharı. Önce erik ağaçları beyaz elbiseleriyle göz kırpar ve hemen ardından mimozalar el sallar o güzelim sarı çiçekleriyle.  Sümbüller, erguvanlar, laleler, mor salkımlar, beyaz - sarı papatyalar ve güller yıllardır renkten renge boyamakta İstanbul'u. İğde ve ıhlamuru da unutmamak lazım. O güzel kokularıyla bahar sofrasının tatlısı ve kahvesi olurlar adeta.

Bu güzellik nice şairlere, yazarlara, bestekârlara ilham olmuş ve şiir, roman, hikaye, şarkı olarak, aşk olarak çıkmıştır karşımıza. Her çiçek ayrı güzelde ben erguvandan bahsedeceğim bu yazımda size.

Bir masal ağacı

Erguvan ağacı eflatun renkli çiçekleriyle sizi masallar diyarına götürür. Hikayesine göre yıllar yıllar önce rengi beyazmış. Hristiyan Batı kültüründe sık sık işlenmiş trajik bir hikayesi vardır erguvan ağacının: Havarilerinden biri (Yahudi) Hz. İsa'ya ihanet eder ve sonra da pişman olur. Bu pişmanlık onu ölüm düşüncesine sürükler; kendini erguvan ağacının dalına asar. Bunu sindiremeyen erguvanın önceleri beyaz olan çiçekleri utancından kırmızı/pembeye dönüşür. Bundandır ki, Latince ismi cercis siliquastrum olan erguvan ağacına Hıristiyanlar Yahuda (Juda) ağacı derler. Günümüzde çok nadir de olsa hala beyaz renkli erguvanlara rastlamak mümkün.

İstanbul'a en çok yakışan renktir erguvan. Nisan ayı erguvan ayıdır İstanbul ve İstanbullu için. Boğaza sayısız seferler düzenlenir karşı kıyılarda ki o eşsiz güzelliği seyretmek için. Fotoğrafçılar her yıl aynı heyecanla basarlar deklanşörlerine.

Erguvan şiirlere, yazılara, şarkılara konu olmuş

Halit Polatgenç “Edebiyatımızda erguvan” adlı yazısında ne de güzel anlatır erguvanı. “Edebiyat tarihimizde bir gül ve lale kadar olmasa da şairlerin şiirlerinde yer almıştır. Özellikle de Osmanlı Devleti'nin en ihtişamlı döneminin şairi Baki, erguvanı bütün güzelliği ve debdebesiyle şiirine koyar ve gül harmanını yakmak, gülün saltanatına son vermek (belki de güle rengini vermek) için erguvanların nasıl tutuştuğunu anlatır:

"Ergavanlar tutuşup hirmen-i gül yanmağ içün
Gülistan mülküne ateş kodu yer yer lale."

Baki, erguvan üzerine dökülmüş yağmur damlalarını görünce bunun inci ve yakutla süslü bir fidan sanır. Adeta, gülün pabucunu dama atıp, laleyi de arka plana iterek erguvanı yüceltir. Devletin zirvelerde pervaz ettiği bir zaman diliminde Baki, bu en saltanatlı ağaçla süsler şiirlerini:

"Dür ü yakut ile bir nahl-i murassa sandum
Ergavan üzre dökilmiş katerat-ı emtar."

Tanpınar, Fuzuli ile Baki arasında bir kıyaslama yaparken, Baki'nin erguvan sevgisini şöyle anlatır: "Baki renkliyi, parıltıyı ve kıymetli olanı sever. Onun hiçbir riyazeti yoktur. Düşünün ki, ağaçlar içinde en çok sevdiği, kendi başına bir sefahat olan erguvandır. Baki, sadece bu ağacı sevmekle kalmaz, sevgilisini erguvani elbiselerle bile giydirir.”

Aşık Kul Mehmed ise erguvanı sadece cismiyle ele alır:

"Misal-i Revza'dır Cennet-i Rıdvan 
Firdevs bahçesine bezemiş cihan 
Kırmızı hülleler giymiş erguvan
Servi dalı başın sallar durmayıp." Diyerek vurur sazın tellerine.

Yahya Kemal "Beklemem Fecrini leylaklar açan nisanın,
Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın."
mısralarıyla bahçelerden uzak geçen bir ömrün hüzününü iliklerine kadar duyup özlemezmiş gibi görünerek Boğaz yamaçlarında erguvanların hasretini yüreğine gömmüştür.

Erguvan ağacı pembe renkli çiçeklerini, nisan ikinci yarısından itibaren tüm cömertliği ile salıverir. Yıldız Korusu, Emirgan Korusu, Boğaziçi Üniversitesi'nin ve Amerikan Kız Koleji'nin bahçeleri, Kuruçeşme sırtlarındaki Hatice Sultan Korusu, Küçükbebek'te Arif Paşa Korusu, Anadolu yakasında Beykoz Ormanları, Paşabahçe'de Tepeüstü, Hidiv Kasrı'nın denize bakan yamaçları, Fethi Paşa Korusu, Küçüksu sırtlarındaki Sevda Tepesi, Kandilli'de Cemile Sultan Korusu. Bunlar Boğaz'ın yeşil süsleridir. Nisan ayının ikinci yarısından sonra, bu yeşilliklere bir de erguvan ağaçlarının pembesi eklenir. Bir renk cümbüşü kopar gider.

Ulkar Cenger şiirinde bu güzelliği nasıl anlatıyor bakın:

 

“Bu bahar başka bahar
Erguvanlar,
Boğazdan su içen kuğulara benzer,
Dalgındır,
Mutludur.
Gün saymadadır bütün gün,

Erguvanlar sahile inmiş kadınlara benzer.

Şuh kahkaha yankılanıyor Üsküdar önlerinde,
Şu geçen belki Ülkü,
Halinde mısraların şen dansı var,
Mahsun beni bekleyen, sabırlı istekli ama!
Erguvanlar öpüşen kadınlar gibi,
Pembe, pembe, hep pembe”

Bu güzel ağaç için dernek bile kuruldu

Günümüzde Erguvan deyince kafalarda önce eflatun, mor renkler canlanır hemen ardından ise Hüseyin Emiroğlu ismi gelir. Emiroğlu arkadaşlarıyla kurduğu Erguvan derneği ile İstanbul'da bir farkındalık oluşturdu. Oluşturduğu kamuoyu ile dikkatleri çekmeyi başardı. İstanbul'da binlerce yeni erguvan fidanı dikildi. Belediye otobüslerin renginin bile erguvan olmasını sağladı.

Sergisi de var

Erguvan Derneği Başkanı Hüseyin Emiroğlu'nun öncülüğünde Erguvan Sergisi düzenleniyor.

Bu yıl 10. kez düzenlenen "Geleneksel Erguvan İstanbul Sergisi" 18 Nisan Pazartesi günü Sultanahmet Meydanında bulunan Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi Sergi Salonunda açıldı. 
Bu yıl sakura ağacı serginin onur konuğudur. 
Farklı sanat dallarından bir birinden değerli eserlerin bulunduğu sergiyi gezmenizi tavsiye ediyorum. Sergi bu ayın sonuna kadar açık kalacaktır. Klasik ve modern sanat dallarından eserlerin sergilendiği sergide erguvanın her türlü halini görmeniz mümkün.

Bu güzel sergiye bendeniz de iki fotoğrafla katkıda bulundum.

333

444

222

111