05 Kasım 2016

İttihat-ı Terakki cemiyeti ve kendini fesh etmesi

Bugün; ülkemizin siyasi tarihinde çok önemli izler bırakan ve bundan 98 yıl önce, 5 Kasım 1918 tarihinde kendini feshederek tarihin sayfalarında yerini alan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden bahsedeceğiz.

 İttihat ve Terakkicilerin ilk siyasi faaliyeti bu cemiyete mensup bazı subayların isyan edip dağa çıkarak 2.Meşrutiyet'in ilanını sağlamalarıydı.Bu yüzden  2.Meşrutiyeti ve sonrasını anlamak için İttihat ve Terakki'yi anlamak ve yakından tanımak gerekir.

 ‘İttihat ve Terakki' Selanik'te 3. Ordu subaylarının girişimiyle kuruldu.Kurulduktan sonraki bu on yılın (1908-1918) tüm siyasal yaşamına egemen oldu. Tüm iddialarına rağmen Osmanlı Devleti'nde çoğulcu bir siyasal hayat oluşturdukları söylenemez.Aksine bu dönemi baştanbaşa kapsayan sıkıyönetim iklimi içinde İttihat ve Terakki'nin baskıcı ve komitacı yönetim anlayışı ülkede hakim olmuştur.

 İttihatçıların Fikir ve Eğilimleri:

 Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu'na göre  İttihat ve Terakki o günlerde değişik fikir ve eğilimlere sahip 360 bin kişiden oluşmaktadır.

 İttihat ve Terakki 1910'da 360 bin üyesi olan bir teşkilattı. İçinde çok değişik fikirler, eğilimler temsil ediliyordu. (Hanioğlu,2010)

 Çeşitli eğilim ve fikirlerin başında İttihatçıların pozitivizmin tesiriyle din ve dine dair değer ve geleneklere karşı olmaları geliyordu.Hatta İttihatçılar bu değerlerle mücadele halindeydiler.

 Prof. Dr. Cemil Koçak bu durumu şöyle izah eder: İttihat ve Terakki'nin entelektüellerinde İslam'ın gelişmeye mani bir din olduğu konusunda fikirler belirmeye başlıyor.“Bütün Müslüman toplumlara bakın.Hepsi o kadar geri kalmışlar ki İngilizlilerin Fransızların ya da başkasının kölesi haline girmek zorunda kalmışlar.Bunun nedenine biz baktığımız zaman İslam'ı görüyoruz” diyorlardı. (Koçak,2011)

 O dönemde Orduda hocalık yapan Konyalı Abdullah Fevzi Efendi, aynı tesbiti bizzat yaşayarak gözlemleyenlerdir:

 “Pek yakından dikkatle süzdüm.Ordu içinde Dinimize açıktan açığa tecavüz ve taarruz edenler ise dâimâ İttihat ve Terakki Fırkasına istinâd ediyorlar,Müslümanlığı, kendi gelişme ve ilerleme alanlarında, yollarını ve hızlarını kesen bir manevi set ve engel addediyorlardı (Koçkuzu,2011:48)

İttihatçıların Dış Odaklarla Müttefikliği

 İttihatçıların bir başka önemli özelliği dış odaklarla özellikle Osmanlı Devleti'ne düşman olan unsurlarla dost ve müttefik olmalarıydı.

 Nitekim İttihatçı kurmay, Meclisi Mebusan eski başkanı Halil Menteşe, mütareke günlerinde Malta'dan İngiliz başvekili Lord Curzon'a  yazdığı mektupta “Türk'ten daha sadık Boğazlar'a bekçi bulamazsınız. Gelin eski dostluğu ihya edelim” (Menteşe,1986:242) diyerek İngilizlere açıkça manda idaresi teklif etmişti.

 Bir başka ittihatçı kurmay Doktor Nazım da Yunanlı komitacıların işbirliği ve yardımı sayesinde kaçak olarak Osmanlı topraklarına girer.

 Yunanlılarla Cemiyet'in münasebeti iyi idi.Bunların Selanik'te bulunan komite azalarından bazıları ile görüşüldü.Doktoru Yunanistan'dan gizlice hududa sokarak Selanik'e getirmeyi taahhüt ettiler. Doktor Nazım'a Atina'da komitenin verdiği adres bildirildi. Yirmi beş gün sonra Doktor Nazım, huduttaki Rum köylerinden birine getirildi.Oradan alınıp arkadaş delaleti ile Selanik'e getirildi. (Menteşe,1986:122)

 Osmanlı Bankası'nı basan teröristlerden biri olan Ermeni komitacı Pastırmacıyan'ı dahi İttihatçılar mebus yapmışlardı.

 Pastırmacıyan Efendi, azılı Ermeni komitacılarından biriydi. Abdülhamit zamanında arkadaşları ile birlikte Osmanlı Bankası'na girerek oradan halk üzerine bombalar atmış; sonunda yakalanmış olduğu halde Rus Elçiliği'nin koruması sayesinde hiç bir ceza görmeksizin İstanbul'u terk etmiş biriydi.Bu Pastırmacıyan Efendi'yi ve İstanbul'daki Ermeni ayaklanmalarında onun suç ortağı olarak önemli rol oynayan Varteks Efendi'yi sırf Ermenilere bir dostluk eli uzatmak amacıyla İttihat ve Terakki Partisi kendi kadrosundan milletvekili seçtirtmişti. (Simavi,2006:96)

İttihatçıların Yönetim Anlayışı

 Kendilerini kutsal ve ayrıcalıklı saymaları, kendi dışlarında olan aydınları ‘hain', milleti ‘sersem' olarak nitelemeleri İttihatçıların yönetim anlayışının ayrılmaz bir parçasıdır.

İttihat ve Terakki kendisini vatan kurtaran bir örgüt olarak görmeye başlıyor. “Biz bu vatanı çöküş noktasında aldık, kurtardık” diyor. Kendisini “ruhu devlet”, “cemiyet-i mukaddese” gibi kendi üstünlüğünü belirleyen sıfatlarla anıyor ve kendisi dışındaki partilerin vatanseverliğini sorguluyor. “Bu ülkenin geleceği için en iyi kararları biz veririz. Bizim düşüncemize kararlarımıza itiraz etmek vatan hainliğiyle eş anlamlıdır.” diyorlardı.(Hanioğlu,2010)

 İttihat ve Terakki ayrıcalıklar istiyordu. Mesela, “Benim merkezimin çektiği tüm telgrafları bedava göndereceksiniz.Öncelik vereceksiniz, bir dakika bile geciktirilemeyecek,geciktirenler cezalandırılacaktır.” Diyorlardı.(Hanioğlu,2010)

 Kafalarında bir toplumsal model vardı.Toplum mühendisliği yapmak istiyorlar, halkı üzerinde çalışılması gereken bir kategori olarak görüyorlardı.

 İttihatçılar, kitleler için sıklıkla, ‘Pek bir şeyden anlamayan sersem adamlar' anlamında  ‘sebükmağzan' diye bir tabir kullanırlardı. (Hanioğlu,2010)

 Her ne kadar ‘Hürriyet istiyoruz' diyerek dağa çıkmış olsalar da İttihatçıların yönetim anlayışı tipik  ve kesif bir diktatörlükten başka bir şey değildi. Jakopen bir yaklaşımla memleketi idare etme peşindeydiler.

 İttihatçıların ileri gelenlerinden Halil Menteşe, “Meclis ihtirasa kapılıp memlekete muzır hal alınca  Devlet Reisi onu feshedebilmelidir.” (Menteşe,1986:159) kanaatindedir.

 İttihatçıların yönetim anlayışındaki bir metot da cebri müdahalelerle sonuca gitme çabasıydı.

 İttihatçılar 23 Ocak 1913'de ‘Babıâli Darbesi' denilen bir darbe ile Hükümet Merkezini basarak bazı bakanları öldürerek yönetime el koydular.

 Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, bu vaziyeti şöyle anlatır: Osmanlı yakın tarihinde ilk kez açtıkları çoğulculuğu kendi elleriyle kapayarak tekçi bir siyasal hayatta karar kılmışlardı. (Tunaya,1989,s.7)

 Cemal ve Enver Paşa gibi liderleri “Yap kanun yok kanun” gibi fikirler geliştirerek ülkeyi tamamen geçici kanunlarla yönetmişlerdi.Meclisi bir anlamda devre dışı bırakmışlardı. Padişahtan ve Hükümetten gizleyerek ülkeyi 1.Dünya Savaşına sokmuşlardı.

 İttihatçıların devlet yönetme tarzları da çeteci ve komitacı usullere dayanmaktaydı.

 Kendi getirdikleri adamlarla bile kısa zamanda anlaşmazlığa düşerlerdi. Bunlardan biri Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa idi.

 Hareket Ordusu Kumandanlığından itibaren nüfuzu gittikçe artan Mahmut Şevket Paşa'dan kurtulma zamanının geldiğine  inanan İttihad ve Terakki Cemiyeti Merkez-i Umuminin bir tertibi sonucu istifaya mecbur bırakılmıştı.

 İttihatçıların  ‘komitacı' yönetim tarzları karşısında tasfiye olanlardan biri de dönemin Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa idi.Halil Menteşe, Hatıralarında bunun bir örneğini şöyle anlatır:

 Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa'nın yanına Talat Bey ile birlikte gittik. Talat bu mühim işi yaparken “Ordunun başında  kalmaklığınızın memleket için çok hayırlı olacağı kanaatindeyiz.Tasfiyeyi  yap, kal”  diye çok ısrar etti. Talat artık sabredemedi. “Paşa, çekiliniz de yapacak adam gelsin” dedi. İzzet Paşa, ertesi gün (3 Ocak 1914) istifasını verip çekildi.(Menteşe,1986:181)

 Bir süre sonra Devleti yönetenler, İttihatçılardan kurtulmak pahasına tek tek görevlerinden istifa ederler.Bunlardan ilki Mahmut Şevket Paşa idi.

Mahmud Şevket Paşa Padişah'a “Ben bu adamlarla (Talat ve Cavid) teşriki mesai edemem. İstifamı takdim ediyorum” demişti. (Menteşe,1986:128)

 Sadrazam Said Paşa da Meclisten güvenoyu almasına rağmen görevinden kaçar gibi ayrılır.Gerekçesi manidardır.

 Said Paşa istifa edip istifasını bildirmek üzere Huzura çıktığında Padişahın  ona “Niçin istifa ettiniz? Size itimadları vardı” demesi üzerine  “Onların bana itimadları vardı, ama benim onlara itimadım yoktu” cevabını verir (İnal:1089)

 Ahmed İzzet Paşa ertesi gün çekilmesinden sonra yerine rütbesi tuğgeneralliğe yükseltilen Yarbay Enver Bey Harbiye Nazırı olur.4 Ocak 1914'te iki rütbe birden yükseltilerek Harbiye Nazırı olan Enver Paşa, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı ve birinci Dünya Savaşının yaklaştığı günlerde başkumandan vekili) olur.

 Enver Paşa'nın Harbiye Nezaretine atanmasına ilişkin haberin padişah üzerindeki etkisini Liman Von Sanders şöyle anlatıyor:Sultan o sabah odasında gazete okuyordu.Birdenbire elindeki gazeteyi düşürdü.Odada bulunan yaverine “Enver'in Harbiye Nazırı olduğunu okudum.Bu mümkün değil.O bu görev için henüz çok genç” der.Enver Paşa'nın Harbiye Nazırı olmasından sonra orduda  yapılan tasfiye şöyledir: 2 Müşir, 3 birinci Ferik(Orgeneral), 30 Ferik(Korgeneral), 95 Mirliva(Tuğ ve Tümgeneral), 184 Miralay(Albay),  236 Kaymakam (Yarbay). 236 binbaşı 4 Kolağası, 4 yüzbaşı 4(üsteğmen), 2 Mülazim(Teğmen)" (Sanders,1999:16)

 Padişahın otoritesine hürriyet için başkaldırdıklarını söyleyen İttihatçılar öylesine müstebit bir idareci kesilmişlerdir ki verdikleri kararlarla padişahlık makamını bile  sözü geçmez sembolik bir makam haline gelmişti.Bu diktatörlerden biri de İttihatçıların üç liderinden biri olan Cemal Paşaydı.

 Saraya  gelen heyetin Padişahla görüşmesini çok canlı bir şekilde anlatan Mabeyin Başkatibi Ali Fuat Bey,İstanbul muhafızı Cemal Bey'in Padişaha “Eğer zat-ı Şahane Salih Paşa'nın idamına irade vermezse, Ben irade  olmaksızın da onu asarım dediğini, yazmaktadır.(Türkgeldi,2010:103)

 İttihatçılar, adam öldürmeyi kendilerine bir siyaset etme yöntemi olarak seçmişlerdi.

 İttihatçıların en önemli özelliği adam öldürmeyi kendilerine bir siyaset etme yöntemi olarak seçmeleridir.Daha Cemiyetin kurulduğu ilk günlerde İttihatçıların önde gelenlerinden Talat Bey, Sultan 2.Abdülhamit'in öldürülmesinden bahseder.

 Meşrutiyetin ilanından iki buçuk sene kadar evvel bir yaz günü Millet Bahçesinde otururken Talat Bey “Arkadaşlar gazete ve mecmular dağıtmak ve okumakla bu iş bitmez.Bir cemiyet kuralım,efradımız çoğalınca İstanbul'a gidelim ve Sultan Hamid'i öldürelim demişti. (Menteşe,1986:121)

 İttihatçılar, 1908 Nizamnamesi'nde resmen ‘adam öldürmeyi' disiplin cezası olarak kabul etmişlerdi. Örgüt, gereğinde rahatça cinayet işleyebiliyordu.Adam öldürmenin nedenlerini de, ‘yurt çıkarlarına hizmet etmek, bu çıkarları korumak için' diye açıklıyorlardı. Yurt çıkarları ile İttihat ve Terakki'nin çıkarları ise özdeşti... Kim ki, İttihat ve Terakki örgütüne karşıydı, o muhakkak ‘yurt çıkarlarına' karşı biriydi.

 Nitekim kendilerine muhalif yazılar yazan üç önemli gazeteciyi sokak ortasında vurarak öldürmüşlerdi.

 İttihatçıların en çok çalıştığı insanlar eli kanlı katiller olan fedailerdi. Manastır'da Şemsi Paşa'yı vuran Teğmen Atıf Kamçıl, bunlardan biriydi.Paşa'nın katili Atıf Kamçıl, Cumhuriyet Döneminde de Çanakkale Milletvekili yapılarak ödüllendirilmişti.

 Cemil Filmer Bey'in Hatıraları'nda o dönemde Emniyette ‘Kısmı Siyasi'de çalışırken yaşadıklarını korkuyla anlatır:

 “Teşkilatın  kırk fedaisi vardı.Kışın sobanın başında toplanır dışarıda  gördükleri vazifeden dönünce, tabancalarının namlu dumanını bize doğru üflerlerdi.Gözlerini budaktan sakınmayan,gizli işler gören,muhalifleri yok eden, Rumelili korkunç adamlardı.(Koçak,2012:124)

 Dördüncü Orduda Cemal Paşa'nın emrinde çalışan Binbaşı Ali Fuat Erden de bu anlamda  yaşadığı bir hatırayı şöyle anlatır:

 Bir gün Halep valisinden şu telgraf geldi: "Bu gün çeteci Halil ve Ahmed Beyler beni  ziyaret ettiler. Diyarıbekir mıntıkasında taktil (katletme) islerinin bittiğini, Suriye'de de aynı işleri yapmak için geldiklerini, emre hazır olduklarını söylediler.Ben bu şahısları tevkif ettirdim.Emr-i Devletinize muntazırım. Cemal Paşa  cevabında, "Bunları tahliye ediniz” emrini vermişti.

  (….) Cemal Paşa Lübnan Mutasarrıflığına İsmail Canbulat beyi getirmek istedi.Ben itiraz ettim.”Eli kanlı” dedim. (Kendisini tevkif etmeye gelen inzibat çavuşunu tabanca ile vurmuştu.) Cemal Paşa bir  an sustu sonra "Hepimizin eli kanlı!" dedi. (Erden,2003:276)   

 İttihatçılar teşkilata girerken de ölmek ve öldürmek üzerine Kuran,İncil ve silah  üstünde yemin etmektedirler.Emekli Tuğgeneral Ziya Yergök, yüzbaşı iken yaşadığı bu merasimden Hatıralarında  şöyle bahseder:

 Dr Lütfi bir gece kışlaya geldi. Benim gözlerimi bağladı, koluma girerek bir yere götürdü.İçeri girdik. Bir sandalyeye oturttuktan sonra gözlerimi açtılar. Az ışıklı bir odadaydım. Önümde bir masa, masanın üzerinde Kur'an, İncil ve tabanca vardı. (Yergök-Önal,2006:208)

 İttihatçılar her ne kadar bir cemiyet ya da siyasi parti gibi gözükseler de aslında İmparatorluk içinde yeni bir sosyolojik sınıf ortaya çıkmıştı.

 Zeki Velidî Togan da İttihatçılara Başkurdistan mümessilliğinde büyük bir ziyafet vermişti. O zaman, konuklarının içkiye ne kadar düşkün olduklarını, sarhoş oluncaya kadar nasıl içtiklerini görüp hayret etmişti. (Deliorman, 2009:157)

 Tunaya'ya göre; İttihatçı liderlerin başlıcaları ordudan gelme, çoğu Makedonyalı, orta tabakadan, orta kültürlü, tecrübesi az, heyecanı çok, aceleci ve köktenci insanlardı. (Tunaya,1989:74)

 Memleketin siyasi tarihinde bu kadar büyük travmalar sebep olan ülkeyi 1.Dünya savaşına sokarak geleceğini karartan İttihatçılar yenilginin ardından apar topar ülkenin siyaset sahnesinden çekilirler.

 İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin son hükümeti Talât Paşa kabinesi Mondros Mütarekesinin imzalanmasından önce istifa etmiştir. Bir matem havası içinde İttihat ve Terakki son kongresi toplanmıştır. Kongrenin son günü (5 Kasım 1918), 4 çekimser ve 9 muhalif oya karşı 35 oyla İttihat ve Terakki adının tarihe karıştığı kabul edilmiştir.

 Talat Paşa,Kongredeki uzun konuşmasında büyük savaşa giriş nedenlerini ve savaş sırasında yaşanan olayları anlattıktan sonra sözlerini şöyle bitirdi: Siyasetimiz mağlub oldu. Bizim için iktidar mevkini  artık muhafaza etmek mümkün olmaz. (Bayar,1955:109)

 3 Kasım Pazar günü İstanbul'da bomba gibi bir haber patlar: Talat, Enver  ve Cemal Paşalarla İttihad ve Terakki döneminde İstanbul'da polis müdürlüğü yapmış olan eski valilerden Azmi ve Bedri Beyler ve İttihad ve Terakki Merkezi Umumi Üyelerinden Dr. Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım Beyler bir gece sabaha karşı bir Alman torpidosu ile yurt dışına kaçmışlardır.

 Falih Rıfkı Atay,İttihatçıların bu ülkeye yaşattıkları tüm bu acı ve travmaları özetleyen şu fıkrayı nakleder: “Hep birlikte oturuyorduk. Bir adama sorduk: “Bu memlekette tekrar İttihat ve Terakki'nin mi, yoksa Yunanlıların mı hükmetmesini mi istersiniz? Bilâtereddüt:Yunanlıların” cevabını verdi. (Atay,1998:289)  

HAFTAYA: İSTANBUL'UN İŞGALİ

                                                      KAYNAKLAR

 Atay F. Rıfkı,(1998),Çankaya, İstanbul: Bateş Yay

 Bayar Celâl,(1955),Hatıralar, İstanbul:Sel Yay

 Deliorman Altan, (2001),Türk Yurdunun Bilgeleri, İstanbul: Timaş Yayınları

 Erden Ali Fuat,(2003),Birinci Dünya Harbinde Suriye Hatıraları,İstanbul:İş Bankası Kültür Yay.

 Hanioğlu Şükrü,(2010) Star, Fadime Özkan, 23.8. 2010

 Koçak Cemil (2011), Star 14.8.2011

 Koçak Cemil,(2012),Geçmiş Ayrıntıda Gizlidir, İstanbul:Timaş Yay.

 Koçak Cemil,(2013),Tarihin Buğulu Aynası, İstanbul:Timaş Yay.

Koçkuzu Ali Osman, (2011), Bir Müderrisin Sürgün Yılları,İstanbul: İz Yayıncılık

 Menteşe Halil, (1986),Halil Menteşe'nin Hatıraları,İstanbul:Hürriyet Vakfı  Yay

 Tunaya Tarık Zafer, (1989),Türkiye'de Siyasal Partiler, Cilt: 3, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yay

 Türkgeldi, Ali Fuat,(2010),Görüp İşittiklerim,Ankara:Tarih Kurumu Yay

 Sanders Liman (1999),Türkiye'de Beş Yıl, İstanbul:Cumhuriyet Gaz. Yay.

 Simavi Lütfi (2006), Osmanlı Sarayının Son Günleri,İstanbul:Pegasus Yayınları

 Yergök Ziya-Önal Sami, (2006),Harbiyeden Dersim'e, İstanbul:Remzi