Kaldırımın ortasında türbe olur mu?
Mehmet Refik Bey denizcilikten emekli bir kaptandı. Yıllarını denizde geçirdikten sonra emekli olmak ona biraz zor gelmişti. O, İstanbul’un Fatih ilçesinde satın aldığı evinde günlerini İbadetle geçiriyordu. Camiye gidiyor, kaldırımlarda bulunan ağaçların bakımını yapıyordu. Bu şekilde kendisini meşgul ediyordu. Mehmet Refik Bey, bir sabah kalktığında oldukça şaşırdı, ağlamaklı oldu adeta. Camiye giderken gelip geçtiği kaldırımdaki bir ağaç fidanı yerinde yoktu. Daha doğrusu belli ki kaldırıma park eden bir araba tarafından kırılmıştı. Kırılmış ağaç fidanı kaldırımın ortasında öylece yatıyordu. Kim yapar bu vicdansızlığı diyerek epey bir söylendi. Civar esnafla konuştu, camiye gitti cemaate anlattı. Olmadı imama söyledi. Artık önüne kim gelirse kaldırımda duran genç fidanın nasıl kırıldığını, kim bunu yaptıysa çok kötü bir iş yaptığını anlatıyordu. Cami cemaatinden olan tasavvuf ehli Tahir Dede ise ona sakin olmasını, kimseye kızmak ya da beddua etmek yerine yeni bir fidan alarak yeniden dikmesini tavsiye etti.
Ertesi gün Ahmet Refik Bey, kaldırımın ortasına yeni bir
fidan dikti. Fidanın etrafını da bir sıra tuğlalarla park eden arabalar zarar
vermesin diye ördü. Birkaç gün sonra o civarda hiç görmediği iyi giyimli bir
beyefendi geldi. Ona yaptığı işin ne kadar
önemli olduğunu anlattı. “ Bir fidan deyip geçmemek lazım efendim. Bu fidan
şehre enerji veriyor. Zaten ağaçlara saygı kalmadı. Böyle giderse İstanbul’da
yeşil alan kalmayacak. Çocuklarımız ağaca hasret kalacak,” dedi. Ahmet Refik Bey, bu övgüyü alınca ertesi gün
ağacın etrafına bir sıra tuğla daha ördükten sonra fidanın etrafına da ilave
toprak koyarak çiçek tohumları ekti. Her gün geliyor suluyordu. O, iyi giyimli
yabancı adam ise sanki onu bekliyormuş gibi her seferinde Ahmet Refik Bey’e
övgüler diziyordu. Öyle ki Ahmet Refik Bey, fidan işini iyice abarttı. Bir
sıra, iki sıra tuğla derken o kaldırımdaki fidanın olduğu yere beş sıra tuğla
ile çevrildi. Ektiği çiçek tohumları da her gün sulanınca ağacın etrafı adeta
bir bahçe gibi oldu. Öyle ki kaldırım daralmış, insanlar oradan geçerken tek
sıra halinde geçiyordu. Ahmet Refik Bey, adeta fidanın başında nöbet tutuyor,
kimseye söz söyletmiyordu. Bu yüzden civar esnaf kendisine bir şey demekten
korkar hale gelmişti. Nasıl desinler ki? Ahmet Refik Bey, hemen konuşmaya
başlıyor, ağaç düşmanlığı, çevreye
saygı, dinimizde ağaca saygı diye diye bir konuşmaya başladığında insanlar
ondan çekiniyorlardı.
Bu arada iyi giyimdi adını bilmediği ve bir türlü soramadığı o adamda her gün
geliyor ona yeni akıllar veriyordu. Kaldırımdaki ağacın daha doğrusu duvarın
üstüne yazı yazmasını tavsiye etti. Ahmet Refik Bey’de bunu emir olarak kabul
etti ve “Lütfen ağacın etrafına sigara izmariti atmayın! Ağacı koruyun!
Çiçekleri koparmayın! Gibi yazılar yazmaya başladı. Bir iki yazı derken asılan
yazı sayısı yüzünden kaldırımdaki fidanın dikildiği duvarın etrafı adeta türbe
gibi oldu.
Ve bir gün o iyi giyimli adam geldi ve ona burası galiba çok
önemli bir yer. Bak sana etraf nasıl yeşillendi. Nasıl güzelleşti. Sanırım
burada bir Allah dostu var. Buraya sahip çıkalım. Sen burayı boş bırakma.
İnsanlar buraya zarar vermesin dedi. Ahmet Refik Bey doğru ya, neden olmasın.
Zaten burayla ilgilendiğinden beri kendisini ayrı bir mutlu hissediyordu. Demek
burada salih bir zat var ondandır dedi, kendi kendine. Bu işi o kadar
abartmıştı ki bu sefer camiye gitmeyi de unutmuştu. Namazlarını evde kılıyor,
hemen küçük iskemlesini alıp geliyor bu ağacın yanında oturuyordu. Sadece Cuma
günleri gidiyordu camiye. Bir gün Cuma
namazına gittiğinde Tahir Dede onu yanına çağırdı ve tatlı sert üslubuyla şu
önemli konuşmayı yaptı. “ Sevgili
kardeşim, günlerdir sizi izliyorum. Bir fidan diye başladınız başlangıçta
niyetiniz iyiydi ama işi o kadar abarttınız ki kaldırımın ortasına yaptığınız
duvarla insanların geçişini engellediniz. Yazdığınız yazılar ve orada oturmanız
da oranın sanki bir türbe havasına soktu. Sonra konuştuğunuz o kişi kim biliyor
musunuz? Sizi kandıran şeytandır. Evet, evet, ya şeytan! Size hep hayırdan söz etti. Hep iyilik
yaptığınızı fısıldadı. Sizde bu sözlere aldandınız hem bir hurafenin oluşmasına
az daha sebep oluyordunuz. Hem de beş vakit namazı camide kılmayacak kadar
cemaatten uzaklaştınız. Şeytanın görevi de buydu zaten onu da gördüğünüz gibi
başardı. ! “
Ahmet Refik Bey, biraz tefekkür ettikten sonra söylenenlerin ne kadar doğru
olduğunu anladı. Tahir Dedeye teşekkür etti ve koşarak doğru kaldırımın
ortasında duran ağacın yanına gitti. İlk işi yazıları sökmek oldu. Sonra yolun
ortasını kaplayan, insanların geçişini engelleyen tuğlaları kaldırdı. Şimdi her
şey normale dönmüştü. İşine bitirir bitirmez de doğru camiye koştu. Evet,
şeytan ona fısıldamıştı ama o hatasını hemen fark ederek düzelmesini bilmişti. Peki, şeytan mı ne yaptı? Ne yapacak o
kandıracak başka birini aramaya gitti elbette…
KISACA:
Allah şeytana lanet etti. O da: ‘Elbette senin kullarından
belli bir pay edineceğim, dedi. Ve onları mutlaka saptıracağım, onları boş
kuruntularla oyalayacağım ve onlara emredeceğim… Şeytan onlara vaad eder ve
onları boş kuruntularla oyalar. Oysa şeytanın onlara vaadi, aldatmadan başka
bir şey değildir. (Nisa Suresi, 117-120)
“Şeytan onlara amellerini güzel gösterdi…” (Neml
Suresi, 24)