Kalem ve yazıcının dostluğu
Ey kalemim! dedi yazıcı. Mâsivayı, karanlığı ve zâlimleri yazmaktan ruhum karardı. İçimin aydınlanmadığını fark ettim. Dünya kokan fikirleri yazıya dökmekten ikrah geldim. Kalbime ferahlık vermeyen, gönlüme inşirah buldurmayan mâlâyânî mevzulardan sıyrılıp yazıyı terk edeceğim. Sen de yazmayı bırak kalemim!
KALEM:
“YÂ RAB! BENİ CÂHİL ELİNE VERME”
Dostlukları kadîm zamanlarda başlayan iki dost birbirlerine
baktılar. Yazıcısı yazmayı terk edeceğini söyleyince onunla olan hâtıraları,
beraber olduğu cezbe dolu geceler aklına geldi ve elife benzer endamını hüzün
kapladı kalemin. Kalemin hüznü, mutasavvıf, şair ve hattat Müstakimzâde
Süleyman Sadeddin’in (1719-1788) “Kalem feryâd idüp ağlar mürekkep / Beni nâdân
eline virme yâ Rab” mısralarındaki hüzün kadar ağırlaştı. (Tuhfe-i Hattâtîn’de
Hat Sanatını Ele Alan Şiirler, Dergipark.org.tr. 28 Mart 2019) Kalem, nâdan eline düşmekten korktuğu için
“Yâ Rab! Beni câhil eline verme” diye ağlamaya başladı. Gözyaşları, yazıcısının
kareli defterinin sayfalarına döküldü.
GÖZYAŞLARI
İÇİNDE YAZICISINA BAKTI KALEM
Kalem, yazıcısının elinde aşk ve cezbe hâlinde yazı yazdığı
günleri düşündü ve yazmayı bırakacağına bir mâna veremedi. Çünkü yazıcısını
yazmaktan başka hiçbir şey cezbe hâline sokamaz ve mutlu edemezdi. Ancak
yazarken uzaklaşırdı dünyanın tesirinden. Yüreğinden fışkıran aşka kesilmiş
kelimeleri bir ırmak coşkunluğuyla yazardı kağıdın beyaz sayfalarına. Yazdıkça
yaşadığının farkına varır, saadetten uçardı? Çünkü tek dostu kendisiydi. Yazıcısı
kendini bırakıp âhir ömründe hayatı nasıl cezbeli ve aşklı kılacaktı? Yalnız
bırakılan bir insan gibi gözyaşları içinde yazıcısına baktı kalem. “Benden
artık usandın mı? Ultra-teknolojik yazıcıların hâkim olduğu bir devirde benimle
yazmaya utanıyor musun?” dedi.
Kalem, yazıcısının suskunluğunun devam etmesine, kendine gönül
alıcı sözler söylemeyişine içerlemişti. Yüreğinden kopan sayha ile konuşmaya
başladı. Ben olmasaydım, dedi kalem, Kur’ân-ı Âzimmüşşan mushaf olarak Ümmet-i
Muhammed’in gönlüne nasıl nur saçardı? Edipler ve âlimler nasıl ulaştırırdı
yazdıklarını bütün çağlara?
KALEMİN
SİTEMİ YAZICININ YÜREĞİNE ATEŞ DÜŞÜRDÜ
Kalemin sitemi yazıcının yüreğine ateş düşürdü. “Yazmayı terk
edeceğim” sözü, inançlarını terk ediyormuş hissine dönüştü ve dimağına kıymık gibi
batmaya başladı. Kalemin kadîm zamanlardan bu güne yaptığı hizmetler aklına
geldi. Vicdanı yaralandı. Mütefekkirlerin yazdıklarını ve Dîvan şairlerinin,
kalemi bir sevgili olarak gören beyitlerini okuduğunu hatırladı. Şairlerin
büyük atası Fuzûlî’nin, “Alınmış akçe ile bir kulundur makbûl / Başını eğer
keseler eylemez firâr kalem” beyitiyle kalemi, “Başını kesseler bile firar
etmeyecek makbul bir kul olarak” tasvir etmesi kaleme olan sevdasını
coştururdu. (Nejat Sefercioğlu, “Yazı İle İlgili Unsurların Dîvan Şiirinde
Kullanılışı, Türkoloji.cu.edu.tr. s.6)
KALEM
SIRDAŞTIR SÂDIKTIR YAZICIYA
Tasavvufta kalemin sırdaşlığı dervişe benzetilirdi. Dîvan şairi
Helâkî’ye göre kalem, kendisine verilen sırları hayatı pahasına başkasına
söylemeyen çok iyi bir sırdaştır: ““Her kişinün kir sırrın ide sînede nihân /
Kat’olmayınca başı dimez hayr u şer kalem.” Yâni, kalem seyr ü sülûk yolunda
olan ve bu yolda aşk kılıcına başını kestirmiş âşık ve sâdık biridir. (Sefercioğlu,
adı geçen makâle, s.7)
Gönlünde demlenen kelimeler kağıda düştükçe sevinçten uçup
kendinden geçtiği zamanlar aklına geldi yazıcının. Yazıcının gücü mârifetinden
olduğu kadar, kalemin sadakatli dostluğundan neşet ediyordu. İnsanoğlu kalemin
sâyesinde okumuştu yazdıklarını. Yazdıkları, kalem sayesinde kağıdın yumuşak
sayfalarında neşvünema bulmuştu? Kalem olmasaydı hünerini nasıl
gerçekleştirirdi.
Bu sualler döküldü dilinden. Etle tırnak
gibi birbiriyle bütünleşmiş kalem ve yazıcının dostluğu insanoğlundan eskiydi.
Dostluklarının mecburî ve rutin bir vazife beraberliğinden doğmadığını yer ve
gök bilirdi? Aşk ve meşkle birlikte olunan bir dostluktu bu. Yazının sırlarını,
fikir ve duygularını beraber taşımışlardı. Aralarında kimselerin bilmediği ne
sırlar vardı? Ne cilveler yapmışlardı birbirlerine? Yazıcı, kalemini üzdüğünde
gönlünü fazlasıyla alırdı.
YAZICI
YAZMAYA BAŞLADI MI KALEM SEVİNCİNDEN UÇARDI
Âlimler ve edipler bildirmişlerdir ki, ilk çağlardan bu yana bu
iki dost arasında bencillik görülmemiş, hep sevmişler birbirlerini. Bir varken
diğeri de vardı. Fıtratları ve vazifeleri onları aynı yazgı içinde dost
kılmıştı. Yazıcı yazmaya başladı mı kalem sevincinden uçardı. Hemhâl olduğu tek
yoldaşı kalemdi. Derûnunda olan her şeyi kaleme anlatır ve onunla söyleşerek
yalnız olmadığını anlardı her dem.
YAZICININ
KALEME SÖYLEDİKLERİNDEN PİŞMAN OLMASI
Âlimânın ve üdebanın sözleri aklına geldi yazıcının. Kalem
dostluğu kıymetlidir bilene. Kalem
dostluğu, yazıcı ile kalemin birbirine vefa göstermesiyle hâsıl olurdu. Yüreğinde
bir sızı hissetti. Bir ah çekti. Kaleme vefa gösterenlerdenim şükür, kalemle
gönül bağım bezm-i elestte verilen söz üzere devam ediyor, dedi.
Yüreğine indi kaleme söyledikleri. Hayatı kendine bediî ve mânalı
kılan, sokakta haydut olmaktan ve modernizmin ifsadından kurtaran kaleme
söylediği sözlerden bin pişman oldu, içi yandı. Dosthânesinde, yâni mağarasında
mâveraî bir hayatı yaşamasını öğreten kitaptan sonra yazının efsunî gücüyle
tanıştıran kalemdi? Yazıcı başını masaya koydu. Hayâl ile rüya arasında bir ânı
yaşadı. Sonra kaleme baktı, eline aldı. Ey vefalı dost! Kadîm hikâyeni anlatıp,
kırdığım gönlünü almak istiyorum, dedi:
“KALEM HİKÂYE-İ EVVELDİ”
“Kalem, hikâye-i evveldi ve imtihan-ı evveli yazandı.” Yazmak için kalem
gerekliydi. Sebeplerin sebebi hakiki müsebbip
olan Allah’ın buyruklarını yazmak için vazifelendirilmişti. Mânevî ve
zâhirî kelâmı hurufata geçirecek olandı.Dünyaya Âdemoğullarının hikâyesini ve dünya hayatının başını sonunu yazmak için gelmişti. Bütün kavimlerin ve onlara
gönderilen peygamberlerin hikâyesini, yeryüzünde deveran eden, olup biten her
şeyi yazmış ve yazmaya devam edecekti. İbret olsun diye güzel ve mukaddes
olanın yanında çirkin ve kötü olanı da yazmış ve yazmayı sürdürecekti.
*****
KİTAP VE DERGİLER
Korona yasakları
hafifletilse de, mağaramda, yâni hânemde münzevî hayatım sürmektedir. Böyle
zamanlarda en güzel hâdise hânenize kitap ve dergi gelmesidir. Bir kitap ve iki
dergi geldi bu kez. “Kısa günün kârı” olarak hemen okudum.
“TANIŞMAK İNSANI YORAR”
Eğitimci şair Mustafa
Köneçoğlu’nun Mayıs 2021’de Şule Yayınlarından çıkan üçüncü şiir kitabı “Tanışmak İnsanı Yorar” ı bir solukta
okudum. Diğer şiir kitapları aynı yayınevinden çıkan “Söz Hakkı” ve “Dünya
Hâtırası” dır. Serbest vezinle ve kendine has üslûbuyla yazdığı şiirler var
“Tanışmak İnsanı Yorar” da. Şiir zevki insandan insana, gönülden gönüle
değişir. Her şiir kitabında insanı cezbeden ve çarpan şiirler vardır. Bu şiir
kitabında da derûnumuzda iz bırakan şiirler var. Bir bölümüne arka kapakta da
yer verilmiş “Cevizli Park” (s.20)
adlı şiir hemencecik dokundu yüreğimize: “…Yaralanmak benim hakkım sarmaksa
senin / Biçilmiş ekinler gibi geçip giderken günler / Bu sokaklar dedim,
çıkmaza nasıl düşmüş / Sesimden taşınırken nasıl yaşlanmış evler.”
“Yunus” adlı bir şiir daha var ki (s.22) pek dokunaklı… “Ben
dünyaya dâva için mi gelmiştim Yunus / Kanadı kırık kuşların ürkütülmüş
çocukların / Hesabı bende toplandı terekesi de bende / Keşke bana da
öğretseydin Türkçede bilenmeyi / N’apsam sesimin çatlağından kan sızıyor şiir.”
Adı geçen kitapta “Haskız” (s.58) adlı bir şiir hüzünlü yüreğime daha fazla dokundu: “Sen
şimdi dağlara bakıyorsundur / Biliyorum dağlara ve kuzey rüzgârlarına /
Gözlerin ve kalbin nemlidir Karadeniz kadar / Allah itleri de ana yapmasın
diyorsundur mutlaka / Ha rüzgâr ha oğul ikisi de bir / Esip gidince bir daha
dönmez yurduna / Dağ rüzgâr ve oğul hangisini bulursan sarıl / Haydi haskız
yeniden ufka bak ağıtlar yak / Fundalıklar ve kurutulmuş anılar arasında / Keder kalbine yapışık nizamdır / Ve
gözyaşların yüzünle akraba / Bil ki benim de anne deyince Allah / Allah deyince
sen geliyorsun aklıma / Birbirine açık iki pencere… / Birinden diğerine doğru
durmadan doğuyorum / Birinden diğerine doğru hep ölsem bile.”
YİTİKSÖZ
Yayın Müdürlüğünü Duran Boz’un yaptığı, Kahramanmaraş Büyükşehir
Belediyesinin yayınladığı “Yitiksöz-sanat,
edebiyat ve düşünce dergisi”nin Haziran-Temmuz 2021 / 5. sayısı, Prof. Dr.
Mehmet Narlı, Doç. Dr. Selim Somuncu gibi edebiyat hocalarının Yayın Kurulu’nda
yer aldığı bir dergidir. Yitiksöz’ün bu sayısı nesir ve şiir ağırlıklıdır. Âtıf
Bedir’in “Alaeddin Özdenören’de Şiirin Keşfine Dair Fragmanlar” yazısı dikkat
çekiyor. Bahtiyar Aslan’ın “Abdurrahim Karakoç Neoklasik midir?” yazısı
Karakoç’un şiir şairlik cephesini anlatan bir yazıdır. Yaşar Ercan’ın
“Anlatıcılık Geleneğini Kim Öldürdü?” yazısı tafsilâtlı olmasa da, tarihten
bugüne gelenekli sözlü kültüre dair bilgi veren anlamlı yazıdır. Bu sayıda yazan bâzı isimler şunlar: İbrahim Gökburun, Hilmi Uçan, Mehmet Solak,
Mehmet Aycı, Cemal Şakar, Adem Turan, Arif Ay, Mustafa Aydoğan, Ramazan Avcı,
Mustafa Köneçoğlu, Hasan Keklikçi, Şaban Sağlık, Ömer Aksay, Cengizhan Konuş,
Suavi Kemal Yazgıç, Adem Turan, Eyyüp Akyüz, Hasan Yasin Altıner, İsmail
Karakurt, Hayrettin Orhanoğlu.
EVVELÂHİR
Editörlüğünü yazar ve şair Ömer Yalçınova’nın yaptığı,
Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesinin
“iki aylık kültür-sanat ve şehir dergisi” Evvelâhir’in Mayıs-Haziran 2021/ 4.sayısı önceki sayılar gibi şehrin
kimliğini tanıtıyor. “Kahramanmaraş’ın Yaylaları: Başkonuş ve Yavşan” kapak
başlığıyla Kahramanmaraş’ın tarihî kimliği, kültürel özellikleri, gelenekleri
ve tabiat varlıkları üzerine yazılarla dolu.
Selçuk Küpçük’ün “Âşık Mahzunî ve 1970’lerden Bugüne Türkülerin Dönüşümü”, Mehmet Işık’ın “Tarih Öncesi Çağlardan Günümüze Kahramanmaraş-3”, Mehmet Kırmızıkaya’nın “Başkonuş ve Yavşan Yaylaları”, Abdullah Bilal’ın “Mehmet Kırmızı Kaya ile Doğanın Her Şeyi Güzeldir”, İbrahim Kanadıkırık’ın “Sultanlar ve Türbeler”, Ramazan Avcı’nın “Ruhun ve Bedenin Can Bulduğu Yayla: Yavşan”, Yasin Mortaş’ın Mortaş’ın “Maraş’ta Bir Ân”, Hüseyin Yorulmaz ve Mustafa Aydoğan’ın “Pulsuz Mektuplar-4”, Mehmet Koç ve Bilal Alimpınar’ın “8 Başlıkta Afşin”, Ömer Yalçınova’nın Yusuf Köleli ile “Amacım İnsanı ve Doğayı Keşfetmek”, Mustafa Enes Anlamaz’ın “Direkli İrem Bahçesi Yurdu: Bağdat”, Ömer Yalçınova’nın “Başkonuş’a Gittiğim İlk Gün”, Ömer Aksay’ın “Maraş İçin Kalem Çalışmaları-1”, Yıldız Ramazanoğlu’nun “ Maraş Şiir ve Edebiyat Günleri”, Naime Erkovan’ın Maraş’ta Birgün”, İlknur Avcı’nın “Lezzetin Mekânı”, Yusuf Köleli’nin “Ömer Yalçınova ile Söyleşi”, Ömer Yalçınova’nın Duran Doğan’la Müzemiz Tarihte Kültürel Yoculuk söyleşisi”, Bünyamin K.’nın “Acemli’nin Kuşevleri”, İsmail Göktürk’ün “Soluk Soluğa Üsküp-2”, Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün “Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü Niyazi Can’a Açık Mektup” ve “Maraş’ın Bir Sembolü: Hartlap Bıçağı” bu sayıda yer alan yazılardır.(ilbeyali@hotmail.com)