24 Temmuz 2017

Kapitalizmi atlamak

Düzenin Yabancılaşması'nın makaleleri önce 14-17 Ekim 1968'de Akşam gazetesinde yayınlandı. Müellife göre İslâmcı teori halkla barışık ve üretim güçlerini geliştirici tezler içerir. Batılaşmaysa aydın-bürokrat katmanda yerleşmiş bir ideolojidir, üst-yapı kurumlarını ithal ederken tekelci kapitalizmin ülkeye girişine yol açmaktadır. İdris Küçükömer “Batılaşma” kavramıyla yazar, “Batılılaşma”yı kullanmaz. Denklemi şöyle kurabiliriz: “Türkiye kapitalistleşirse Batılaşabilir” o halde “Türkiye Batılılaşırsa dış kapitalizme yakalanır.” Kavramları böyle kullanmadığından Batılaşma ve Batılılaşma'nın anlamları muğlaklaşmıştır. Batılaşma (Batı olma) ile Batılılaşma(Batı'nın üst yapı kurumlarını ithal etme) arasında tefrik yapılmalıydı:

“Tarihi toplum dokusu kapitalist olan Batı'nın üst yapı kurumlarını başka dokulu yapısı ile Türkiye toplumuna dikmeye, ona bağlamaya çalıştıkça, dokusu farklı böbreği ya da kalbi atmak isteyen bir bünye gibi, Türkiye tarihi toplum yapısı da Batı kurumlarını kabul edememektedir. Kısaca Batılaşma, Batı toplumuna girme ‘Civil Toplum' yaratma çabaları kökü dışarıda, yani kökü Batı kapitalizminde olan ve mevcut yerli üretim düzeninden kopuk ya da onunla bir türlü tamamlaşamayan bir ‘kültür devrimi'dir. Mevcut üretim güçleri sahipleri ile halkın büyük bir bölümü, üst kültür devrimi hareketini (anayasasından, sanatına kadar) kabul etmeyecek tepki gösterecektir” (Küçükömer, 1994: 196-197). Küçükömer'in çelişkisi şu: Türk toplumunun proletaryalaştırılması da ‘kültür devrimciliği'dir. Kâtip Çelebi, Türk toplumunun “erkân-ı erbaa zümreleri, ulemâ, asker, tüccar, reâyadır” diyor. Küçükömer ‘dört hılt'a emekçileri dâhil etmek istiyor; diğerleri ise burjuvayı.

Said Halim Paşa da Batı'yı taklide yönelen politikaları “gaflet” saymıştır: “Batılıların sosyal-siyasî teşkilatlarının mükemmel olduğuna inanmak, Batılı milletlerin ilerilik-refahlarını onlardan bilerek taklide koyulmak, hata ve gaflet içinde mutluluk aramaktan başka bir şey değildir” (Said Halim Paşa, Buhranlarımız, İz Yayıncılık, 1991: 170).

Küçükömer, Yön Bildirisi'ndeki (1961) “yeni devletçilik” programını imzaladı. Sonraki tarihte anlattıklarını (1968) flulaştırdı. Birinci olarak: Yön Dergisi çevresi, Küçükömer'in “sol söylem sağcıları” olarak nitelediği üst yapı değişimini savunan aydın-bürokrat kesimi temsil ediyordu. Küçükömer, sonradan “sağcı” diyeceği bu grupla ilişkisini hiç koparmadı ve sorgulamadı; İkinci olarak: Yön Bildirisi, özel teşebbüsün kâra dayandığını, kâr düşüncesinin de milli servetin faydalı işlerde harcanmasını engellediğini savunuyordu. Milli tasarrufun çoğaltılması için vergi adaletinin sağlandığı devletçililiği teklif ediyordu. Bildiri'de, “İktisat ilminin ve tarihin ışığında, inanıyoruz ki, özel teşebbüse dayanan kalkınma yavaştır, ıstıraplıdır, israflıdır, sosyal adaletle bağdaşması, az gelişmiş bir memlekette, imkânsızdır. Böyle bir kalkınma, siyaseti geniş ölçüde iktisadi güce tabi kılması yüzünden, demokratik de değildir” deniyordu. Oysa Düzenin Yabancılaşması'nda bu türden vurgular ‘devletçilik' aleyhinde yapılmıştır: “Devletçilik istihdam edici olurken, kaynakların hesapsız kullanışıyla bazılarını süratle zengin yaparken halkın sefaletini de artırıyordu” (Küçükömer, 1994: 98-99); Üçüncü olarak: İdris Küçükömer, 2 Temmuz 1968 tarihinde Ulus Gazetesi'nde yayınlanan “Ortanın Solu” programını kitabında (1969) eleştirmişti: “Sadece amaçları sıralamaktadır. Bu amaçlarda anlaşmayacak hiçbir parti liderinin bulunduğunu sanmıyorum Türkiye'de. Mesele, bunların ne gibi araçlarla gerçekleştirileceğidir” (Küçükömer, 1994: 110). Oysa imzaladığı 1961 ‘Yön Bildirisi' de 1969'da eleştirdiği ‘Ortanın Solu' programının benzeriydi. Bu iki metin de “üretim güçlerinin daha süratli gelişimini durduran” içeriğe sahipti. ‘Ortanın Solu' tanımını kitabına almıştır:

“Tarımda, çalışan nüfusunun yeter büyüklüğe ulaşmış toprakları üzerinde yüksek verim sağlayabildiği, ürünlerinin tam karşılığının alındığı, önemli yer altı kaynaklarının devlet eliyle işletildiği, işsizi olmayan, sanayileşmiş, hiçbir yurttaşın hastane kapılarında sürünmediği, en çok kazananla en az kazananın yaşantısı arasındaki büyük farkın kaldırıldığı, çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alındığı, imkân eşitliği içinde kabiliyetli bütün çocukların eğitim gördüğü (…) ilerici aydın gençler yetiştiren, laikliği ulusal bütünlüğün temeli sayan (…) yeni toplum düzenini gerçekleştirmek” (Küçükömer, 1994: 110).

Küçükömer, ‘Ortanın Solu'na “Montaj sanayini Türkiye'de kim başlattı ve CHP'nin alternatif sanayileşme modeli nedir? Bugün medeniyet yarışı, kimya ve metalurji sanayilerindeki gelişmelerle birlikte makinenin makinesini yapmayı geliştirme sürecindeki sürat yarışıdır” (Küçükömer, 1994: 110) diye soracaktır. Dikkat edilirse Küçükömer'in CHP eleştirisi, “üretim güçlerinin gelişmesi” ve “sanayileşme” ezberinin baskısı altındadır. Anlaşılacağı üzere savunduğu fikir de ‘Batılaşma' örneğidir.

Hikmet Kıvılcımlı, Necip Fazıl, Necmettin Erbakan da “fabrika yapan fabrika”, “makine yapan fabrika” söylemini kullandı. Buna ‘tekno-endüstriyel' topluma giderken ‘kapitalizmin üstünden atlamak' diyoruz.

Kıvılcımlı'nın “Eyüp Sultan Konuşması” Küçükömer'in söylemiyle benzeşmektedir: “Bu memlekete şeker fabrikasından evvel, makina yapan fabrika lazım, vatandaşlarım. Ondan sonra, bir makine yapmağa başladık mı, iki sene içinde: Şeker fabrikasını da kurarız, çimento fabrikasını da kurarız, yollarımızı da kurarız (…) Ve o kurulan fabrikalarda benim vatandaşım, benim milletim, benim işçim ekmek bulur.”

Küçükömer açmazın farkındadır: “Yabancı sermayeyi ne yapacaksınız?” (Küçükömer, 1994: 110). “Batı'nın emperyalist ülkelerinde içi ve dışı sömürerek varılmış bir tarihi üretim güçleri seviyesini” görmektedir (Küçükömer, 1994: 108). Peki, bu bizde yok. Ne yapmalı: Millî burjuva oluşmadan ‘emek hareketi' ortaya çıksın. CHP'nin “Refah Devleti Anayasası” ilkeleriyle “üretim güçlerinin alışılan yolda gelişmesini engellediğini” söyleyecektir. “Dış kapitalist koşulların izniyle (…) üretim güçleri gelişebilirdi. Bu, anayasanın dengeleyici, birikimi azaltıcı, engelleyici ilkelerini fiilen atlamak/değiştirmek zorunda kalarak yapılabilirdi. Adalet Partisi bu işi fiilen daha ustalıkla yürütebilecektir (…) CHP'nin tutumu içinde üretim güçlerinde gelişme, üretim ilişkilerinde Adalet Partisi'ne oranla anlamlı bir değişikliği önermesine rast gelemedik” (Küçükömer, 1994: 109) diyecektir. 1970'li yıllarda “halkçı-İslamcı cepheden emekçi bir sınıf hareketi” doğmadı. Adalet Partisi, proletaryanın gelişmesini engelledi. Küçükömer'in sağ-sol şeması yanlıştır. Küçükömer, “Millî burjuvazisiz proletarya hareketi doğurma” peşine düştü. “Halkla barışık” veya “sınıf temelli” bir sol hareketle “endüstriyel-teknolojik topluma varmanın” kendisi de taklitçiliktir. Tezleri doğru çıkmayan Küçükömer uzun süre susacaktır.