28 Mart 2018

Karacaoğlan, kadir bilmek yahut üniversiteyi düşünmek 8

Zihinsel bir gettoya savrulmanın yadsınamaz emarelerinden biri lafız mefhum çatışmasıdır. Bu durumda ya yeni kavramları dile getirirken eski içerikleri ya da eski kavramları yeni mefhumlar ile ifade suretiyle maksud ile kasıt karışarak bir fikrî dilemmaya düşülür. Böyle bir fezada bireylerin kendini ifadesi ve toplumun birbiriyle anlaşmasında son derece paradoks bir vaziyet ortaya çıkar. Düşünce burada getto kadar yersiz ve arada kalmışlıkla malul hale gelir. Aynı dili konuşanların anlaşamadığı bir yabancılar kakafonisi söz konusu olur. Karacaoğlan kavlince dersek: Ağacın eyisi özünden olur Yiğidin eyisi sözünden olur. Özün sözden koptuğu yerdir getto.

Nizamiye üniversiteleri, Selçuklu metafizik özünün bir mantık ve mana dâhilindeki sözünü duyuran mekânlardı. Bugünün getto dilemmaları da üniversitelerde çözülecektir.

İbn Haldun kişi alışkanlıklarının hasılasıdır der. Bu alışkanları var eden çerçeve kurumsallaştığı alanlar üzerinden kamusallaşır. Bu epistemolojik kıtada bireyler kollektif bir bilinçle lafızlarını müşterek mefhumlarıyla anlaştıkları bir ortamda gerçekleştirerek şehri inşa ederler. Örneğin leylekler için vakıf inşa eden bir zihniyet dünyası bir bilinç halinin kurumsal tercümesidir. Camilerdeki kuş evleri varlık sevgisinin estetik bir terceme-i hali gibidir. Tasavvurlar sözlerle dile, harflerle yazıya ve eylemlerle hayata tercüme edilir.

Saz çalmayan tel kadrini ne bilir? derken Karacaoğlan kendi varlık dünyalarının uzağına düşenlerin sazın temsil ettiği dünya görüşünü temsil ile nizamı düşünemeyen için tel manasız bir şey haline gelir, kültürün şeyleştiği yerde insanın bir şey olması muhaldir. Doğadaki malzemeyi dönüştürüp ondan hammaddesini (maddi sebebini) çıkarıp sazı bulan insan bir illiyetle evrenle temasa geçerek bir sureti ortaya çıkarırken gayesine dair yani saz ile sözün izdivacından doğacak manayı arayan bir fail olarak kendine dairi var eder. Tel kadrini bilmek için saz çalmaya dair bir estetik duyuşla, bir fikri birleştirecek seviyeye varmak gerekir. Her evre bir çevreye temas meselesidir. Üniversitelerimiz bu bağlantıların kurulup evren ile gelecek perspektifinde malumatın teşekkül ettiği tefekkür mekânları olmalıdır.

Gübreliğe inip konan kargalar Has bahçede gül kadrini ne bilir?: Karacaoğlan mısraındaki bu soru epistemolojik bir paradoksu anlatır. Gübre bahçede gülün yetişmesi için araçken amaç haline geldiğinde olacak olan budur, kadir bilmezlik, yolunu ve kendini bilmemek. Araçları amaçlaştıran arkaik imgenin ve modern şablonun/ideolojinin zihnimize yaptığı budur işte. Bu manada kadim bir dünya zihinsel bir gettoya sıkışıp kaldığında mazi karikatürleşerek güne yansımaya başlar, hafıza küllerinde söner, kültür katılaşır ve yabancılaşmaya başlayan dünya kendi öz vatanında bir müzede gezer uzaklığı ve aylaklığı içinde kendine bakmaya başlar. Parçalanan bütün içinde geleneğin izleri arasında kırık bir aynada yüzünü görmeye çalışan insan gayretiyle bütünün görme yolunda beyhude çaba başlar. Bu arada kırıkları birleştirmek için yavan yamalar ve zevksizlik parıltıları söz konusu olsa da kök salacak bir yer söz konusu olmadığından İkilem, ikiyüzlülük, ikirciklilik arasında kalan muhayyile çaresizdir. Karacaoğlan ne güzel söylemiş: Deli gönül gezer gezer gelirsin Arı gibi her çiçekten alırsın Nerde güzel görsen orda kalırsın Ben senin derdini çekemem gönül. Bilgiye ilgi doğuran bir üniversite bu çıkmaz sokağın ötesini görmemizi sağlayacaktır.

Asimile olmakla alinasyon arasında arafta kalan bilinç ve buna direnç bugün Ortadoğu'sunun umumi düşünce sergüzeştinin ana ekseninin verir. Varlığın özü nedir sorusuna cevap veren ilkesinden kopan zihin metafiziksizlik illettine tutulur. Evrende savrulan bir yaprak gibidir artık. Bunun devamında ise aklının ona yol çizeceği ilkelerden mahrum kalmışlık söz konusudur ki mantıksızlık bu yoldaki diğer bir meseledir.  Varlığa ve bilgiye dair ilkesizleşen birey bunların hasılası olan umumi değerden soyutlanır ve manasızlık derdine düşer.  Karacaoğlan mısraındaki, Nuh'un gemisine bühtan edenler (metafizik tasavvur), Yelken açıp (mantık) yel kadrini (mana)ne bilir? O Süleyman kuş dilini bilirdi, Her Süleyman dil kadrini ne bilir (metafiziksiz, mantıksız, manasızlık hali)? soruları düşünce kaosunu gösteren bu hale tercüman gibidir. Düşüncemiz evren ile dilimiz arasında sıkışıktır. Bilmek belirli bir kadri, ölçüyü mantığın söze dökülerek tespitidir. Üniversite işte bunun yaşandığı yerdir, öyle olmalıdır. Değilse ne mi yapalım onu da söylesin Karacaoğlan'ım: Karac'oglan der ki yiyip içmeden Muhannat köprüsünden geçmeden Güzeller usanmaz konup göçmeden Düşelim de azgın sele gidelim… Karacaoğlan'ın sualleri ve tespitlerinin muhtevası modern kaosumuza cevap gibidir. Tel kadrini, gül kadrini, yel kadrini, dil kadrini bilmek ne demektir? Kadr, mikdar ve takdir bu cümleden ne olur? Lafızlarımız üniversitelerde mefhumunu bulmayı bekliyor…

 

Vesselam…