Kelime Günlüğü ve Umur

İnsanları, olayları ve hayatı tarifte, önce kelimelere iş düşer. Kelimeler zihnimize aracısız ulaşır ve sıralaması, ahengi, anlam serüveni, biçimi ve sesiyle zihnimize imgeler çizer. Hayatın bütün yenileriyle çoğu kere kelimeler aracılığı ile karşılaşırız. İlahî manada insanın bir kelimeye karşılık gelme çabasıyla ilişkilendirilen dünya serüvenini anlamak, kelimelerin önemini kavramada biraz olsun bize yardım eder. Kelime insana nispet edebildiğine göre epey değerli bir şeydir.

Ama her kelime o kadar da değerli değildir. Hatta bazıları vardır ki değersizden de ötedir, çirkindir, berbattır. Ama fıtratımızdaki mümkünler sıralamasında kâmil olmak kadar sefil olmak da var. Onun için illaki bir yerlerde sefil kelimelerle de karşılaşırız. Bu bizim inkâr edemediğimiz gerçeğimiz. Bu çirkin kelimeleri görmüyor değilsem de bahse değer bulmuyorum.

Bu yazıdan maksadım çoğu kere “ruzname” demeyi sevdiğim günlükte birikenlerden bir kelime seçip çıkarmaktı. Aslında bütün bunlar bahar yüzünden oldu. Yenilenmeye gayretiyle şu sıralar hepimizi kendine hayran bırakan dünyanın güzelleşme gayreti, güzel kelimeleri hatırıma getirip durdu. Onları listeledim kaçıp gitmeden ve onlara “bahar kelimeleri” dedim. Baktım olmuyor, bir tanesini seçip yazmaya yeltendim. Ama kelime bahsi baharı aşıyordu. Hepimiz hayatın dört mevsimine uyak kelimeler taşıyorduk ceplerimizde. O zaman mevsime göre kelimeler de değişsin istedim. Ve önce “umur”dan dem vurmak istedim.

UMUR

Künye: Arapça kökenli bir kelime olan umur, anlamına gelen emr kelimesinin çoğulu. İşler, eskimiş anlamı. Daha güncel manası ise aldırış etme ve önem verme. Gündelik dilde sık sık geçen hâlleri; umursamak, umurunda olmak, nadiren de olsa umur görmek (görmüş, geçirmiş, tecrübeli olmak).

***

Bugün bir meclise varıp “Umurunuz hayrolsun” deseniz fazla bilen çıkmaz. Umur daha çok künyede geçen ikinci anlamıyla anılır. Kubbealtı Lugatı ise bu manaların, anlam kaymasından doğduğunu dile getiriyor. Yani bugünkü bizler, aslını değil gölgesini benimsemişiz.

Umurla ilk tanışıklığım bir dua sayesinde oldu. Yıllar önce çok kıymetli bir huzurda, bir şey istemenin haddime düşmediğini kalp ile tasdik dil ile ikrar ettiğim bir esnada, buna karşılık duyduğum cümledeki üç kelimeden biriydi. “Hayırlı ömür, hayırlı umur, hayırlı ölüm…” Umur, ömür ile ömrün arasındaydı. İlk bakışta insanın dünya diliyle biçilecek “değerini” belirleyen şu işler-güçlerdi işte. Ama yalnızca dünyalık değildi, her iki dünya için vazgeçilmezdi. Umur ömre eşlik ediyordu, ayrıca ölüm düşüncesinin de eşlik etmesi isteniyordu. Ömürsüz ve ölümsüz umur yoktu. Hayatta yer değiştirmeden yaşanan bütün hengâme oydu.

Umur'un, onunla tanıştığımız cümle içindeki konumlanışı, “işler-güçler”in hayatta ne tür bir denge unsuru olduğunu anlamak için yeterliydi. Sonraları hayır dilerken ve dua ederken eksik bırakmamaya gayret ettim. Bugün iki kelimeyi bir araya getirme çabamız, etrafımızdaki akış, sabahtan akşama kadar ve uyumadığımız her an muhatabı olduğumuz fiiliyatın tamamı buydu işte. Umur evdi, umur sokaktı, umur aile, umur rızık, umur yol, umur aştı. Umursuz bir dünya ve de insan var olamazdı. İnsanın, azığı, barınağı, eşyasıydı.

Kendimizi sık sık ömür ve ölüm arasında umurdan medet umarken, umur aracılığıyla gelen nasiplerle keyfederken buluşumuz, epey değerli yapıyor onu. Ama mahiyetini kavramada, içeriğini biçimlendirme ne kadar becerikliyiz? Olup bitmeden manzarayı göremiyoruz. İyisi için peşinden giderken kötüsünde rol almamız, kötüsünden iyisine savrulmamızdan anlıyoruz ki; iyisi-kötüsü değil hayırlısıdır bize iyi gelen.

Umurun ikinci anlamını zihnî gündemimde tutmamışım. Ancak, bir “anlam kayması” sonucu da olsa güngörmüşlüğe tekabül eden manası, kelimenin sesine çok yakışıyor. Tecrübenin insanda göremediğimiz birikintilerini ve görünmezliği oranındaki belirsizliğini, aynı belirsizlikle genişletebilen bir sesi var umurun. Sınırı yokmuş ve olmazmış gibi. Onun için söylemesi güzel. Hayırla dile geldiğinde daha da güzel…