Kemalizm'in Ankara'sı resmî harâmîlerin şehriydi
Kemalizm’in Ankara’sı ile Millî Mücadele’nin karargâhı olan Ankara birbirine yüzde yüz zıttır. M. Kemal’in Hükümet Başkanı olduğu ilk Meclis’te zabıt kâtibi, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucularından itaatkâr bir Kemalist, Batı hukukunun ikâme edilmesi projesinde “önemli hizmetlerde” bulunan, “bu hizmetlerinin” karşılığında ordinaryüs profesörlüğe yükseltilen Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yolsuzluklarla alâkalı yazılarına göre Kemalizm’in Ankara’sı resmî harâmîler rejiminin ve görevini kötüye kullanan siyasî zevatın şehriydi:
‘Köhne Bizans, Millî Mücadele
Ankara’sını kokuşturmaya başlamıştı’
“1920’lerde
kimsenin arsa, bağ, bahçe edinme hırsına kapıldığını görmedim ve duymadım.
1923’de Ankara’nın hükümet merkezi olmasından sonra bu kentte bir arsa edinme
hırsı başladı. Daha 1922 sonlarında bir gün Kanunlar Kalemi’nden Fehmi Bey
bizim kaleme gelerek, Belediye binası karşısındaki yangın yerinde çok büyük bir
arsanın satılık olduğunu, 20-30 arkadaş ortak olursa bunu alabileceklerini
söyledi. Sonra iş suya düştü. (...) Fehmi o zaman beş bin lira olan arsanın bir
yıl sonra elli bin liradan satıldığını yana yakıla anlatmıştı. Aynı arsa birkaç
yıl sonra Ankara Memurlar Kooperatifine beş yüz bin liraya satılmıştı.
Kısacası, kuruluş ülküsü bir dünyalık edinme hevesine dönüşmüştü” (Hıfzı Veldet
Velidedeoğlu, İlk Meclis, s. 222. Adı geçen kitap “İlk Meclis-Millî Mücadele’de
Anadolu-1920-2020” adıyla da yayınlandı)
Velidedeoğlu
gibi bir “Atatürkçünün” tenkitleri bununla kalmıyor, Kemalist Cumhuriyetin
İkinci Meclisi’ndeki milletvekilleri ve bürokratlarından “Köhne Bizans” diye
bahsediyor: “Hatırı sayılır, sözünden çıkılmaz milletvekillerinden devlet daire
âmirlerine tavsiye mektubu koparmak için bir takım aracılar türemişti.(...)
Köhne Bizans, zaferden hemen sonraki yıllarda Millî Mücadele Ankara’sını
kokuşturmaya başlamıştı” (Velidedeoğlu, a.g.e., s.221).
‘Millet Meclisinde silahşörler ve
tufeyliler istibdadı başladı’
Şimdi de,
Millî Mücadele sırasında Kuva-yı Millîyecilerle beraberken sonra Kemalist
Ankara rejimiyle anlaşamayan, önce Türkiye’de, sonra yurt dışında “Yeni Dünya”
ve “Yarın” gazetelerini çıkaran devrin gazetecisi Arif Oruç’tan 1923 sonrası
Ankara’sını okuyalım: “Millet Meclisinde bir silahşörler ve tufeyliler
istibdadı başladı. Bir meclis ki, her türlü meziyetlerden âri âzâsı aç çekirge
sürüleri gibi Ankara’ya üşüşmüşler, hidemat-ı umumiyeye (genel hizmetler) ait
büyük nafia (bayındırlık) işlerini paylaşmaya başlamışlardı. Bu çekirgelerin
ayak bastıkları yeşil vatan tarlasında bittabi ot bitmez oldu” (Arif Oruç’un
Yarın’ı / derleyen: Prof. Dr. Mete Tunçay,
s.108).
Kuva-yı Millîye
hareketi sırasında milleti arkasına alanların millete verdikleri sözü
unuttuklarını, milletin kültür değerleriyle uyuşmayan bir “Ankara devrimine”
doğru gittiklerini Batıcı ve Atatürkçü Sabiha Sertel yazıyorsa, Cumhuriyet ilk
Meclis ve Hükümetlerinin Ankara’yı Kemalizm’in Ankara’sına dönüştürdüklerini
söylemek abes mi olur? Sadece bir cümlesini okuyalım: “Millî kurtuluş savaşının
heyecanlı günleri geçmiş, iş başında olanların birçoğu özel menfaatlerin peşine
düşmüştü” (Sabiha Sertel, Roman Gibi, s.92).
Atatürkçülerin
iddia ettiği gibi, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gidişatın “dîn-i mübin-i İslâm
üzere” başlatılan Millî Mücadele ruhuna uygun olmadığını Sebiha Sertel’in eşi
Zekeriya Sertel de teyit ediyor: “Eski Ankaralıların yaşayışları fakirce olmaktan
aşağıydı. Hani istatistiklerde asgari yaşayış seviyesi diye bir deyim vardır.
Bunlar, bu yaşayış seviyesinin de altındaydılar. Ben sefaletin bu kadar
koyusunu, bu kadar elle tutulanını görmemiştim. Oysa bu büyük kurtuluş savaşını
onlar yaşamışlardı” (M. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, s. 103).
‘Her apartmana karşı devrimden
bir şeyler verdik’
Nafi Atuf
Kansu da Cumhuriyet’in ilk yıllarında yönetimin başında bulunanlardan
Batıcı-seküler bir siyasî kişidir ki, kendisi gibi oğlu Ceyhun Atuf Kansu da
Ankara’da kurulan Batıcı “yeni Türkiye devleti” nin üst bürokrasisinde görev
yapmış ve “Atatürkçülük” ödülü sahibi dogmatik bir Kemalist-şairdir.
“Cumhuriyet Bayrağı Altında” adlı ödüllü kitabında babasından dinlediği bir
sözü aktarır: “ Devrimcilik çok uzaklarda
kaldı oğlum, çok uzaklarda kaldı. Siz devrim kaldı mı sanıyorsunuz? Her
apartmana karşı devrimden bir şeyler verdik. Bir apartmana karşı bir devrimciyi
yitirdik” (C. Kansu, Cumhuriyet Bayrağı Altında, s.233).
“Apartman”dan
kasıt, Ankara’nın başşehir olduğu ilk yıllarda devrin Bakanları,
milletvekilleri ve bürokrasisi arasında neşvünema bulan arsa spekülasyonunun
had safhaya çıktığını, arsaların bu zevat tarafından ucuz alınıp, çok yüksek
fiyatlarla müteahhitlere satıldığını vurguluyor baba Kansu. Adı geçen kitabın
90. sayfasında yine babasından naklettiği şu ifadeler daha hayret verici: “Yeni
yapılar yükseliyor, caddeler açılıyor, anıtlar dikiliyor; açıkgöz ve geleceği
gören Osmanlı artığı ‘devletlüler’, Ankara bataklıklarını, Kavaklıdere
eteklerini kapatıyorlardı. Ne var ki, Abdullah’ın köyünde ve yaşantısında gözle
görülür, belli bir değişiklik yoktu.”
Memurlara ve halka ‘Beyaz
Zambaklar Ülkesi’ kitabı dağıtılıyor
Kansu’nun,
Kemalist modernleşme taraftarı bir zihniyete sahip olmasına rağmen aynı kitabın
120. sayfasında M. Kemal’in vefatından sonra İnönü döneminde memurlara
dağıtılan bir kitap vakasını hicvetmesi, Kemalizm’in sahte yüzünü
göstermektedir. Devlet, Finlandiyalı bir yazara ait ‘Beyaz Zambaklar Ülkesi’
adlı kitaptan on binlerce bastırıp dağıtarak memurlara ideolojik mesaj vermeye
çalışır. Adı geçen kitap, Finli halka nasıl davranılacağına dair memur ve
yöneticilere nasihatin yanında köylülere, işçilere ve kasaba halkının aşağı
katlarına nasıl daha iyi yaşayabileceklerini öğretiniz” telkinleriyle dolu bir
romandır.(C. Kansu, a.g.e., s.120).
“Beyaz
Zambaklar Ülkesi” adlı kitabı Kemalist yöneticiler Ankara’dan başlamak üzere
halka ve memurlara güya yol gösterici bir kitap olarak takdim etmişlerdir.
Ecnebî bir ülkenin sosyal âdâbı ve kalkınma tekniklerini anlatan bir kitabı,
İslâm medeniyete sahip Türk milletine dağıtan ve kendi toplum bilgisine bigâne
ve düşman bir zihniyet ancak bu kadar olur. Kemalist şeflerin inkılâplarına ve
icraatlarına bakıldığında, Millî Mücadele sırasında arkalarına aldıkları
milleti ve Ankaralıları aldattıkları anlaşılıyor. Yardımlarını gördükleri
Ankaralıların İslâmî kültür ve kimliklerine bigâne kalarak adım adım asıl
niyetlerini gerçekleştirmişlerdir.
Kemalizm’in Ankara’sı
yolsuzluklarla çalkalanıyor
M. Kemal’in
mânevi kızı Prof. Âfet İnan’ın kızı Arı İnan Kemalist Cumhuriyete tarafgir
birisi olmakla beraber “Tarihe Tanıklık Edenler” kitabında cumhuriyetin ilk
yıllarındaki yolsuzlukları, istismarları yazması çok düşündürücüdür. Şu
ifadeler resmî kitapların yanılmaz ve hatadan masundur şeklinde
dogmatikleştirdiği Kemalist kurucuların alelâde ve ilkesiz insanlar olduğunu
anlatıyor: “Müfettişlik görevinde bulunan Şevket Süreyya Aydemir, M. Kemal’in
yakın arkadaşlarından İstiklâl Mahkemelerinin ünlü reisi Kılıç Ali’nin bazı
işleri için: ‘Hakikaten benim çıkarttığım dosyalar arasında çok çirkin
suiistimaller vardır. Ermenilerle, bilmem nelerle filan’ dediği...” (Arı İnan,
a.g.e., s. 72).
Arı İnan,
adı geçen kitabında yine Ş. Süreyya Aydemir’in dönemle ilgili bir tesbitini
aktarıyor: “Şeker karaborsası işinde Celâl Bayar, Kazım Taşkent (Yapı Kredi
Bankasının kurucusu) gibi isimlerin de bulunduğunu, şirketin sûiistimâllerini
çıkarttığını, şeker firmasının sahte bir firma olduğunu, mal varlığı olarak
sadece M. Kemal’in yakın arkadaşı Siirt milletvekili Mahmut’un garsoniyerinin
bulunduğunu... Kumar borçlarını bile devlete ödettiklerini…” (Arı İnan, a.g.e.,
s.264).
‘Çalıp çırpmalarına göz yumardı’
Şaşırtıcı
olan şu ki, M. Kemal, Hükümet ve Meclis bünyesinde bulunanların sûiistimâl ve
yolsuzluklara adları karıştığında ve nüfuz yoluyla menfaat temin ettiklerinde
esnek davranıyor ve “bekle gör” siyasetini takip ediyordu. Lord Kinross
“Atatürk” adlı kitabının 59. sayfasında bu yönde değerlendirmeler var. Bir
cümle var ki, gerçekten şaşırtıcıdır: “M. Kemal Atatürk, (...)
çevresindekilerin ağızlarını kapatmak için kendilerini inşaat işlerinde serbest
bırakır, sanayi girişimlerinde biraz çalıp çırpmalarına göz yumar ve ortada bir
skandal tehlikesi belirmedikçe, varlıklarını hangi yoldan edindiklerini inceden
inceye araştırmazdı.”
M. Kemal bir
nutkunda: “Memleketimizde birçok milyonerin, hattâ milyarderlerin yetişmesine
çalışacağız” diyordu. (Sadi Borak, Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk) Adı geçen kitapta M. Kemal’in servetinin cins
ve miktarları da veriliyordu: “Üç yüz bin dönümden fazla bağ, bahçe, fidanlık,
çayır, orman vb., ziraat aletleri, demir, bira soda ve gazoz fabrikası, yoğurt
ve şarap imalathaneleri, değirmenler, bir çeltik fabrikasının %40 hissesi,
mandıralar ve bir çiftlikte küçük büyük baş hayvan ile at ve tavuk...” (
a.g.e., s. 77).
Millî Mücadele için toplanan
paralarla şirket kurulur mu?
M. Kemal’in
serveti konusunda, Cumhuriyetin ilk yıllarında Başbakanlık da yapan sabık
Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali’nin bir
röportajdaki ifadeleri mânidardır: “Hint Müslümanları Millî Mücadele için 250
bin altını M. Kemal’e göndermişler. Altınlar M. Kemal’in kasasında durur. Onun
kayınpederi Muammer Bey bu parayla M. Kemal’i de ortak ederek bir ticaret
şirketi kurmak istiyor. M. Kemal, Celâl Bayar’la konuşalım, diyor. Celâl Bayar,
bunun doğru olmayacağını, millî bir banka kurmayı teklif ediyor. İş Bankası
kurulur. İş Bankası fikrinin de, bankayı kuran da Celâl Bayar’dır.” (Vakit
Gazetesi,19 Eylül 2009)
D. Mehmet
Doğan’ın “Tarih ve Toplum” kitabında, Millî Mücadele döneminde M. Kemal’in
asker maaşının dışında hiçbir gelirinin olmadığı, ancak Cumhurbaşkanı olunca
maaşının hatırı sayılır şekilde arttığı, İş Bankası’nın sermayesinde önemli bir
payın ve ziraî-iktisadî alanda birçok yatırım ve taşınmazın sahibi olduğu
belgelerle anlatılmaktadır. (a.g.e., s. 317) Adı geçen kitaba göre, M. Kemal
kendi emriyle Tarih Kurumu’na yazdırdığı ve liselerde okutulan “Tarih IV”
kitapta “çiftlikleri aylıklarından artırarak aldığı” kaydedilmektedir (a.g.e.,
s.317).
Hint
Müslümanlarının, hilâfet dâvası adına Millî Mücadele’de kullanılması için
bizzat M. Kemal’e verilmek üzere onun İstanbul’daki temsilcisine aralıklı
olarak bir buçuk milyon lira değerinde para ve altın yardımlarının teslim
edildiği resmî ideolojiye yakın kaynaklarda da belirtilmektedir. Bu konuda F.
Rıfkı Atay’ın “Çankaya”sı ile Mazhar Leventoğlu’nun “Atatürk’ün Vasiyeti” adlı
kitaplara bakılabilir. M. Kemal bu paranın 500.000 lirasını Büyük Taarruzdan
önce, Maliye’nin karşılayamadığı bazı özel giderler için, Garp Cephesi
Kumandanlığı emrine vermiştir. Zaferden sonra, bu beş yüz bin liranın üç yüz
seksen bin küsur lirası, Bakanlar Kurulu kararıyla kendisine verilmiştir. M.
Kemal, elindeki bu parayla güya siyasî ve devlet işlerinden arta kalan
vakitlerinde iktisadî / ziraî teşebbüsleri gerçekleştirmiş ve üstünde kayıtlı
görülen bu emlâk ve malların bir kısmını 1937 yılında devletin kurumlarına
bağışlamıştır (D. Mehmet Doğan, Tarih ve Toplum, s. 320).
Yakup Kadri: ‘İsmet Paşa’nın
devrim rejimini soysuzlaştırması…’
Koyu
Kemalist Yakup Kadri Karaosmanoğlu da yeni Ankara resmî zevatının devletin
imkânlarını “rant” kapısı gibi görmesini ağır bir dille şikayet ediyor: “O
sıralarda bence hâdiselerin en önemlisini teşkil eden, dünkü Millî
Mücadeleciler ve o günkü devrimciler kadrosunun bir kazanç ve menfaat şirketi
karakterini taşımaya başlamasıydı. Bunlardan kimi arsa spekülasyonları, kimi idare
meclisi âzâlıkları, kimi taahhüt işleri, kimi de türlü türlü şekillerde
komisyonculuklar peşine düşmüş bulunuyordu. Garp Cephesi Kumandanı iken,
yolsuzluklarından şüphelendiği bir Levazım Reisini herkesin gözünde nasıl
haşladığını kulaklarımla işittiğim İsmet Paşa’nın, temeli fazilet ve feragate
dayanması lâzım gelen bir devrim rejimini daha ilk günlerinden itibaren
soysuzlaştırması ve benim bu yakınmalarımı, hiç cevaplandırmadan müphem bir
gülümsemeyle dinleyişi beni hayrete düşürüyordu” (Politikada 45 Yıl, s.86).
Kemalizm’in Ankara’sından Besim
Atalay da şikâyetçi
Kemalizm’in
Ankara’sında yolsuzluk, nüfuz ticareti ve suiistimaller Meclise intikal etmeye
ve tartışma konusu olmaya başlamıştı. Kemalizm’in “millî din” anlayışını
anlatan “Kur’ân Tercümesi: Tanrı Kitabı” adlı kitabın yazarı ve Tek Parti
Döneminin Kütahya milletvekili Besim Atalay da “yeni Türk devleti” nin
imkânlarının Millî Mücadele ile ilgisi olmayanlara peşkeş çekilmesinden
şikâyetçidir: “Arkadaşlar, memlekette yolsuzluklar yapıldığından söz
ediyorsunuz. Bu memleketin kurtarılması ve bugün yapıldığı söylenen yolsuzluk
Hoca Sadi’nin ünlü kuzu hikâyesini andırdı. Kurdun elinden kuzuyu kaptı
kurtardı, fakat kendi kesti, kendi yedi. Arkadaşlar, üç yıldır şu Millî
Mücadele sırasında kadınlara cephane mi taşıtmadık, tuzdan, hattâ undan bile
vergi mi almadık? Kadınları bile şehit mi vermedik? Sonuç ne oldu? Mücadele ile
hiç, ama zerre kadar hiç ilgisi olmayanlar, bu memlekete doldu. Sanki
yaptıklarımızı, kurtardığımız memleketi, bunlara peşkeş çekmişiz, gidin görün
arkadaşlar, şu İzmir’e bir gidin... Sokakları dolduran çeşit çeşit ‘yurtsever’
tüccarları bir görün...” (Millî Kurtuluş Tarihi, Doğan Avcıoğlu, s.1367).
O dönemde
siyasîlerin sûiistimâl ve nüfuz ticaretinin kamuda ayyuka çıkması üzerine “bir
düzenleme ile milletvekillerinin iş takip etmelerinin yasaklanmasını” teklif
eden İ. İnönü’ye Cumhurbaşkanı M. Kemal şu cevabı verir: “Bu, kanunla olmamalı
bence. Milletvekilleri böyle işlere girmenin sakıncalı olacağını kendileri anlamalıdır”
(İsmet Bozdağ, Atatürk’ün Sofrası, s.63).
M. Kemal: ‘Bu serserilere göz
yumarım…’
Bu
meselelerin çoğalması üzerine, M. Kemal’e yakın bir milletvekili onun
huzurunda, “Etrafındakilerinin sûiistimâllerinin çoğaldığını” dile getirir. M.
Kemal’in açıklaması son derece pragmatist ve ilkesizdir: “Bu dediğin senin
doğrudur. Bu serseriler etrafımızda. Ama ben bunlara bağırırım, çağırırım,
önüne bir şey atarsın işte geçinir gider. Hattâ bunların ben yarın gözlerimi
kapayınca sokakta kalmasını da istemem. Onun için bunların bir şeyler yapmasına
ya yardım ederim yahut göz yumarım” (Arı İnan, Tarihe Tanıklık Edenler, s.263
vd.).
İşte böyle
Kemalizm’in Ankara’sı. Bugün hâlâ “M. Kemal’in kurduğu Cumhuriyet kadrosu
dürüsttü, erdemliydi” diyenler kafasını kumdan ne zaman çıkaracak? (ilbeyali@hotmail.com)
* * * * *
‘Yakın Tarih Okumaları’
Ali Yurtgezen hocanın Mostar Dergisi Ocak 2022 sayısındaki “Yeniden yakın tarih okumaları” başlıklı yazısı Kemalizm’in kendini meşrulaştırmak için ilmî bir tarih olmayan inkılâp tarihini ilkokuldan üniversiteye kadar müfredata sokma emellerini anlatıyor: “Yakın tarih derken 1922 Kasım’ında saltanatın kaldırılması ile başlayıp 1937 Şubat’ında laikliğin anayasaya girmesiyle biten ve daha ziyade “İnkılâp dönemi” denen zaman dilimini kastediyoruz. Bu süreçte yapılanları meşrulaştırmak maksadıyla 1922 öncesine dair anakronik kıyaslamalara sıkça gidilse de sonuçta on dört yılı biraz aşan bu dönem, bugün bütün eğitim öğretim kademelerindeki resmî müfredatta neredeyse cereyan müddetinden daha uzun bir zaman tahsis edilerek okutuluyor. Anaokullarından itibaren, temel eğitimin her seviyesinden fakülte ve yüksekokulların ilk iki yılına kadar sürdürülen mecburî bir okuma, daha doğrusu yönlendirme. 1930’larda Cumhuriyet Halk Fırkası’nın üst düzey yöneticileri tarafından üniversitelerde verilen konferanslarla başlamış. Hangi bölümde okursa okusun öğrencilerin mezun olabilmeleri bu konferanslara katılma şartına bağlanmış. İlerleyen yıllarda değişik isimler altında okullara ders olarak konmuş. Nihayet 1980 ihtilalinden sonra hem “Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük” adıyla okutulması, hem de temel eğitimdeki bütün derslerin müfredatına dâhil edilmesi mecbur kılınmış…”