Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (69)

k.jpeg

(Ulus, 18.11.1937, s. 1)

Diyârbekir’den hemen sonra “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”na kurban giden şehrimiz: El̃âziz… Büyük târihî hâtıra kıymetini de hâiz olan güzelim “El̃âziz” ismi, “Güneş-Dil Teorisi”ne nazaran “Elazık”tan bozma olduğu iddiâsıyle, “Güneş Şef” tarafından, 17 Kasım 1937 ziyâretinde, “Elazık / Elazığ”a tahvîl edildi… “Halkevinde Elazık mebusu Fazıl Ahmed Aykaç, Atatürkten aldığı direktif ve emir üzerine bir musahabede bulundu. Arabca sanılan Elâziz kelimesinin türkçe memleket manâsına gelen el ile gıda manâsına gelen azıktan terekküb ettiğini, bu itibarla kelimenin mümbit, mahsullü, feyizli, bereketli manâsına geldiğini söyledi. Atatürkün dikte ettirdiği notlarını okudu. Dakikalarca alkışlandı…” (Aynı gazetenin 8. sayfasından)

***

“B. İsmail Müştak Mayakondan sonra B. Fazıl Ahmed Aykaç tekrar birkaç şiir okudu.

“Bundan sonra Başvekil [Celâl Bayar] bir hatırasından bahsetti. Millî mücadelenin ilk senelerinde, bir arkadaşının, Namık Kemal’in ‘Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini’ şiirinin ikinci mısraını: ‘Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini’ şeklinde düzelttiğini söyledi ve dakikalarca alkışlandı.

“Atatürk halkın büyük tezahüratı arasında saat birde Halkevinden ayrıldılar ve istasyona giderek Elazıktan [Tunceli istikâmetinde] hareket buyurdular.” (Ulus, 18.11.1937, s. 8)

El̃âziz < Elazığ” iddiâsı için bir başka “Güneş-Dil âlimi”nin hokkabazlığı

“Tek Şef”, Fazıl Ahmed Aykaç ve İsmail Müştak Mayakon’un ağzından “El̃âziz”in “Elazığ”dan bozma olduğunu iddiâ edip şehrin bundan sonra bu şekilde zikredileceğini emrettikden sonra, bir başka “Güneş-Dil âlimi” daha, “Güneş-Dil usûl̃ü”yle “toponomik tedk̆îk̆ler” yaparak, “El̃âziz”in aslının “Elazığ” olduğunun “isbât”ına girişti…

Aynı “mantık üstü mantık”la, “Diyârıbekir”in aslının da “Diyarbakır” olduğunu “isbât eden” bu “âlim”, Prof. Hasan Reşit Tankut’tu. Aşağıda bu ikinci maskaralık hakkında tafsîl̃ât vereceğiz.

Tankut’un, 1937’de risâle hâl̃inde de neşredilen “Diyarbakır Adı Üzerinde Toponomik Bir Tetkik” başlıklı makâlesinde, Elâziz” mes’elesine tahsîs ettiği kısa bir bölüm var. Bu bölüm de, bu “âlimler”in hokkabazlıkları hakkında iyi bir fikir veriyor:

“Sümerliler Tanrının kapısı yerine Ka Dingirra (Babil’in eski adı) derlerdi. Ka bizim kapının taayyün etmemiş, isimlenmemiş şekli ve Dingir de Tanrı kelimesinin kendisidir. Böylece [Diyârıbekir’in al̃âkalı olduğu “Bekr-ibn-Vâil”e tahavvül eden] (Bakır, ebin, avul) cümlesinin Proto-Türk dediğimiz (monosillabik izolan) tipte bir dile raci bir nahiv ile söylenmiş olduğuna intikal edebiliriz. [Zamânımızdan 22 asır kadar evvel Diyârıbekir beldesinde isk̃ân edilen Bekr İbnü’l-Vâil aşîretine izâfeten şehre bu ismin verildiği târihî vâkıasına mukâbil, bu aşîret isminin aslının gûyâ “Türkce” ‘bakır, ebin, avıl’ olduğuna dâir iddiânın Mustafa Kemâl̃’e âid olduğuna dâir vesîkayı biraz aşağıda göreceğiz…]

“El̃âziz adının da böyle bir analoji tesiri ile Alazığ’dan dejenere edilmiş olduğunu görüyoruz. Çünkü, Milâttan evvel sekizinci asır başlarında Vannik (Urartu) lardan Menuas şimal batısında Etilere karşı bir sefer açtı. Ve sitelerden bazılarını zaptederek Fıratın kaynaklarında olan (Alzı) arazisine girdi. (The Cambridge Ancient History – Volume 3.) Görülüyor ki Alzı ve Güneş-Dil Teorisinin her dil için tespit ettiği gövdeleşme disiplinine göre Alazı yeni bir kelime değildir. Hattâ Muş civarındaki Alaza-rum köyü dahi ayni adı taşımaktadır. Milâttan sekiz asır önce Vannık’lar dahil olmak üzere bütün o taraflarda bitişken tipte bir Türkçe konuşuyorlardı.

“Alazığ kelimesi lengüistik paleontolojiye göre (al+azığ) kısımlarına ayrılarak mütalea edilir. Al ve gerçek şekli ile (ağ+al) güneşten doğmuş ana vasıfların mubaleğalı olanlarına karşılık idi: çok parlak, çok kuvvet, çok aziz, çok yüksek ve başkaları gibi. Vicdanların takdis ettiği kutlu varlıklara ve kavramlara da bu kelimeyi kullandıkları: Allah, ulu ve konkre manada alav ve il gibi. Diyarbakırın ‘Al’ köyü ile Diyadin’de Azı köyü bunu teyit eder.

“Azığ, Türkçenin bütün lehçelerinde zat ve zahire manasına gelen bu kelimenin Azıklan biçimiyle taayyüş ve maişet anlamlarını verdiği malûmdur.

“Psiko-sosyoloji [???] bu kelimede kudsiyet temayülü halk ettiği zamanlar bu isimde bir mabut türemiş idi / (Vedalar) Huma içerek bahtiyarlık ve refah Tanrısına ‘uzağ’ ve uziğ’ye ererlerdi. (E. Huber: Das Trankopfer, S. 169) /. Birçok sosyetelerde mabutların adı bu kelimeden türemiş olmakla beraber kökünün, amelî hayatta refah ve saadet temin eden zattan ve zahireden çıktığı apaçıktır.

“Şu halde Elâziz gerçek ve asîl Türkçe şekli ile Elâzığdan başkası değildi.” (Türk Dili Türkçe-Fransızca Belleten, No 29-30, Haziran 1938, ss. 110-111)

- 2. Alt Fasıl: “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”nın Kurbanı Şehirlerimizden Diyârbekir

“Mutlak Şef”, “Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”nın ilk darbesini Diyârbekir’e indirmiş, El̃âziz onu tâk̆îb etmişti… Zîrâ, Başvekîl Celâl Bayar ve sâir maiyetiyle Ankara’dan trenle yola çıkıp 14 Kasım 1937’de Malatya’yı “teşrîf eden” “Büyük Şef”, oradan –hep trenle- 15 Kasım’da Diyârbekir’e vâsıl olmuş, buradaki “ink̆il̃âb”ını müteâkib El̃âziz’e geçmiş ve 17 Kasım’da bir “ink̆il̃âb” da orada tahakkuk ettirmişti...

Pazartesi, 15 Kasım 1937 târihli gazeteler, “Büyük Şef”in “Diyârbekir” veyâ “Diyarıbekir”e gitmek üzere, trenle, Malatya’dan hareket ettiğini yazıyorlardı:

“Diyarbekir’e doğru

“Yolaçtı, 14 (A. A.) – Atatürk Elâzize uğramadan Diyarbekire doğru seyahatlerine devam ediyorlar.” (Ulus, 15.11.1937, s. 3)

“Şefin Seyahati

“Atatürk Malatyada Tetkikler Yaptı

“Her Tarafta Heyecanlı Tezahüratla Karşılanan Önderimiz Diyarbekire Doğru Yollarına Devam ettiler” (Tan, 15.11.1937, s. 1)

“Atatürk, dün Malatyadan ayrıldı, Diyarbekire gitti

“Büyük Şef güzergâhta milletin heyecanlı tezahüratile istikbal ve teşyi olunuyor. Diyarbekir-Cizre hattının temelatma merasimi bugün yapılacak” (Cumhuriyet, 15.11.1937, s. 1)

“Büyük Önder Malatyadan Diyarıbekire hareket etti” (Akşam, 15.11.1937, s. 1)

Güneş-Dil İnk̆il̃âbı”nın bir “mûcize”si daha: İki bin senelik “Diyârbekir”, bir günde “Diyarbakır” oldu!

Ertesi gün, Salı, 16 Kasım 1937 târihli gazetelerin manşetlerinde, yeni bir şehir ismi görünüyor: “Diyarbakır”! Meselâ:

“Atatürk dün akşam Diyarbakır’a şeref verdiler

“Büyük Şef Madende tetkikler yaptılar

“Diyarbakır baştan aşağı donandı halk sevinç tezahürleri yapıyor

“Atatürkün halkevinde Diyarbakır halkına yüksek iltifatları” (Ulus, 16.11.1937, s. 1)

“Şefin Doğu Seyahati

“Atatürk Diyarbakırda binlerce halkın coşkun tezahüratile karşılandılar” (Tan, 16.11.1937, s. 1)

“Atatürk Diyarbakırda tezahüratla karşılandılar” (Akşam, 16.11.1937, s. 1)

“Atatürkün Diyarbakırlılara hitabı” (Kurun, 16.11.1937, s. 1)

Son Posta ise, yeni isme bir ânda intibâk edemiyerek bocalıyor; 16 Kasım 1937 nüshasında, hâl̃â manşette “Diyarıbekir” ismi var:

“Atatürk Diyarıbekirde

“Büyük Önder dün Ergani madenlerinde tedkikat yaptılar

“Diyarıbekirde bayram

“Diyarıbekirliler, Atatürkü büyük sevinç tezahüratı ile karşıladılar, şehir emsalsiz bir gece yaşadı” (Son Posta, 16.11.1937, s. 1)

Ertesi gün de, bocalama devâm ediyor ve gazete, eski ve yeni isimleri “Diyarıbakır” şeklinde harmanlıyor:

“Diyarıbakır-Irak hattının temeli Büyük Şefin huzurunda atıldı

“[Resim altı yazısı:] Diyarıbakırda istasyon binası” (Son Posta, 17.11.2021, s. 1)

Mes’elenin en tuhaf tarafı şu ki, gazeteler, bir gün ara ile, “Diyârbekir”den “Diyarbakır” diye bahsediyor, bunun neden ve nasıl böyle olduğu gibi bir suâl̃ tevcîh etmiyor, okurlarına da herhangi bir îzâhatta bulunmuyorlar!