08 Temmuz 2017

Kin kardeşliği

17 Haziran'da bu köşede yayınlanan “Metafizik Savunmamız Merhamet” başlıklı yazıda Suriyeli mültecilere karşı bir süredir sistematik olarak düzenlenen kitlesel linç teşebbüslerine “bu rezaletin artık bir milli güvenlik meselesi olduğunu ne zaman anlayacağız” denilerek dikkat çekilmişti. Sanıyorum bu meselenin ehemmiyeti anlaşılmaya başlandı! Fakat öyle görünüyor ki hasta ruhlar göğüslerinde biriktirdikleri bu vebalı nefretin kokusunu, birbirlerini tanımalarını sağlayan bir işaret olarak içgüdülerine kodladılar. Nefretin kendisini ise kitlelerini hareketli kılmak için bir tür saprofit beslenme kaynağı olarak kullanmaya devam edecekler. Hem devlet hem millet olarak artık teyakkuzumuzu daha da arttırmak zorundayız.

Suriyeli mültecilerin canları, ırzları ve tüm mukaddesleriyle bir ana kucağı mesabesindeki Anadolu'larına sığındıkları ilk günlerden beri dikkatimi çeken bir hâl vardı. Kimin Allah'ın diniyle bir problemi varsa, Suriyeli mültecilerden nefret ediyor, onlara yapılan en küçük yardımı bile tuhaf bir hınç ve haset ile karşılıyordu. Vahim derecede insanlık yetmezliğine dûçâr olmuş bu yığınlarla Suriyeli mülteciler hakkında konuşurken gözlerinde değil merhamete dair bir iz, hâlâ hayatta olduklarını gösteren bir nefeslik ışık bile göremiyordunuz. Ancak birkaç gün önce Yeni Söz yazarlarından Fatih Alkan'ın sosyal medyada paylaşarak hatırlattığı bir ayet beynimde şimşekler çakmasına sebep oldu. Sonra gönlün zeminine değer değmez idrâke dönüşen sağanak hâlinde içsel bir anlam yağışı…

Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Haşr Sûresi 9. Âyet

Yâni gönüllerine imanı yerleştirmemiş kimseler yurtlarına hicret edip gelen mültecileri sevemezlerdi. Sonra o dini yalanlayanlar- ki namazı kılsalar bile aslında dini yalanlayanlardı onlar- yetimi itip kakacaklar ve en küçük iyiliği bile engellemeye çalışacaklardı. Küfür ve nifak sıfatının taşıyıcıları kendileriyle ilgili olarak Kur'an ayetlerinin haber verdiği her vasfı taşıyorlardı. Dışkıladıkları eylemleriyle lâbirentlerinin duvarlarını ören fare beyinli babunlar gibiydiler.

Suriyeli mültecileri iktidara gelir gelmez ülkelerine geri göndereceklerini yani Esed vahşetine teslim edeceklerini deklare eden CHP, söz konusu olan Suriyeli ama Nusayri mülteciler olunca bambaşka bir hassasiyet ikliminde “tüllenmeye” başlıyordu örneğin. Mesela milletvekilleri Sabahat Akkiraz öncülüğünde Nusayri mülteciler için sarf ettikleri gayreti ve onlarla ilgili beklenti ve taleplerini, barınma, gıda ve iş ihtiyaçları için serdettikleri çabayı takdirle hatırlıyoruz. Ama bu çaba Müslüman Suriyelilere karşı yerini niyeyse hastalıklı bir husumete bırakıyor. Yine bahis konusu suriyeli yezidiler olduğunda çadır kentlere içleri elvermeyip onlar için derhal il ve ilçelerdeki boş evlerin bakımlarını yapan, eksikliklerini gideren, elektrik tesisatlarına kadar sıfırdan döşeyip hizmetlerine sunan  HDP'li belediyeler, Müslüman Suriyeliler için kin kardeşleri CHP'lilerle aynı nefret anaforunda buluşuyorlar. Yani nusayri ve yezidi mültecilerde görmedikleri bir vasıf nedeniyle diğer Suriyelilere karşı garaz ve husumet içindeler.

Tek bir açıklaması var bunun; İşte siz o kişilersiniz ki onları seversiniz, fakat onlar sizi sevmez. Siz, kitabın hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştular mı inandık derler, yalnız kaldılar mı size karşı besledikleri kin yüzünden parmaklarını ısırırlar. De ki: Geberin kininizle. Şüphe yok Allah, gönüllerde ne varsa hepsini bilir.  Âl-i İmrân Suresi 119

1941-1945 Yılları arasında sefalet içindeki Türkiye, daha 20 yıl önce ülkelerini işgal eden, şehirlerini yakıp yıkan, kadınlarına tecavüz eden Yunan unsurları ülkeleri Almanya tarafından işgal edilerek mülteci duruma düşürüldükleri için Batı Anadolu, Akdeniz ve Ege bölgesine yerleştirdi. Resmi kaynaklara göre otuz bin kişiyi aşan bu mülteci sayısı, kimilerine göre gerçekte iki yüz bin kişiyi buluyordu. Büyük yoksulluğa ve hatıralarda tazeliğini koruyan büyük acılara rağmen Türk insanı bu mültecileri bağrına bastı ve CHP hükümeti'nin  onlara sahip çıkma gayretini benimsedi. (Üstelik CHP iktidarı savaştan sonra bunları Kıbrıs'a göndererek adanın demografik yapısını bizim aleyhimize değiştirdi.) Ama Yunan mültecilere takdire lâyık şekilde büyük bir aşkla sahip çıkan CHP, ne hazindir ki aynı dönemde Mavi Alay'daki sekiz bin Kırım Türk'ünü öldürüleceklerini bile bile  büyük bir rahatlıkla Ruslara teslim etti.  Ne olur bizi Ruslar'a teslim etmeyin diye tren vagonlarını yumruklayan kadın, erkek, çocuk sekiz bin Türk'ün iki bini sınırı geçmeden kısa bir süre önce  tren vagonlarının kapılarını kırarak Kars'ın Çakçak Gölü'ne atlayıp intihar etti! Geri kalan altı bin soydaşımız Türk Subaylarının gözleri önünde sınırda mitralyözlerle delik deşik edildi. O zaman da kılı kıpırdamadı CHP'nin; tıpkı Boraltan Köprüsü'nde öldürülmeleri için yine Ruslar'a teslim edilen Türkiye'ye sığınmış 150 Azeri aydınının katlinde sergiledikleri tavır gibi. Çünkü onlar da Türk, yâni Müslümandı. O sırada dönemin CHP Hükümeti, kudretinin zirvesinde olan Almanya'nın tüm baskılarına rağmen teslim etmediği  ve kurtardığı yahudi sığınmacılarla iftihar ediyordu.

Suriyeliler meselesinin hakikatini anladınız mı...