23 Aralık 2016

Kızıl şamanın kara büyü dansı

CHP Genel Başkanı'nın 20 Aralık 2016 Tarihi'nde mecliste yaptığı konuşmayı bir kenara kaydedin! Muhtevası; “Kendi darbelerine anayasal düzen kazandırmak istiyorlar. Buna izin vermeyeceğiz, size sözüm söz… Türkiye Cumhuriyeti birilerine teslim edilemez. Türkiye Cumhuriyeti el kaldırıp indirerek rejim değişikliği yapılacak bir ülke de değildir. Herkes aklını başına alsın, bu kadar net bu kadar açık konuşuyorum. Önce tarihe bu günden başlayarak not düşeceğiz” gibi cümlelerden oluşan ve dipsiz karanlıkları izhar ve ihtar eden konuşma. Tamtamlar çalmaya başladığında ormanın ruhunun ne istediğini bilenler, Kılıçdaroğlu'nun inisiye olduğunu ve bedeni içinden gelen sesin, efendi demonlara ait olduğunu hemen anlamıştır.    

Bu konuşmayı duyar duymaz hatırıma, selefi CHP genel başkanı Deniz Baykal'ın  "Lütfen bu memleketin kaderine el koyun, bu memleketi ne yapacağı bilinmeyen böyle bir iktidarın keyfi kararlarına teslim etmeyiniz” diyerek yine kör kuyuların karanlıklarına seslendiği meşhur konuşması geldi.  Bu konuşma, o zamanlar Erdal Şafak, Ertuğrul Özkök, Hasan Pulur ve benzerleri gibi bilumum Doğan grubu zevatına, İsmet Paşa'nın "Sizi ben bile kurtaramam" üslubunu anımsatarak, erekte cümlelerinden  dışarıya sızan, ürpertici ve kösnül heyecanlar zerk etmişti. Süreç “tarihi kırılma günleri” açıklaması ve hemen ardından gelen “danıştay cinayetiyle” devam etmişti. Niyeyse ben de pek çok kimse gibi, ansızın gelen ve yaşandığı zaman kesitini beklenmedik tarihi kırılma günlerine çeviren bazı hadiselere karşı, daha evvel haberdar olmasını kabullenemeyeceğimiz pek çok kimsenin adam akıllı hazırlıklı olduğu hissine kapılıyorum. Dahası onların yazdıklarının, yaptıklarının sesi kulağıma, tanrıların işlerine yol açan kar küreyici bir makinenin uğultusu gibi geliyor. Danıştay saldırısından sonra hiç kimse Aydın Doğan'a ve Ertuğrul Özkök'e şu basit soruyu sormadı; olaydan çok kısa bir süre önce Hürriyet Gazetesi hangi saikle birdenbire türban temalı haberlerle, köşe yazılarıyla doldu? Hâlbuki meseleyi atamalar üzerinden dayandırdıkları, dönemin merkez bankası başkanı Durmuş Yılmaz ve hanım efendi eşiyle ilgili utanç verici haberler çoktan yapılmış ve gündemden düşmüştü. Ortada bu haberleri ve yorumları tekrar alevlendirecek yeni bir gelişme de yoktu. KAŞIYA KAŞIYA manşetine acilen yol açma talimatı almış bir kar küreyicinin kulakları sağır eden sesini gerçekten hiçbir savcı ne önce ne de sonra duymadı mı? Terörü kullanan irade için hedefler hiyerarşisi vardır ve en üstte nihai amaç, ondan sonra amacın tahakkukunu sağlayacak mesaj, en altta ise bizatihi terör eylemi yer alır. Danıştay saldırısında da cinayet sadece füruat ve alt hedef, kaşıya kaşıya manşeti ise saldırının esas hedefine ulaşması için  fırlatılmış esaslı ve güdümlü üst amaç eylemiydi. Türkiye, yıllardır bu basit ayırımı yapamamanın zavallılığıyla yediği şamarların sersemidir.

CHP Genel Başkanı'nın konuşmalarını, malum medyanın söylediklerini bu mihenge vurarak dinleyin. Kemal Kılıçdaroğlu konuşuyor ve söylediklerinden hülasa, elimizde “yurtta sulh konseyi ölmedi, yüreğimde yaşıyor” anlamına gelecek söz ve iddialar dışında tek kelam kalmıyor.  Hür seçimlerle millet tarafından seçilen cumhurbaşkanını, darbecilerin gerekçelerini tekrarlayarak diktatörlükle suçlamaya devam ediyor. Rus büyükelçiye düzenlenen  terör saldırısından sonra yapılan grup konuşmasına bakın; sanki eylemi düzenleme vazifesi katil Mevlüt Mert Altıntaş'a, cesedin başında eylemcilerin bildirisini okuma görevi Kemal Kılıçdaroğlu'na verilmiş! “Komşunuzda yangın varsa elinizde benzin bidonuyla oraya gitmemelisiniz. Hiç unutmayın o yangın sizin evinizi de yakar. Terör temsilcilerini Ankara'ya davet etmeyeceksiniz. Altına kırmızı halılar sermeyeceksiniz. Terörü önlemek istiyorsanız radikal cihatçı grupları desteklemeyeceksiniz.” Terör saldırısıyla oluşturulmak istenen algı ve yargıları tek tek  tekrar eden, terörün üst hedefi olan mesajları Türkiye'yi suçlayarak, teröristlerin  -özellikle de FETÖ'nün- dili ve hezeyanlarıyla, dünyaya karşı deklare eden bir ana muhalefet partimiz var. Anlaşılıyor ki bu gayretlerin büyük bir kısmı, Rusya'nın bu suikastla ilgili olarak Türkiye'yi suçlamasına sebep olacak bir zemin oluşturmaya teksif edilmiş. (Hürriyet'ten Murat Yetkin'in 20 Aralık 2016 Tarih'li “Rusya'dan ağır sözler ağır baskı”  başlıklı yazısı ibretliktir.)     

Kılıçdaroğlu'nun -istemez ama-  istese bile bundan daha farklı bir tutum sergilemeye imkânı olmadığını düşünüyorum. Deniz Baykal'ı, vuruş mesafesinden halen çıkamadığı, uzun menzilli bir kaset şantajıyla deviren fettoşiiler, elbette yerine getirecekleri kişiyi de kendileri için özel ve elverişli pek çok kriterle belirleyecekler ve onu asla başıboş bırakmayacaklardı. Ama ortada dağ gibi duran bu gerçeği yok saydıran kamuoyu oluşturucularının becerilerini takdir etmeliyiz. Zaten Ak Parti'nin ve hükümetin tavırları, bu konularda bir oyun hamuru kadar kolay biçimlendiriliyor. Ama biz soralım CHP Genel Başkanı'na; “15 Temmuz darbe girişimi, hep birlikte mücadele ettiğimiz için başarıya ulaşmadı” demişsiniz. Darbeye ve darbecilere karşı ne tür bir mücadele verdiniz? Darbe teşebbüsü başladıktan ve başarılı olma ihtimali iyice zayıfladıktan sonra yapılan ve alabildiğine muğlak  “CHP Demokrasi'den yanadır” açıklaması, millet tarafından bakıldığında çok isteksiz ve belirsiz bir mırıltı, hatta homurdanma, tehlikede olan demokrasiyi rayına oturtmaya geldiklerini söyleyen darbeciler tarafından bakıldığındaysa, alkış, tezahürat ve destek tufanına dönmek için yay gibi gerilmiş halde ileri atılmayı bekleyen, bunun için ufacık bir ışık ve emare gözleyen bir irade beyanıydı. Selefini devirip seni oraya oturtan ve oturttukları yerde tutan adamların düzenlediği darbeye karşı çıktığına hükümetten başka kimse inanmıyor.