KÜLTÜRÜMÜZÜN BİR GELECEĞİ VAR MI?
Bir fabrikanın üretim hattından çıkan parçalar misali giderek birbirine benzemeye başladı insan ve insana dair olan her ne varsa. Kıyafet tercihinden, beslenme biçimine, eğlence anlayışından üslubuna kadar pek çok şeyi benzer olan, aynı şeylerden hoşlanan ve aynı amaçlar için yaşayan yeni bir toplumun inşasıydı bu aslında. Ve bu cihanşümul amaç başarılı bir şekilde ilerlemeye her gün yeni taraftarlar bularak büyümeye devam ediyor.
Devletlerin varlığını sürdürmesi sadece
ekonomik faktörlere değil aynı zamanda beşerî faktörlere de bağlıdır. Beşerî
faktörlerle ilgili olan kısmı ise o toplumu oluşturan insanların, eğitimi,
kültürü, yaşam doyumu ve refahı ile ilgilidir. Ulus devletler bugün adeta bir
var olma ve var kalma mücadelesi vermektedir. Kime karşı? Kendilerine yeni bir
dünya düzeni kurma görevi addetmiş küresel çetelere karşı. Zira bu küresel çetelerin
öncelikli amaçlarından biri de ulusların binlerce yıllık medeniyetlerinin ürünü
olan kültürü yok etmek. Bu amaç için medya, sanat, spor, teknoloji, psikoloji,
moda, beslenme ve hatta çocukların oyuncaklarını bile etkili biçimde
kullanıyorlar.
Bugün dünyanın herhangi bir ülkesinde ortaya
çıkan ve aklı başında olan her insan için mantık sınırlarını aşan herhangi bir
olay bir anda dünyanın tüm ülkelerine sirayet edebiliyor. Milyarlarca insan
aynı markanın kıyafetlerini giyiyor, aynı tür besinler tüketiyor, anlamadığı
bir dilde olsa bile aynı tür müzikler dinliyor. Milyonlarca insan aynı otomobil
markasının arabalarını alma hayaliyle yaşıyor. Çocuklar bile oyuncaklarının
markalı olmasını istiyor.
Medyanın her türünde ve her kanalında
dayatılan bir güzellik algısı, beslenme alışkanlığı, konuşma biçimi var. Nasıl
giyinmemiz, nasıl beslenmemiz, nasıl konuşmamız ve insanlarla ilişkilerimizin
nasıl olması gerektiğine renkli ekranlar karar veriyor. Ve sokağa
çıktığımızda, yaşama karıştığınızda, yerel olanın, yerli olanın giderek yok
oluşuna üzülerek tanıklık ediyoruz.
Bu değişimi fark etmeniz için birkaç
küçük örnek vermek isterim. Belki yirmi yıl öncesinde çocukların en çok tercih
ettiği yemek döner, köfte veya pide iken bugün özellikle şehirde yaşayan
çocukların öncelikli tercihi hamburger, pizza veya kovalarda satılan tavuk
menüler olacaktır. Amerika'nın kenar mahallelerinde başka bir ifadeyle gettolarda
doğan hip-hop müziği bugün Anadolu’nun köylerine kadar yayılmış durumda. Ülkemizin
81 vilayetinde insanlar aynı mağazalardan benzer kıyafetler alıyorlar ve ünlü
bir markanın karton bardaktaki kahvesini spor müsabakasında kazanılmış bir kupa
edasıyla taşıyorlar. Bu örnekler çoğaltılabilir ve bunları yazarken bir
yargılama içerisinde değil, değişimi gösterme gayretindeyim.
Kültürel erozyonun etkileri bunlarla sınırlı
değil ne yazık ki. Küçük yaşlardaki çocukların daha özgür bir yaşam özentisiyle
evlerini terk etmeleri, sigara, alkol ve uyuşturucu madde kullanmaları, suça
sürüklenmeleri gibi pek çok olumsuz sonuçları bulunmakta. İnanç ve
değerlerinden, kültüründen, ailesinden ve mazisinden kopartılmış bir çocuk ve
bir insan, tüm şer odakları için kullanılmaya ve yönlendirilmeye açık hale
gelmektedir.
Peki bu kültürel bozulmanın çaresi ve çözümü
nedir?
Düzelme, bozulmanın olduğu yerden başlar.
Evvela aile kurumu ve anne babalar kültür aktarıcılığı rolünün bilincinde
olmalı ve bunun için çaba sarf etmelidir. Sonra kültür aktaran bir kurum olarak
okul bu görevi üstlenmelidir. Üniversiteler başta olmak üzere tüm kamu
kurumları çağın gerektirdiği yöntemlerle kültürün gelecek nesillere
aktarılmasına öncülük etmelidir. Ve nihayetinde tüm toplum kültürü yaşatma
idealini benimsemelidir.
Üzücü olan ise bu çürümeyi engelleyecek
olanların böyle bir çabasının olmaması hatta böyle bir sorumluluğunun olduğunun
dahi farkında olmaması. Anne babalar çocukların yaşam konforunu artırmakla,
okullar öğrencilerin matematik puanlarıyla, kamu kurumları ise medyada görünür
olmakla, içi boş projelerle meşguller.
Bu manzara karşısında üzülerek bir kez daha
soruyorum; “Kültürümüzün bir geleceği var mı?”
Vesselam…