31 Ocak 2023

Kur'an Yakma Faşizmi yahut Oryantalizmin Hortlayan Yüzü

Son dönem Kur’an yakma hadiselerinin çok katmanlı ve maksatlı olduğunda şüphe yoktur. Kutsal kavramını ırkçı ve faşişt bir emperyalizme hapsetmiş bir hain zihin meseleyi kendi çıkar çerçevesinden istismar ediyor. Sahibinin koruyacağını ilan ettiği bir kitabın nüshasının yakılması o kitaba ve muhtevasına değil ama mensup ve müntesiplerine bir zillettir. Orada yanan, Kitabın izzeti değil kendi medeniyet çerçevesini kuramamış doğudan batıdan kendisine merkez arayan zavallı zihinlerdir.

 

Hitler’in yaktırdığı kitaplar misalinde olduğu üzere bu zorbalık bir şekilde tezahür edip durmaktadır. Bu ağır tahrikin ardında elbette güncel pek çok çıkar hesabı vardır. Lakin arka planındaki oryantalist imgeler ve İslamofobik dürtüleri görmemek de mümkün değildir. İşte bilvesile oryantalizmi tarihi aşamaları ve amaçları bakımından hatırlamak ve bu olayı analiz ederken bu çerçeveyi de dikkatte tutmak gerekliliğine binaen İsveç Kur’an yakma şeref yoksunluğu hadisesine bir de buradan bakalım. Oryantalizm incelendiğinde Kur’an ile alakalı özel bir saplantı da görülecektir.

 

Oryantalizmi ele alan değerlendirmeler tarihi olarak üç aşamadan bahsederler ki bu herkesçe de bilinen bir mütearifedir. İlk aşamada amaç, İslâm'ın ortaya çıkışı akabindeki parlayışı ile başlayarak 17–18. yüzyıla kadar olan sürede Batılı araştırmaların İslâm'ın hızla yayılışını engellemek için Hıristiyanlar etrafında koruyucu bir duvar oluşturmaktı. Burada İslam’ın ötesinde “Doğu” olarak ötekileştirilen her yer bu engelleme devresini sınırları içine girmiştir. Bu ilk dönemi bir siper alış ve direnme devresi olarak değerlendirmek mümkündür. Sonraki dönem ise 17–18. yüzyıldan itibaren sömürgecilik ve yayılma bağlamındaki gelişmeye paralel ortaya çıkan oryantalizmdir. Bu ikinci aşama adeta savunmadan ileri çıkış devresini temsil eder. Oryantalizmde bu ikinci keskin devreden sonra üçüncü aşama olarak 20. yüzyıldan itibaren mevcut durum ve istikrarı meşrulaştırma devresinden söz edilebilir. Hatta tarihin sonunu ilan eden anlayış da bu yaklaşımın dramatik bir örneği olmuştur. Görüldüğü gibi tek bir devirde yaşanmayan oryantalizm zamana ve zemine göre şekil ve söylem değiştirmiş, amaca göre şekillenmiştir. Yani değerlendirmeler yapılırken hangi devirde hangi oryantalizmden bahsedildiğinin tespiti önemlidir; Meselâ 1683’te oryantalist terimiyle kast edilen “Doğu veya Yunan Kilisesinin bir üyesi” idi. 1838’lerde ise oryantalizm terimi, bütünüyle Doğu’nun –hem Yakın Doğu’nun hem Uzak Doğu’nun- incelenmesi anlamında kullanılmaktaydı. Bunların Batıda yapılan tanımlamalar olduğu düşünülürse değişik zaman ve mekânlarda yapılan bu tariflere dayanılarak pek çok oryantalizm değerlendirilmesi yapılabilir.

 

      Oryantalizmin tek bir devresi olmadığı gibi tek bir amacı da olmamıştır. Oryantalistleri yönlendiren pek çok sebep olmuştur. Bunlardan birisi dinî sebeptir. Ötekileştirilmiş olan İslâm dinine karşı muhtelif tezlerle karşı çıkan pek çok oryantalist herkesçe bilinmektedir. Bu tezlerin en belli başlıcası ise Kuran ve onun tebliğcisi Hz. Peygamberin nübüvveti ve hadislerinde şüphe oluşturarak kafa karıştırmaktır. İslam’ın, Yahudi ve Hristiyan kaynaklarına dayandıklarını ileri sürmek diğer bir oryantalizm tezidir. Yazarının vicdanına havale ettiğimiz niyeti bilinmez ancak yazılan bazı meallere İncil ve Tevrat’tan ayetlerinde yerleştirilmesi bu teze binaen bir karışıklığa ve oryantalist gayelere istemeyerek de olsa bir hizmet olabilir kanısı da burada ifadesi gereken bir husustur.

 

Oryantalizmin diğer bir amacı ise siyasidir. Zamanla ortaya çıkan bu yön hedef görülen kavram veya coğrafyaya yönelik maksatlı çalışmaları kapsar. Sanayi devrimi sonrası mal satmak için tanımak ilkesini benimseyen tüccarlar vasıtasıyla oryantalizme ticari sebep de eklenmiştir.

 

Bunların dışında nihayet oryantalizmi motive eden sebepler arasında ilmi sebep de bulunmaktadır. Gerçeği öğrenmek maksadıyla yapılan ve kendisine medyun olduğumuz bazı araştırmacıların çalışmaları bu alan sınırlarına girmektedir.

 

Görüleceği üzere oryantalizm denilen alanı ortaya çıkaran tek bir sebep bulunmamaktadır. Bu bakımdan üst perdeden yapılacak değerlendirmelerin hangi oryantalizmi içerdiği açıklanmalıdır. Zira bunun açıklanmaması kafa karışıklığına ve içinden çıkılmaz tartışmalara yol açabilecektir. Pek çok değerli çalışmaya imza atmış oryantalistlere ifrat-ı minnetle şükranlar sunulurken Rahip Louis Massignon gibi “Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların manevi değerlerini, Batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık. İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu, tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar” gibi sözler sarf eden oryantalistleri veya “Önce bizim elimizde bereketli topraklarımız vardı, onların da elinde İncil. Sonra bereketli topraklarımız onların oldu, bizim ise elimizde İncil kaldı” dedirten yaklaşımları da unutmamak icap etmektedir. Zira herkes bir alanın uzmanı değildir, sade insanlar okuduklarını doğrudan ve düz anlarlar. Onlardan bir mütehassıs hassasiyeti ve anlayışı beklemek de haksızlık olur. Eğer kasıt yok ise siz gibi düşünmeyenleri yargılarken kantarın topuzu kaçarsa benzer itaplar söz sahiplerini bulabilir. Bilgi izafidir ve her zaman herkesçe mutlakmış gibi savunulacak doğrular olmamalıdır. Reşit Rahmeti Arat’la aynı alanda çalışan bir oryantalistin olması ve değerli çalışmalar yapması bizi doğrudan indirgemeciliğe götürmez. Fuat Köprülü ile aynı bağlamda çalışan bir Batılı oryantalist nasıl bizim safımızda olmazsa bu bizdekileri de başka saflara geçirmez. Mugalâta ile ucu bağlanan hükümler sahibinin ayağına dolaşır sadece. Bir konuda delil, kendisinin bilinmesinden medlulün var olduğunun bilinmesi gereken nesnedir. Burada delilde olması gereken akli ya da nakli bir medlulü bulunmamaktadır. Nakli olarak ise bu delilin medlulü olacak bir uygulama olmalıdır. Umumi uygulamalardan hususiye getirilecek ya da hususinden umumileştirecek kıyasa imkân veren bir delil olmayan yerlerde itidal en doğru yoldur.

 

Kitap yakan zihin böyle bir arka planın güncel tezahürlerinden birisidir. Hülasa Kur’an’ı herhangi bir sebeple ve amaçla istismar eden Allah’a savaş açar. Müslümanlar çıkarcı, aciz, gafil hatta hain olsa da Allah baki ve müntakimdir: Dert çok, derman yok, düşman kavi, tali zebun… Allah var gam yok…

 

 

Vesselam