Kur'an Yakma Faşizmi yahut Oryantalizmin Hortlayan Yüzü
Son dönem Kur’an yakma hadiselerinin çok katmanlı ve maksatlı olduğunda şüphe yoktur. Kutsal kavramını ırkçı ve faşişt bir emperyalizme hapsetmiş bir hain zihin meseleyi kendi çıkar çerçevesinden istismar ediyor. Sahibinin koruyacağını ilan ettiği bir kitabın nüshasının yakılması o kitaba ve muhtevasına değil ama mensup ve müntesiplerine bir zillettir. Orada yanan, Kitabın izzeti değil kendi medeniyet çerçevesini kuramamış doğudan batıdan kendisine merkez arayan zavallı zihinlerdir.
Hitler’in yaktırdığı kitaplar misalinde olduğu üzere
bu zorbalık bir şekilde tezahür edip durmaktadır. Bu ağır tahrikin ardında
elbette güncel pek çok çıkar hesabı vardır. Lakin arka planındaki oryantalist
imgeler ve İslamofobik dürtüleri görmemek de mümkün değildir. İşte bilvesile
oryantalizmi tarihi aşamaları ve amaçları bakımından hatırlamak ve bu olayı
analiz ederken bu çerçeveyi de dikkatte tutmak gerekliliğine binaen İsveç
Kur’an yakma şeref yoksunluğu hadisesine bir de buradan bakalım. Oryantalizm
incelendiğinde Kur’an ile alakalı özel bir saplantı da görülecektir.
Oryantalizmi ele alan değerlendirmeler tarihi olarak
üç aşamadan bahsederler ki bu herkesçe de bilinen bir mütearifedir. İlk aşamada
amaç, İslâm'ın ortaya çıkışı akabindeki parlayışı ile başlayarak 17–18. yüzyıla
kadar olan sürede Batılı araştırmaların İslâm'ın hızla yayılışını engellemek
için Hıristiyanlar etrafında koruyucu bir duvar oluşturmaktı. Burada İslam’ın
ötesinde “Doğu” olarak ötekileştirilen her yer bu engelleme devresini sınırları
içine girmiştir. Bu ilk dönemi bir siper alış ve direnme devresi olarak
değerlendirmek mümkündür. Sonraki dönem ise 17–18. yüzyıldan itibaren
sömürgecilik ve yayılma bağlamındaki gelişmeye paralel ortaya çıkan
oryantalizmdir. Bu ikinci aşama adeta savunmadan ileri çıkış devresini temsil
eder. Oryantalizmde bu ikinci keskin devreden sonra üçüncü aşama olarak 20.
yüzyıldan itibaren mevcut durum ve istikrarı meşrulaştırma devresinden söz
edilebilir. Hatta tarihin sonunu ilan eden anlayış da bu yaklaşımın dramatik
bir örneği olmuştur. Görüldüğü gibi tek bir devirde yaşanmayan oryantalizm
zamana ve zemine göre şekil ve söylem değiştirmiş, amaca göre şekillenmiştir.
Yani değerlendirmeler yapılırken hangi devirde hangi oryantalizmden
bahsedildiğinin tespiti önemlidir; Meselâ 1683’te oryantalist terimiyle kast
edilen “Doğu veya Yunan Kilisesinin bir üyesi” idi. 1838’lerde ise oryantalizm
terimi, bütünüyle Doğu’nun –hem Yakın Doğu’nun hem Uzak Doğu’nun- incelenmesi
anlamında kullanılmaktaydı. Bunların Batıda yapılan tanımlamalar olduğu
düşünülürse değişik zaman ve mekânlarda yapılan bu tariflere dayanılarak pek
çok oryantalizm değerlendirilmesi yapılabilir.
Oryantalizmin tek bir devresi
olmadığı gibi tek bir amacı da olmamıştır. Oryantalistleri yönlendiren pek çok
sebep olmuştur. Bunlardan birisi dinî
sebeptir. Ötekileştirilmiş olan İslâm dinine karşı muhtelif tezlerle karşı
çıkan pek çok oryantalist herkesçe bilinmektedir. Bu tezlerin en belli
başlıcası ise Kuran ve onun tebliğcisi Hz. Peygamberin nübüvveti ve
hadislerinde şüphe oluşturarak kafa karıştırmaktır. İslam’ın, Yahudi ve
Hristiyan kaynaklarına dayandıklarını ileri sürmek diğer bir oryantalizm
tezidir. Yazarının vicdanına havale ettiğimiz niyeti bilinmez ancak yazılan
bazı meallere İncil ve Tevrat’tan ayetlerinde yerleştirilmesi bu teze binaen
bir karışıklığa ve oryantalist gayelere istemeyerek de olsa bir hizmet olabilir
kanısı da burada ifadesi gereken bir husustur.
Oryantalizmin diğer bir amacı ise siyasidir. Zamanla ortaya çıkan bu yön hedef görülen kavram veya
coğrafyaya yönelik maksatlı çalışmaları kapsar. Sanayi devrimi sonrası mal
satmak için tanımak ilkesini benimseyen tüccarlar vasıtasıyla oryantalizme
ticari sebep de eklenmiştir.
Bunların dışında nihayet oryantalizmi motive eden
sebepler arasında ilmi sebep de bulunmaktadır. Gerçeği öğrenmek maksadıyla
yapılan ve kendisine medyun olduğumuz bazı araştırmacıların çalışmaları bu alan
sınırlarına girmektedir.
Görüleceği üzere oryantalizm denilen alanı ortaya
çıkaran tek bir sebep bulunmamaktadır. Bu bakımdan üst perdeden yapılacak
değerlendirmelerin hangi oryantalizmi içerdiği açıklanmalıdır. Zira bunun
açıklanmaması kafa karışıklığına ve içinden çıkılmaz tartışmalara yol
açabilecektir. Pek çok değerli çalışmaya imza atmış oryantalistlere ifrat-ı
minnetle şükranlar sunulurken Rahip Louis Massignon gibi “Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları,
ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların manevi
değerlerini, Batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik.
İslamiyet’ten uzaklaştırdık. İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve
Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık
çoğu, tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar” gibi sözler sarf eden
oryantalistleri veya “Önce bizim elimizde
bereketli topraklarımız vardı, onların da elinde İncil. Sonra bereketli
topraklarımız onların oldu, bizim ise elimizde İncil kaldı” dedirten
yaklaşımları da unutmamak icap etmektedir. Zira herkes bir alanın uzmanı
değildir, sade insanlar okuduklarını doğrudan ve düz anlarlar. Onlardan bir
mütehassıs hassasiyeti ve anlayışı beklemek de haksızlık olur. Eğer kasıt yok
ise siz gibi düşünmeyenleri yargılarken kantarın topuzu kaçarsa benzer itaplar
söz sahiplerini bulabilir. Bilgi izafidir ve her zaman herkesçe mutlakmış gibi
savunulacak doğrular olmamalıdır. Reşit Rahmeti Arat’la aynı alanda çalışan bir
oryantalistin olması ve değerli çalışmalar yapması bizi doğrudan
indirgemeciliğe götürmez. Fuat Köprülü ile aynı bağlamda çalışan bir Batılı
oryantalist nasıl bizim safımızda olmazsa bu bizdekileri de başka saflara
geçirmez. Mugalâta ile ucu bağlanan hükümler sahibinin ayağına dolaşır sadece.
Bir konuda delil, kendisinin bilinmesinden medlulün var olduğunun bilinmesi
gereken nesnedir. Burada delilde olması gereken akli ya da nakli bir medlulü
bulunmamaktadır. Nakli olarak ise bu delilin medlulü olacak bir uygulama
olmalıdır. Umumi uygulamalardan hususiye getirilecek ya da hususinden
umumileştirecek kıyasa imkân veren bir delil olmayan yerlerde itidal en doğru
yoldur.
Kitap yakan zihin böyle bir arka planın güncel
tezahürlerinden birisidir. Hülasa Kur’an’ı herhangi bir sebeple ve amaçla
istismar eden Allah’a savaş açar. Müslümanlar çıkarcı, aciz, gafil hatta hain
olsa da Allah baki ve müntakimdir: Dert çok,
derman yok, düşman kavi, tali zebun… Allah
var gam yok…
Vesselam