17 Ekim 2017

Küresel güçler sadece kültürümüzü değil şehirlerimizi de yok ediyor

 

Türkiye Yazarlar Birliği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Türkiye Belediyeler Birliği ve Esenler Belediyesi işbirliğinde düzenlenen ve Turgut Cansever'e adanan 4. Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi sona erdi. Üç gün süren kongrede alanında uzman 64 konuşmacı şehirleri her yönüyle masaya yatırdılar.

Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Başkanı Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan, açılış konuşmasında "Anadolu şehirlerimiz artık kültüründen, mimarisinden ve vicdanından bahsedilen şehirler olmaktan çıktı. Şehirlerden kaçıyoruz çünkü bizi sıkıyor. Şehirler canavarlaştı, bizi yutuyor. Buna kim 'dur' diyecek." Diyerek adeta imdat diye haykırdı.

Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kongre Merkezindeki kongrede konuşan Arıcan, kongreyle şehirleri kültürel, tarihi ve mimari açıdan, şiir, edebiyat açısından değerlendirmeyi, anlamayı ve bu konuda yazan tarihçi, edebiyatçı, şair ve mimarları bir araya getirmeyi amaçladıklarını belirtti.

Şehirlerin insanlar gibi gözleri, ruhları ve vicdanları olduğunu ifade eden Arıcan, şöyle konuştu:

''Şehir bir medeniyettir, medinedir. Medine, din kökünden birbirine borç verilen, muhtaç olunan kök anlamından gelerek, ismi mekan olarak dinin mekanlaştığı bir kavramdır. Medineyi bu anlamıyla inancın kültüre, sanata, mimariye dönüştüğü yer olarak görüyoruz. Bu anlamda medeniyetler de şehirlerden doğmaktadır. Medeniyetler kültürle, sanatla, fikirle, düşünceyle var olmaktadır. Ancak bugün itibariyle şehirlerimiz gerçekten bu özelliğini acaba sürdürebiliyor mu? Bugün gerçekten şehirlerin bir bakışı var mı? Bırakalım şehirlerin ruhunu, kalbini, vicdanını şehirler kalmıyor. Medeniyetimizin Türk İslam kültürünün kadim şehirleri bir bir yok oluyor. Şam, Halep, Bağdat, Kudüs bugün mahzun, can çekişiyor. Ayakta kalma mücadelesi veriyor. Şehirlerimize sahip çıkamıyoruz artık. Küresel güçler sadece kültürümüzü, tarihimizi, inancımızı yok etmiyor, şehirlerimizi de topyekün ortadan kaldırıyor. Anadolu şehirlerimiz artık kültüründen, mimarisinden ve vicdanından bahsedilen şehirler olmaktan çıktı. Şehirlerden kaçıyoruz çünkü bizi sıkıyor. Şehirler canavarlaştı, bizi yutuyor. Buna kim 'dur' diyecek. Bu anlamda yerel yönetimlere büyük iş düşüyor. Şehirlerin geldiği bu noktaya çağın insanları olarak biz 'dur' demezsek, gelecek nesillere en büyük ihaneti yapmış olacağız.''

Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu da özellikle Anadolu'dan göçle şekillenen büyükşehirlerin mimarisinin tanımlanmasında zorluk çekildiğini söyleyerek, "Bugün şehirlerimiz kendi toplumsal değişim dinamikleri arasından baktığımızda özellikle modernitenin de getirdiği anlayışla insanları bir topluluk olarak yaşamaktan öte, kendi dört duvarının arasına hapseden ve sadece kendi dünyası içerisinde yaşayan mekanlar haline getirdi. Bunu ortadan kaldırabilmek için başta mimari tasavvurumuzu yeniden gözden geçirip bir şehir olmanın ve bir şehirde birlikte yaşamanın, komşu ve akraba olmanın hazzını kuracağımız bir tasavvurla ortaya çıkmamız gerekiyor. Bu açıdan şehir üzerine yapılan her türlü bilimsel ve entelektüel çalışmanın farkındalık oluşturduğunu düşünüyorum.'' diye konuştu.

Kongre Tertip Heyeti adına konuşan Prof. Dr. Mustafa Orçan ise dünyada ve Türkiye'de şehircilik konusunun gittikçe derinleşen ve soruna dönüşen en önemli sosyal meselelerden biri olmaya devam ettiğini vurguladı.

Büyükşehirlerin ülkede uygulanan politikaların ve ekonominin aynası olduğunu ve şehir yöneticilerinin neyi önemsediklerinin yönettikleri şehirlerle meydana çıktığını belirten Orçan, ''Şehirler bizim yaşam alanımız olduğu kadar kültür ve medeniyetinizin de temsilcileridirler. İddiası olan milletlerin, yöneticilerin, kültür ve medeniyetlerin iddialı şehirleri olur. İstanbul, birçok medeniyet ve devlet yöneticileri için dünyada en fazla iddiası olan şehirlerin ilk sıralarında yer almıştır. Tarihi eserleriyle, doğal güzelliğiyle, ticaret ve ulaşım gibi birçok özelliği içinde barındıran bu şehrin kıymetini Doğu Bizans yapıtlarıyla, Osmanlı da eserleriyle ve kurduğu şehir sistemiyle göstermiştir.'' ifadelerini kullandı.

TYB Onursal Başkanı Mehmet Doğan da kültürel kirlenmenin özünün teknolojiyi yaratıcı güç addetmek gibi temel bir yanılgı taşıdığını belirterek, şehre, toprağa, dünyaya ait meselelere bürokratların gözlükleriyle bakılarak, bürokrasinin işleyiş ve kurallarına asli güç payesi verildiğini ifade etti.

Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Bahri Şahin ise şehrin silüeti, yapısı, mimarisi ve çevresinin toplumu ruh halini yansıttığını ve yapılan eserlerle toplumun karakterinin tahlil edilebileceğini belirterek, ''Biz hangi eserlere baktığımız zaman ruhumuz haz alıyorsa biz o yoldayız demektir. Ben özgün eserlerden haz alıyorum. Osmanlı'ya ve Selçuklu'ya baktığımız zaman doğayla, çevreyle uyum içinde olduğunu görüyoruz. Her şey düşünülmüş. Rastgele binalar yapılmamış. Bize miras kalan bu dokuyu korumalıyız. Bugün İstanbul'un tarihi dokusu özgün olmayan, çarpık bir kentleşmeye hapsoldu. Ülkemizin şehircilik konusunun tekrar gözden geçirilmesi lazım.'' değerlendirmesinde bulundu.

Kongrenin şeref konuğu Prof. Dr. Korkut Tuna açılış oturumunda yaptığı konuşmada şehir, toplum ve modernlik anlayışında Batı düşünce sisteminin etkisinin büyük olduğunu söyledi.

Şehir ve şehircilik üzerine çalışan 64 akademisyenin katıldığı ve aynı anda iki farklı salonda yapılan oturumlarla gerçekleştirilen kongre üç gün devam etti. Kongre sonunda sunulan metinler kitap haline getirilecek.

 KÜLTÜR YIKIMI HIZLI İLERLİYOR AİLE KURUMU ALARM VERİYOR

Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) Cağaloğlu binasında herkesin dinleyip ibret alacağı örnek bir sempozyum vardı. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Sıcak Yuva Vakfı ve Birlik Vakfı iş birliğiyle düzenlenen, ''Evlilik ve Aile'' temasının ele alındığı 4. Uluslararası Maneviyat Psikolojisi Sempozyumu aile yapımızın nerelere kadar geldiğini gözler önüne serdi. Sempozyumda çok önemli konular ele alındı. Son zamanlarda yapılan araştırmalar sunumlarda yer aldı. O araştırmalar ve anketlere verilen cevaplar gerçekten ürkütücü boyuta gelmiş durumda.

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sefa Saygılı, ailenin, bireylerin mutluluğu ve çocukların sağlıklı yetiştirilmesi için sağlam, tutarlı ve dengeli olması gerektiğini, son yıllarda aile birliğini tehdit eden unsurların arttığını belirterek, ''Son yıllarda evlenenlerin sayısı yüzde 2,5 düşerken, boşanmalarda yüzde 40 artış meydana gelmiştir. Maneviyatın aile birliğine ve dirliğine önemli katkılar yapabileceğine inanıyoruz. Sempzoyum bize bunu göstermiştir.'' dedi.

Kültür yıkımı o kadar hızlı yayılıyor ki aile kurumu alarm çalıyor.

Sempozyumun düzenleme kurulu adına kapanış konuşmasını yapan Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sefa Saygılı, maneviyat dünyasının psikolojisi ve psikolojide maneviyatın önemini anlatmak ve bu konudaki bilimsel çalışmaların değerlendirilmesi, tartışılması amacıyla sempozyumu düzenlediklerini söyledi.

İlk üçünü Kayseri'de gerçekleştirdikleri sempozyum da bu yıl ''Aile Birliği ve Boşanmalar'' konusunu ele aldıklarını belirten Saygılı, şöyle konuştu:

''Çünkü aileler dağılmakta, Türk toplumu için alarm zili çalmaktadır. Aile toplumun en küçük birimidir. Aile, bireylerin mutluluğu ve özellikle çocukların sağlıklı yetiştirilmesi yönünden sağlam, tutarlı ve dengeli olmalıdır. Ancak son yıllarda aile birliğini tehdit eden unsurlar artmıştır. Son yıllarda evlenenlerin sayısı yüzde 2,5 düşerken, boşanmalarda yüzde 40 artış meydana gelmiştir. Maneviyatın aile birliğine ve dirliğine önemli katkılar yapabileceğine inanıyoruz. Sempozyum bize bunu göstermiştir.''

Saygılı, sempozyuma katılarak bilgi ve görüşlerini paylaşan konuşmacılara ve dinleyicilere teşekkürlerini sundu.

Dört oturumda gerçekleşen sempozyumun son gününde alanında uzman konuşmacılar tarafından ''Evlenmeden Önce: Evlenince Düzelir mi ve Başka Sorular'', ''Ailenin Kabusu Boşanma'', ''Boşanmanın Engellenmesine Yönelik Proje Önerileri'', ''Son Sığınak: Aile'', ''Fıtrat Merkezli Olarak Ailenin Yeniden İnşası'', ''Sokak Çocukları ve Aile'' başlıklı konular ele alındı.

SADECE FEYZİ HALICI'YI DEĞİL BİR HAZERFENİMİZİ DE KAYBETTİK

Geçtiğimiz hafta çok değerli bir hazinemizi, Sabah Gazetesinden Şeref Oğuz'a ve ayrıca bana göre de bir hazerfenimizi kaybettik.

O gerçekten on parmağında on marifet olan bir hazerfendi. Mevlana ve Yunus aşığıydı. Aşıkların hamisiydi. Siyasetçi, fikir adamı, şair, kimyacı, kültür adamı, kültür turizmcisi, edebiyatın beyefendisi, dergi yayımcısı, yemek festivallerinin fikir babası..

Konya kültüründe o kadar izi var ki Feyzi Halıcı'nın say say bitmez. “Gül bayramı” “gül şöleni” “gül yarışmaları” “Yemek yarışmaları” hepsinin altında bu büyük kültür adamını görürsünüz. Konya Gazeteciler Cemiyetinin de kurucusudur.

Konya ve ülkemiz kültürü için o kadar çırpınan bu yüce insanı kaç gencimiz tanıyor acaba?  Geçtiğimiz sene İstanbul'da ESKADER çok anlamlı bir saygı gecesi tertiplemişti. Hasta ve halsiz olmasına rağmen gecede yer almıştı. Kendisi için yapılan konuşmaları dikkatlice takip etmişti. Çok duygulanmıştı çok. Programı düzenleyenlere teşekkür üstüne teşekkür etmişti. Değerli insanlarımızı yaşarken öldürmeyelim. Gereken ilgi ve alakayı gösterelim ne olur. Kültür Merkezlerimizin sayısı çoğaldı çok şükür. Oralarda bu büyüklerimiz için programlar tertip edelim. Bu vesile ile konuşturmuş oluruz. Belki de şu ana kadar hiç anlatmadığı altın değerindeki bir anıyı anlatacak ve kültür tarihimize geçecektir.

Değerli kültür hazinemiz Feyzi Halıcı'nın vefatından sonra medyada kısa kısa haberler çıktı ama kendisini de çok yakından tanıyan Kapsam Haber Sitesi Yazarı M. Halistin Kukul içinde anılarla dolu çok güzel bir yazı kaleme almış. Yazıyı sizlere aynen aktarıyorum.

“O'nun ardından yazmanın zorluğunu biliyorum. İçim ağlaya ağlaya, yazmak zorunda bulunduğumun da idrâkindeyim. Sâdece, bana yaptıklarıyla değil; Türk siyâset, fikir, edebiyat ve şiir câmiasına yaptığı büyük hizmetlerinden dolayı, kalemimin takdîm edebildiği ölçü ve sınırda, O'ndan söz etmeliyim. Çıkardığı Çağrı Dergisi'ne 1972 yılında yazmaya başlamadan önce de, gıyaben O'nu tanıyor, yazı ve şiirlerini okuyordum. Bir kimyâcının, edebiyâtın kimyâcısı olabileceği düşüncem, beni, o zamanlarda bile zorlamaya başlamıştı. Şâir; zarîf düşünceleriyle, pırlanta inşâ etme yolundaki berrak akıllı kâşiftir. Tabiî ki, sözünü ettiğim, şiir yazıyorum diyen kalpazanlar değil; hakîkî şâirlerdir!.. Çağrı'nın, bir "mektep" vazifesi gördüğünden, evvelce yayınladığım bir başka makalemde söz etmiştim. Bunun inşâcısını, tebrik etmenin de az olacağını tekrar söyleyerek, bir hakkı teslîm edeyim ki , Feyzi Halıcı'dır. Feyzi Halıcı'yla ilk defa, 23 Mayıs 1987 târihinde, İstanbul'da, Türk Edebiyatı Vakfı'nda yapılan, Mehmet Âkif Ersoy'un ellinci vefât yıldönümü münâsebetiyle düzenlenen ödül yarışması merasimde karşılaştım. Jüri üyeliklerini Ahmet Kabaklı, Prof. Dr. Muharrem Ergin, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Prof. Dr. Kemal Eraslan ve Yard. Doç. Dr. Emin Işık'ın yaptığı yarışmacılardan biri olarak, Üniversite Öğretim Elemanları Gurubundaki Şiir Tahlilleri yarışması birincisi olarak ben de oradaydım. O günün havasında, kendisiyle konuşup konuşmadığımı hatırlayamıyorum fakat, Ankara ve İstanbul edebiyat câmiasının güzîde mensupları oradaydılar. Yazı ve şiirlerimin yayınlandığı (o dönem) Hisar, Türk Edebiyatı ve Çağrı dergileri mensuplarının birçoğunu da, orada, bir arada görmenin de saadetini yaşadığım o gün, Ahmet Kabaklı, Feyzi Halıcı, Gültekin Samanoğlu, Zeki Ömer Defne, Mehmet Başbuğ, Gıyaseddin Ekici, Fırat Kızıltuğ, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Ayla Ağabegüm, Dilâver Cebeci, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, M. Halistin Kukul, Muzaffer Bıyıkoğlu, Faik Birgi, Naci Dilmen, Şükrü Erdoğanulu, Nail Uçar, Cahit Atasoy konuşmalar yapıp şiirlerini okumuşlardı. Bir bakıma, her üçünün de mensubu olmakla iftihar ettiğim, Hisar, Türk Edebiyatı ve Çağrı Dergisi mensubu şâir ve yazarlarıyla beraber olmak bahtiyarlıktı: Geldi...Geçti!.. Feyzi Halıcı'yla yüzyüze ilk tanışmamız, Ankara'da oldu. 1998'in mart ayında, karotis /şahdamarı ameliyatı için İbni Sinâ Hastahânesi Beyin Cerrahisi Bölümü'ne yatırıldığım zaman, âile olarak bize, en yakın alâkayı Feyzi Halıcı göstermişti. Asla unutulmaz bir alâka!..Ve.. Bir gün baktım ki, Feyzi Ağabey, yanında (bâzıları Hakk'ın rahmetine kavuşan) hepsi 'ağabey' diyeceğim , Kerim Aydın Erdem, Hüseyin Yurdabak, Abdullah Satoğlu, Cevdet Aslangül ile, yatağımın etrafında beni âdeta muhafaza altına aldılar. Gülen yüzü, iyilik telkîn eden tavrı, neye ihtiyacım olduğu sorması...hep bu yakın ilginin muhtevasındaydı. Bu sahneyi nasıl unutabilirim!.. Hisar'ın mîmârı merhûm Mehmet Çınarlı da, beni yalnız bırakmayanlardandı. Bu güzel insanların hepsine, minnet, şükran yaşayanlarına hayırlı ömürler, vefât edenlerine de, Allahü teâlâdan, rahmet diliyorum!.. Halıcı; beni, hiçbir gün yalnız bırakmadığı gibi, geçen zaman içersinde de-bugüne kadar- , Ankara'da bulunduğu zamanlarda dâima kendisini ziyâret eder; sık sık telefonla görüşürdük. İstanbul/Yeniköy'e taşındıktan sonra, ziyâretine gidemedim ammâ, kendisini sık sık telefonla arayarak hâl-hatır sordum. Hastalık döneminde ise, muhterem eşleri Fatma Bahar Hanımefendi'den devamlı bilgi aldım. Fakat duâdan başka elimden bir şey gelmezdi!.. O'nun; bir Mevlâna ve Yûnus Emre hayranı olması yanında, bu mübârek zatların Türkiye'de ve dünyâda anlaşılması ve tanınması cihetindeki çalışmaları da, bir Üniversite, bir Bakanlık seviyesindeydi. Benim neslim, Ahmed Yesevî''yi, Mevlâna'yı ve Yûnus Emre'yi , okul kitaplarından değil, daha çok, Feyzi Halıcı'nın faaliyetleriyle, bilgilendirmeleriyle idrâk etti, diyebilirim. Feyzi Halıcı; gönlü bol bir aşk adamıydı. Eli, ardına kadar açık bir hayırseverdi. Mükemmel bir vatanseverdi. Çok çalışkandı. Başkasını kıskanmazdı, dâimâ yardımcı olurdu. Dâimâ yüzü gülen, dâima gönlü, merhamet ve sevgi dolu fakat ciddiyetin de en güzel numûnelerinden biriydi! İyi şâir ve iyi kalem erbabıydı!.. Çağrı Dergisi'nin Kasım 2015 târihli nüshasında yayınlanan "Çağrı'nın Mîmârı Feyzi Halıcı'ya Selâm" başlıklı yazımda şunları söylemişim: "Feyzi Halıcı ve arkadaşları, 'Yesevî Ocağı'nın üstüne serpilmek istenin külleri araladı; kaldırdı ve ocaktaki 'kor'u ateşledi." Yetmez mi? Yesevî Ocağı, Anadolu meş'alesidir!.. 1957 yılında yayına başlattığı ve son dönemlerini muhterem eşi Fatma Bahar Halıcı (Gökfiliz) ile beraber hazırladığına şâhit olduğum Çağrı Dergisi, bugüne kadar, Türk kültürünün, Türk halk edebiyatının ocaklarından biri olarak tüttü , sancaklarından biri olarak dalgalandı. Kıymetli İtalyan Türkolog Ord. Prof. Dr. Anna Masala, O'nun hakkındaki bir makalesinde şöyle diyor: "Söylediğim gibi yirmi seneden biri Feyzi Halıcı ile tanışırım. Onu Konya'da tanıdım. Onun misafiri değil de, Hazret-i Mevlâna'nın misafiri olarak sık sık Konya'ya gittim. Fakat hemen anladım ki bu şair, bu bilim adamının kalbinde Yunus Emre'nin ve Mevlâna Celâleddin-i Rûmi'nin ebedî ateşi yanıyor. Feyzi Halıcı'nın beğenilen, sevilen bir yanı var. Kendisinde modern Türk kültürünün iki yönü bulunmaktadır. Biri bilim yanı, diğeri de şiirle dolu yanı. Çünkü bu romantik, duygulu insan, aynı zamanda mühendistir. Hem de maddenin analizini ve sentezini yapabilen bir kimya yüksek mühendisidir. Ben Türkiye'yi işte bu gözle görüyorum. Teknik bir taraftan, kültür bir taraftan. Bundan da güzel, gerçeğe, güzele bir bütünleniş olabilir mi?" Böyle bir günde, hemen hemen her şiirindeki zarâfet ve âhengi tattıran "DUÂ" başlıklı şiirini naklederek mânevî huzurunda O'nu hürmetle selâmlamak istiyorum: 

Yükselir semaya doğru ellerim
Mavi gecelerin seher vaktinde
Hakka kanat açar hep emellerim
Mavi gecelerin seher vaktinde

Kaybolur kederim kaybolur ahım
Gözümden yaş olur akar günahım
Bana daha yakın olur Allahım
Mavi gecelerin seher vaktinde

Bakışlarım yanar yanar tutuşur
Parlarken semada bir ilahi nur
Gönlüm dile gelir, gönlüm konuşur
Mavi gecelerin seher vaktinde

Bir ince duyarlık,içten mutluluk
Gönüller niyazda, ne ses ne soluk
Başlar Hak katına kutsal yolculuk
Mavi gecelerin seher vaktinde

Bir uhrevi his var mı ki dünyada
Bulunsun tadı bir ulvi duada
Ne güzel Allahı getirmek, yâda
Mavi gecelerin seher vaktinde.

Kendisiyle, en son, 26 Nisan 2016 günü telefonda konuştum. Zor konuşuyordu. Benim, hâl-hatır sormam üzerine, sâdece: "Teşekkür ederim...Sağolun!.." diye mukabelede bulundu. Sesi titrekti. Tabiî ki, bundan sonra, kendisini birçok defa daha aradım ve hakkında, muhterem eşi Fatma Bahar Hanımefendi'den bilgeler temin ettim. Orhan Seyfi Orhon, 1943 yılında, Çınaraltı Dergisi'nde yazdığı "Genç Şâir Feyzi Halıcı (Konyalı Âşık Fezaî" başlıklı yazısında şöyle diyordu: "Feyzi Halıcı, bugün 19 yaşındadır. Henüz çocuk denecek bir çağda. Fakat Türk soyunun, uzun asırların tecrübesinden geçen olgunluğu onda hemen göze çarpar...19 yaşında bir gencin bu olgunluğu onun çok yakın bir yarında, eşsiz bir sanatkâr olacağına şüphe bırakmıyor. Ve dosdoğru gittiği yolda öğüneceğimiz büyük bir Türk şairi olduğunu görmek için onu şimdiden muhabbetle selâmlıyalım!" Ne kadar yerinde bir tespit ve keşif değil mi? Türk şiiri, bugün, büyük bir şâirini ve gönül adamını kaybetti!.. Başta; âilesi, yakınları, Türk siyâset, fikir ve edebiyat câmiası olmak üzere bütün sevenlerine sabırlar; çok muhterem, gönüldeşim Feyzi Ağabeyime Allahü teâlâdan rahmet diliyorum. Kabri nûr dolsun, mekânı cennet olsun.”

Feyzi Halıcı'nın bir birinden değerli çok güzel şiirleri var. Hatta Melehat Gülses'in seslendirdiği “Günaydınım, nar çiçeğim,sevdiğim.” Şarkısının sözleri de Feyzi Halıcı'ya aittir. O harika şiirini de paylaşarak ve rahmet dileyerek yazımı bitirmek istiyorum.

Şavkıması, sana doğru yolların
Sana doğru, denizlerin çağrısı
Çırıl çırıl ötelerde bir güzel
Günaydınım, nar çiçeğim,sevdiğim.

Çıkmaz sokaklarda bu minyatür kim?
Bu göğüs kim,ya bu gözler,bu saçlar?
Uzak bir özlemde ayak seslerin
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim.

Kırk odanın kırkında da kırk güzel
Kırk aynada çengi çengi bir güzel
Çağlar ötesinde bir avuç nota
Günaydınım, nar çiçeğim,sevdiğim.

Bu yıldızlar doğan günü çağrışır
Bu gündüzler gözlerini çağrışır
Ya kimlere verdin avuçlarını?
Günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim.

Vurdum tellerine seni, sazımın
Sende anahtarı,alın yazımın
Yağmur yağmur serpil, yalnızlığıma
Günaydınım, nar çiçeğim,sevdiğim.

 ANADOLU SELÇUKLU MİRASI VE GÜNCEL İMGELER SERGİSİ 

Bağımsız Sanat Vakfı çalışmalarıyla iz bırakmaya devam ediyor. Vakıf, “Anadolu Selçuklu Mirası ve Güncel İmgeler” sergisi ile kapılarını bir kez daha sanatseverlere açıyor.
11. yüzyılın ortalarında Türklerin Anadolu'ya gelişiyle birlikte Anadolu topraklarında yeni bir kültür ve sanat döneminin ilk tohumları atılmaya başlanmıştı. Medeniyetlerin temeli sanat ve sanat eserleri, mevcut yerel ve yakın kültürlerden etkilendiği gibi kendi yaşam geleneğinden de hayat bulur. Bu yaşanan süreçler ve etkileşimler hala geçerliliğini korumakta ve devam ettirmektedir. Geçmişten günümüze kültürlerarası benzerliklerin izlerini bugün de pek çok sanat eserinde ve objede görmekteyiz.
Bağımsız Sanat Vakfı'nın düzenlediği 21 Ekim 2017 Cumartesi günü açılacak sergi; Anadolu Selçuklu imgelerinin, genç yeteneklerin, çağdaş tasarımlarının disiplinler arası anlatımları ile geleneksel mirasın, günümüze aktarıldığı çalışmalarından oluşmaktadır.
Anadolu Selçuklu medeniyetinin kültür ve sanatının görsel imgelerinden yola çıkılarak hazırlanan sergiyle ilgili olarak sergi küratörlüğünü yapan Bağımsız Sanat Vakfı Başkanı Hülya Yazıcı, “Sanat insanları, kültürleri, medeniyetleri birleştirir. Yaşadığımız topraklarda sanatın birleştirici gücünün etkilerini Anadolu'da en eski uygarlıktan bugünkü medeniyetimize kadar her eserde her objede görüyoruz. Anadolu Selçuklu mirasının muhteşem izlerinin zenginliğini günümüze taşıyan ‘Anadolu Selçuklu Mirası ve Güncel İmgeler' sergisi, vakfımızın 3. sergisi. Vakıf olarak proje kapsamında ele aldığımız bu konuyla ilgili öğrencilerimize öncelikle teorik dersler verdik. Konya, Kayseri, Sivas, Tokat ve Amasya şehirlerine düzenlediğimiz geziyle öğrencilerin Selçuklu döneminden kalma eserleri yerinde görmelerini sağladık. Daha sonra atölye çalışmalarıyla sergiyi hazırladık. Projeyi aralık ayı sonunda bir kitap ve film projesiyle tamamlayacağız'' dedi.
21 Ekim-19 Kasım 2017 tarihleri arasında sanatseverlerin ziyaret edebileceği sergi; çini, seramik, enstalasyon, video art, fotoğraf, resim gibi disiplinler arası çalışmalardan faydalanarak oluşturuldu.

MASAL SALINCAĞI

Şair yazar Bestami Yazgan çocuk edebiyatı üzerine bir birinden güzel eserler vermeye devam ediyor. Nar Yayınlarından çıkan “Masal Salıncağı” isimli kitabı ile çocukların yüzünü bir kez daha güldüren Bestami Yazgan, amacının eğlendirerek öğretmek olduğunu söylüyor.

Masal Kitabının üzerindeki yayıncı notu da dikkat çekiyor: “Dünya güzeli çocuklarımız kitaplarla dost olsun. Masal Salıncağı'na binip eğlenirken öğrensin. Masal bahçesinde gezerken çiçekten çiçeğe konsun; iyilik ve güzellik meyvelerini toplasın istiyoruz. Yazarımız Bestami Yazgan, bu duygularla Masal Salıncağı'nı kurdu. Sallamak için sizleri bekliyoruz sevgili canlar.”