Küreselleşme göç ve mülteciler sorunu (2)
Hayatın bütün alanlarını kuşatan, insan ve mekan ilişkilerinin yeniden kurulmasını gerektiren, sosyal ve kültürel boyutunu ekonomik ve hukuki boyutlarından daha fazla öne çıktığı bir sosyal olgudur göç.
Savaş, ekonomi, güvenlik sorunu, refah
gibi değerlerin insanlar ve ülkeler arasındaki dengesiz dağılımı, bireysel ve
kitlesel göç hareketlerinin sürekli bir biçimde devam etmesine neden
olmaktadır.
Barış, demokrasi, insan hakları,
fikir özgürlüğü, gelir dağılımı, ücretler vb. gibi insan hayatını kuşatan bütün
alanlarda, yerel, ulusal veya uluslararası ölçekte adil bir paylaşım olmadığı
sürece bu göçler devam edecek ve dünya ülkelerinin gündeminde göçler nedeniyle
ortaya çıkan tehditler ve sosyal sorunlar hep var olacaktır.
Küreselleşmenin
yarattığı istikrarsızlık ve mağduriyetler nedeniyle günümüzde yoğun ve endişe
verici bir biçimde insani göçler yaşanmaktadır.
Temel iddiası dünyada sınırların ortadan kalkacağı ve
herkesin istediği yere serbestçe gidebileceği ve yaşayabileceği miti üzerine
kurulu olan küreselleşme politikasının iddia ettiği serbestlik meğerse sermeye,
sermaye sahipleri ve mallar içindi. Çoğunluk ya da kitleler için sınırlar vardır,
hem de bu sınırlar ironik biçimde önceki dönemlere göre giderek daha da yükseltilmektedir.
Göçler, ister ülke içine ister ülke
dışına yapılsın, göç sürecine katılanların hayatlarında çok önemli ekonomik,
sosyal ve psikolojik değişimler yaratmaktadır. Göçmenin kendisini ait
hissettiği mekândan ayrılırken yanına aldığı bavulunda üç beş parça kişisel
eşyadan ziyade, bütün hayat tecrübeleri, yaşam biçimleri ve hayalleri saklıdır.
Göçmenin sadece bedeni değil, göç
tarihine kadar yaşadığı bütün manevi kültürel değerleri de göçe katılır.
Özellikle ülkeden ülkeye yapılan
göçler, göçmen birey için yeni bir mekân, yeni insanlar, yeni toplumsal
ilişkiler, yeni bir kültür, yeni bir dil, bazen de yeni bir din ile yüzleşmek
demektir. Alışılan yaşam biçiminin ters yüz olması, beslenme ve barınma
ihtiyaçlarını karşılama güçlüğü, tehlikeli ve bulaşıcı hastalıklar, zorlu göç
yolculuğunda aileden birinin kaybedilmesi gibi bir takım nedenler, göçmen
çocukları ve gençlerinde büyük duygusal kırılmalara ve travmalara yol
açabilmektedir.
Göçün yasadışı yollarla gerçekleşmesi
ve gidilen yerde kaçak yaşanması durumunda ise, sürekli yakalanma ve sınır dışı
edilme korkusu psikolojik baskının sürekli canlı kalmasına ve zihinsel
huzursuzluğun devam etmesine neden olmaktadır.
uzun vadede geniş kapsamlı mülteci
akınları bir devletin kamu hizmetleri sunma kapasitesini aşabilir ve özellikle
de uluslararası yardımın mevcut veya sürekli olmadığı durumlarda kaynaklar
üzerinde çatışmalara yol açabilir. Bu da, sonrasında istihdam ve nadir
kaynaklar için yerli halkla rekabet etmek zorunda kalabilecek mülteciler için
belirsiz bir mali duruma yol açarak yerel aktörlerle çatışmaya girmelerine
neden olabilir. Birikimleri tükendiğinde mülteciler çaresizlikten suça, fuhşa
ve çocuk çalıştırmaya yönelebilirler. Kötü şartların devam etmesi durumunda
gittikçe artan sayıda mülteci, varoşlarda yaşayan gecekondu sakinleri haline
gelir.
Çaresizlik durumunda ise mültecilerin
aşırı uçların politik yönlendirmelerine açık hale gelmeleri hatta ve hatta
yapılabilecek politik yönlendirmeler insani ve sosyal realitelerden uzaksa Yerel
halk ile mülteciler arasındaki gerilimin şiddete dönüşerek siyasal düzeni
tehdit edebilecek düzeye gelmesi kaçınılmazdır.
Göçün yönü ister gelişmiş, ister
gelişmekte olan, isterse az gelişmiş ülkelere doğru olsun, orijin kültürden
kopuş aidiyet duygusunu zedelemektedir.
Her şeye rağmen Teknolojinin sağladığı olanaklarla
giderek küçülen dünyanın tek ve hepimizin olduğu, salt bundan çıkar
sağlayanlarca manipüle edilerek yaratılan yerlilik, yabancılık, ötekiler gibi
kavramlar üzerinde yeniden düşünmek durumundayız.
Ya daha yaşanır bir dünya kurmayı başaracağız ya da
daha çok insan eliyle yaratılmış “felaketlerle” boğuşarak yaşamaya devam
edeceğiz
Vesselam.