Kürk mü İlim mi?

Binyıllardır insanlık aramaktan vazgeçmedi, bilim alanındaki yeni atılımların temelinde hep o vardı: Uzun yaşamanın sırrı.

Tanıklık ettiğimiz ya da tanıklardan dinlediğimiz bir gerçek var ki; uzun yaşamak hayata değer katmak ve insanlık için yeni bir kapı aralamakla mümkün. Elbette bunun biyolojik ömürle uzaktan yakından ilgisi bulunmuyor.

Eser vererek ve hayata katma değer üreterek yapıtaşı hâline gelmek, bir nevi ölümsüzleşmek demek. Bu tür bir ölümsüzlük, günümüz dünyasının dayattığı güç ve parayla yükselme denklemiyle tamamen zıtlık arz ediyor.

Asıl açmaz ise güç ve paranın tek hedef olarak dayatıldığımı mı yoksa bir seçim mi olduğu.

Bunu etrafınıza sorsak çoğunluğun bunun zamanın bir mecburiyeti olduğunu söyler. Yani bir nevi bu dayatmaya boyun eğmekteyizdir. Zira gücü ve parayı elinde tutanların gördüğü itibara bakınca bu çıkarımın yapılması kaçınılmaz görünür.

Nasreddin Hoca’nın şu fıkrasını bilenler bilir:

Akşehir’in beyleri Hoca’yı yemeğe davet etmişler. Hoca nereden bilsin; davete, günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin, ne sefa getirdin diyen var. Herkes, allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyormuş. Hoca, bir koşu evine giderek, sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel hoş geldin bile demeyenler, önünde yerlere kadar eğilmişler. Hoca’yı, yere göğe sığdıramayıp başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne koymuşlar. Herkes Hoca’nın yemeğe başlamasını bekliyormuş. Hoca, bir taraftan kürkünün kolunu sofrada sallamaya, bir taraftan da “Ye kürküm ye, ye kürküm ye!” demeye başlamış.

– İlahi Hoca, demişler, kürkün yemek yediğini kim görmüş?

Hoca taşı gediğine koymakta gecikmemiş:

– Kürksüz adamdan sayılmadık… İtibarı o gördü, yemeği de o yesin.[1]

Yüzyıllar öncesinin kürk metaforundan yola çıkıp günümüzün “saygınlık” ayarlarının çelişkilerine bakınca fazla bir şeyin değişmediğini görebiliriz.

Hangimiz para ile gelen gücün günümüzdeki en kıdemli hedeflerin başında geldiğini inkâr edebilir. Ancak böyle bir tercihin yükselen değer hâline gelmesi, onun insaniyet adına hakiki bir tercih olduğunu göstermez. Çünkü iradi tutumumuz ve tercih hakkımız daima saklıdır.

Peki gücü -ki bu artık tamamen maddiyatla ilişkili- olmadan insanlığa nasıl katkı sunulabilir?

Çağımızda bile buna örnek çok insan var. Mazbut ve sade hayatları içinde devamlı ilmî çalışmalarını sürdüren, günümüzün sorunlarına kalıcı çözümler üreten, günümüz insanının psiko-sosyal konumlanmasına dair kafa yoran, kadim bilgileri günümüze taşıyan ilim erbapları var.

Güç ve maddiyat vadetmeden insanca yaşamaya ve gelişmeye sevk eden fikir insanlarının üretimleri rafların görünür yerinde değil, biraz arkada, ulaşılması zor konumlanmış vaziyette. Ama aradığınız buysa bulması da zor değil.

Hâlen kürkün ilimden daha itibarlı olmasından mütevellit, kimi ilim sahipleri hakkı teslim edemeyen ortamlardan uzak durmak isterken tamamen kabuğuna çekiliyor.

İlmi kaynağından edinmek isteyen taze dimağların ilim erbabıyla aynı ortamda bulunamaması mahrumiyet sebebi. Zira dijital ve sanal sarmala aldırış etmeden, ilmî şifahi olarak edinmenin derdine düşenler hâlâ var. Bu talep bile umut vadediyor.

Bugünkü deyişle bir “hoca” ile bir arada aynı mekânı solumanın bile adabı muaşeret adına kişiye kattığı çok şey var.

İşte burada ilk vurguladığımız meseleye dönüyoruz.

İlim ile yoğrulan kişilerin, muhitlerin ve mekânların ömürlerine değer biçilemez.

İlim erbabının ne kadar yılını dünyada geçirdiğinin onun dünya saltanatını ne kadar sürdüğüyle ilgisi yoktur.

Ne kadar eser verdiği, talipleri ne kadar beslediği, hangi kapıları araladığıyla ilgisi vardır.

İlim erbapları için Yaradan’dan uzun uzun bereketli ömürler dilemek âdettendir. Dileriz ki hâl ve kâl diliyle muhitini daha çok besleyebilsinler.

Para ve mevki ile imtihanımız hiç bitmiyor. Bu imtihanı verebilmek ise ihtiyaçtan gayrısından geçmekle, paradan gelen güç yerine ilimden gelen gücü tercih etmekle mümkün.

“Bilgi güçtür” sözünün, kapitalist dünyada çokça dolaşımda oluşundan doğan güç vurgusu bu bahse dâhil değildir.



[1] www.nasrettinhoca.info