Laikçi Cumhuriyet Millî Mücadele'nin muarızıdır
Kemalist Cumhuriyetin en keskin tarihi olan1928 itibariyle Millî Mücadeleyle rûhî ve fikrî, kültür ve medeniyet, anayasa ve içtimaî bakımdan hiçbir irtibatı kalmamıştır. Çünkü Millî Mücadele’nin esasları olan Kur’ân-ı Kerim harflerine, hilâfete, İslâmî eğitim gibi birçok kararlara sâdık kalınmamış, anayasadan “devletin dîni İslâmdır” hükmü çıkarılmış ve TBMM’deki yemin metninden “Allah’a yemin ederim” ifadesi kaldırılmıştır.
M. Kemal, (1919 ve 1920’deki
M. Kemal) Millî Mücadele’ye başkanlık ederken baştan sona İslâmî terminoloji
kullanmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Mevlevî, Kadirî ve Bektaşî dergâhları
gibi çeşitli tarikat mensuplarından oluşan Alaylar’ın Çanakkale’de ve Doğu’daki
Ermeni-Rus saldırısında son derece faal vazifeler yaptığını bilen M. Kemal,
Heyet-i Temsiliye Başkanı olduğunda Millî Mücadeleye bu insanların fevkâlade
yardımı olacağını biliyordu.
MİLLÎ MÜCADELE’NİN RÛHUNA UYGUN CUMHURİYET
KURULABİLİRDİ
Erzurum ve Sivas Kongrelerine
çok yakın günlerde Heyet-i Temsiliye’nin kurulup nizamnâmesinin yazıldığı ve
memleketin topyekûn bir İstiklâl Savaşı’na gebe olduğu günlerdi. Kâzım
Karabekir Paşanın Doğu’daki askerî gücünün yanında şahsî itibarının da
desteğiyle nüfuzlu din adamları ve kanaat önderlerinin delege kaydedilerek
Erzurum Kongresi’ne başkan seçilen ve daha sonra Heyet-i Temsiliye Başkanı olan
M. Kemal kongre sonrası alınan kararları ve yapılacak diğer faaliyetleri
haberdar etmek ve desteğin devam etmesini sağlamak maksadıyla nüfuzlu şeyh ve
tarikat önderlerine İslâmî üslûba titizlikle uyarak mektuplar yazdığı belgeler
sabit.
Halk Fırkası programına uygun
olarak kurulan laikçi Cumhuriyet devletinin Millî Mücadele’nin devamı olmadığı
tek cümleyle anlaşılabilir: “Vatan-ı İslâmiyye ve hilafeti kurtarmak için millî
cihad ilân edilmiştir…” Millî Mücadele’nin rûhu ve fikri “dîn-i mübin-i İslâm”
üzeredir, 1924 sonrası Cumhuriyet’in ruhu ve fikri ise lâdinî ve pozitivisttir.
Kemalist ilke ve inkılâplarından, diğer adıyla Halk Fırkası, yâni Chp
programlarından teşekkül eden Cumhuriyet rejimini Millî Mücadele’nin devamı
zannedenler yanılıyorlar.
Millî Mücadele bir başka
adıyla “Millî Mücahede / Mücahede-i Millîye” Birinci Dünya Savaşı’nın ardından
Birinci Meclis’in fetvalarla aldığı millî cihadın ikincisidir. Bu sebeple
Türkiye dışından cihat ilânının dâvetine koşup gelen diğer Müslüman ülkelerin
kanaat önderlerinden Şeyh Ahmed Senusî gibi birçok zât M. Kemal’in (1920’deki
M. Kemal) dâveti üzerine Millî Mücadele için canla başla çalışmıştır.
MİLLÎ MÜCADELE “VATAN-I İSLÂMİYYE” İÇİN CİHATTAN
İBARETTİR
“Yalan söyleyen” ve aldatan
Kemalist tarih görüşünün aksine Millî Mücadele
“vatan-ı İslâmiyye” şiarından ibarettir. Nutuk’ta anlatılmasa da
İstiklâl Savaşı’nın M. Kemal’in (1920’deki M. Kemal) bizzat talep ettiği
fetvalarla gerçekleştirilmiş cihat çağrısı olduğu belgelerle sabittir.(Prof. Dr. Mustafa Kara, “Metinlerle Günümüz Tasavvuf
hareketleri)
1924’de başlayıp 1928 ve
1931’den sonra yüzde yüz tavır ve istikamet değiştiren Kemalist lâdinî
Cumhuriyet’in Millî Mücadele’nin ruhu ve fikriyle hiçbir ilgisinin olmadığını
aşağıdaki fetva örneği anlatmaya yetiyor. Bu fetva Heyet-i Temsiliye Reisi M.
Kemal’in talimâtı ile yazılıp dağıtılmıştır:
“Millî Mücadele için bütün
Anadolu’da cihad ilân edilmiştir. (…) Konya’da karargâh kurmuş olan Mersinli
Cemal Paşa, ‘mukaddes cihad’ ilân eden beyannameyi şehrin sokaklarına astırır…
Şehrin ileri gelen âlimleri karargâha çağrılarak halkı cihada dâvet etmek üzere
görevlendirir. (...) Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Sancak-ı Şerif’i
açarak halkı müftülük binası önünde toplar. Halka hitabesinde, ‘cihad’ kavramı
öne çıkar. ‘İşgal karşısında cihad tam mânasıyla teşekkül etmiş dinî bir
farîze’ olarak ortaya çıkmaktadır. İşgalci düşmana karşı cihad etmek farz-ı
ayndır, yâni bütün Müslümanlara farzdır. ‘Bu mutlak olarak cihad-ı mukaddestir.
Müftünüz olarak Cihad-ı mukaddes fetvasını ilân ve tebliğ ediyorum” (D. Mehmet Doğan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine
Giriş).
Bu tesbite karşı çıkanlar,
1921 anayasasının kısmen değiştirilmiş hâliyle ilân edilen 1923
Cumhuriyeti’nin, “Birinci Madde: Hâkimiyet, bilâ kayd ü şart milletindir. İdare
usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müsteniddir
(dayanır). Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir. İkinci Madde:
Türkiye Devleti’nin dîni, dîn-i İslâm’dır. Resmî lisanı Türkçe’dir” maddelerine
sahip olduğunu söylüyorlar. Meseleyi yanlış kavrama ve anlama noksanlığı burada
başlıyor. Şöyle ki: Bir kısım Atatürkçü milliyetçi çevreler “1923’de Cumhuriyet
ilân edildiğinde anayasasında ‘devletin dîni dînî İslâm’dır ibaresi
bulunuyordu. Dolayısıyla Cumhuriyet millîdir…” diyerek kısa bir müddet sonra
lâdinîliğe doğru hızla değişen Cumhuriyet’e toz kondurmuyorlar.
CUMHURİYETÇİ KADRO MİLLÎ MÜCADELE’NİN RÛH VE FİKRİNDEN
CAYMIŞTIR
Atatürkçü ulusalcı güruhun
Millî Mücadele’yi Cumhuriyetin devamı olarak görmesi ciddiyeti olmayan, ideolojik
bir edebiyattan ibaret… Cumhuriyetin kağıt üstündeki muhtevasına o şartlarda
pekâlâ itiraz edilmeyebilir. Bu muhtevanın fiili olarak 1924’de başlayan ve
1928 Anayasası’yla resmîleştirilerek İslâmî değer ve müesseselerin lağvedildiği
ve lâdinî Cumhuriyete dönüştürüldüğü gerçeği görmezden gelinemez.
Devrin Gelibolu milletvekili
Celâl Nuri İleri’nin (bu zat soyadı gibi, 1928’den sonra pozitivist ilerici,
seküler ulus devlet teklifini yapanların içindedir) “1921 Anayasasındaki
değişiklik mazbatasını” 29 Ekim 1923’de Meclis’te takdim eder. Müsbet
sayılabilecek bu mazbatadaki anayasa teklifi 1925’de başlayıp da 1928’de
tamamen değişen iki zaman arasındaki Cumhuriyet’in farkını görmeye çalışalım:
“Milletimizi refah ve saadete
ulaştırıp tam bir bağımsızlığa kavuşturan ve Allah’ın da takdir ettiği savaşta
millî hâkimiyet esası kat’î surette kabul edilmiş ve daima buna riayet
edilegelmişti. Bu usulün necib Türk milletine ne büyük muvaffakiyet temin
ettiği aşikârdır. Hâkimiyetin kayıtsız-şartsız millete ait olması ve idare
usûlünün milletin mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmek esasına dayanması
zaten ‘Cumhuriyet’ demek olduğundan, saltanatı kesin şekilde kaldıran bu kelimenin
kullanılıp Türkiye Devleti’nin şeklinin cumhuriyet hükümeti olması hakkında
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun özel maddesinin bir fıkra ile açıklığa
kavuşturulması hukuk ve uygulama bakımından münasip görülmüştür.” (D. Mehmet Doğan, a.g.e.)
“Cumhuriyetimize toz
kondurmayız” diyen herkese soruyoruz: Yukarıdaki mazbatada beyan edilen
Cumhuriyet yürürlükteki Kemalist Cumhuriyet midir?
CUMHURİYET LAİKÇİ VE POZİTİVİST, MİLLÎ MÜCADELE
İSLÂMÎDİR
Laikçi pozitivizm üzerinde
kurulan Cumhuriyet, ideal vatandaşın nasıl biri olacağını kimliğinden
duygularına kadar târif eden, karar altına alan, dikte eden seçkinci partizan
bir Cumhuriyettir. Böyle olduğunu M. Kemal, 1937’de “Chp’nin Program Çalışmaları”
na el yazısıyla yazdığı satırlarla tescil eder ve Cumhuriyetin Altı Ok’la ve
kendisinin adına oluşturulan Kemalist ideolojiyle bir olduğunu belirtir:
“Partinin güttüğü bütün bu esaslar ‘Kamalizm prensipleri’dir…” (Tek Parti- Cumhuriyet ve Şefleri / Prof. Dr. Cemil
Koçak)
Lâdinî inkılâplar gereğince
“Arapça” diye reddedilen “Kemal” yerine, sözde Türkçe sayılan “Kamal”
kelimesine karar verildiğini ve M. Kemal’in 1935’ten itibaren resmî yazışmaları
“Kamal Atatürk” adıyla imzaladığını da hatırlatalım. CHP’nin şedit
kurucularından keskin bir lâdinî Cumhuriyetçi olan Faik Ahmet Barutçu’nun 1935
Meclis’inde yaptığı “İşi millete bırakamayız. Çünkü o zaman korktuğumuz
şeriatçılığın hortlamasına imkân sağlamış oluruz. İşi devlet eliyle
düzenlemekte mecburiyet vardır…” (Cemil
Koçak, a.g.e.) konuşmasından da
anlaşılacağı üzere 1925’den sonra Batıcı inkılâplarıyla büyük bir değişikliğe
uğrayan Cumhuriyet rejiminin Millî Mücadele’nin ruh ve ilkeleriyle ilgisini
kestiği gayet açık.
Hülâsa-i kelâm; Millî
Mücadele’nin rûhu ve Müslüman milletin değerleriyle irtibatını kesen Atatürkçü
Cumhuriyet, 1923’de Halk Fırkası, 1924’de Cumhuriyet Halk Fırkası, 1935’de
Cumhuriyet Halk Partisi adını alan partinin programlarının birebir aynısıdır. (ilbeyali@hotmail.com)