Maddî gurbet, mânevî gurbet
Gurbet: Doğup büyüdüğümüz şehir, kasaba, köy dışında kalan yerlerde yaşanılan gariplik ve yabancılık hâlleridir. Müslüman irfanında gurbet türlü türlüdür. Umumî olarak iki başlıkta toplanabilir: Maddî gurbet ve mânevî gurbet. Maddî gurbete maişet veya dış gurbeti de diyebiliriz. Maddî gurbet sıladan, eşten dosttan vuslatı olan ayrılıklardır. Aidiyet hissettiği milletinden, anadan, babadan ve evlattan uzak kalmak, dostun sîmasından, sohbetinden mahrum olmaktır.
Gurbetin en çetini, hakikat aşkına duyulan hasretin kıvrandırdığı
mânevî, yâni iç gurbet yolculuğudur. Mâverânın sonsuzluğunda seyahat etmeyi
göze almış ve kalbi ulvî aşkla dolu insanın yaşadığı bir hâldir. Mânevî
gurbetin bir başka adı iç gurbet. Mânevî gurbette bu dünyada vuslat yoktur. Hep
O’na doğru bir iç yürüyüş, iç çırpınış ve mâveraî hüzün vardır.
GURBETİN
AĞIRI, ORTASI, HAFİFİ VAR
Her insan kendi gurbetinde ve garipliğinde yaşar. Her gurbetin
ağırı, ortası, hafifi, uzunu ve kısası var. Bu ölçülere göre herkes gurbetini
bilmelidir. Eşref mânada insan olmanın hususiyetleri gurbet hâllerinde bütün
yakıcılığıyla galebe çalar ve hüzne gark eder insanı. Gurbet duygusunun
yakıcılığı maddî değildir. Hasret duygusunun insanı yüreğinden kuşatmasıdır.
Tasavvuf terbiyesinde ve seyr u sülûkta gurbetçilik çile çekme yollarındandır.
Tasavvufî ıstılah olarak gurbet dervişin yahut sâlikin mânevî olarak asıl
vatanından ayrı kalmasının hüznüdür.
Ali Yurtgezen hocanın Semerkand Dergisi Kasım 2019 sayısında
“Ahmet Nafiz Yaşar” müstearıyla yazdığı “Gurbet nereye düşer, sıla
nerede?” adlı yazısında, modernizmin ve “küresel dünya kültürünün”
tesiriyle gurbet kavramının bitişine ve gurbetin derûnî bir hassasiyet olmaktan
çıkmaya başladığına dair endişemizi tasdik eden ifadeleri gönlümüze şifa
olmuştur:
“Gönül ehli olmayan bir kısım insanlar da türlü sebeplerle gurbeti
sıla, sılayı gurbet yaptılar kendilerine. Gurbette olduğunu unutanlar, gurbeti
sıla zannedenler çoğaldı. Özellikle de şu son devirde hızla artan iletişim ve
ulaşım imkânları dünyayı herkesin aynı kültür etkisine maruz kaldığı bir
küresel köy hâline getirdi. Mesafe kavramının anlamını yitirmesiyle sıla ve
gurbet kavramları da ya büyük ölçüde anlamını yitirdi yahut farklı libaslara
büründü. “Bugün artık ‘Gurbet nereye düşer, sıla nerede?' sorusuna cevap
olabilecek çok net ve tek bir târif yok. Gurbet ve sılanın maddî olanı var,
mânevî olanı var. Ulvî olanı var, süflî olanı var. Gerçek olanı var, sanal
olanı var. Bu çeşitlilik veya karmaşa gurbet ve sıla tasavvurumuzu bulandırıyor.”
İÇ
GURBET, DIŞ GURBET
Gurbetin aklı var, gurbetin yüreği var. Gurbetin aklı beşerî
hasretin vuslata ermesidir. Ananın evlâda, evlâdın memlekete, dostun dosta
kavuşmasıdır. Vatan gurbeti, hapishâne gurbeti, askerlik gurbeti vuslatı olan
aklî gurbetlerdir. Asıl vatana göre dünya geçici gurbet yeridir.
“BU
CAN TENDE OLDUKÇA GURBETTEYİZ”
“Dünya bir gurbettir, imtihandır, sûrettir, tecelli yeridir” diyen
mutasavvıflar gurbeti üçe ayırıyor:
“1-Yararlı ârifan gurbeti. Hak erleri dediğimiz ehlullahın
gurbetidir ki ünsbillah’la taçlanmış mârifet, muhabbet ve iştiyak televvünlü
(hâl değiştirme) bir gurbettir. 2-Yararı olmayan ve sahibinin başını duman
duman bir musibet gibi tüttüren, ilhad, inkâr ve dâlaletten kaynaklanan ve
kabir yolculuğu sürüp gidecek olan gurbet. 3-Ne yararı, ne zararı olmayan
gurbet, anne karnında başlayıp kabre kadar devam eden dünyevî gurbettir. Bu
gurbet niyetin hâlis olması hâlinde sevaplara vesile olabilir. Ama her ruhta
gerekli olan kıvam korunamadığından dolayı, Allah’a açık olmayan sînelerde
sürekli bir vesile-i hicrandır.”
“ÂRİFLERİN
GURBETİ KAFDAĞI’NDAN AĞIRDIR”
Gurbetinden şikâyet edenler, “Âriflerin gurbeti Kafdağı’ndan
ağırdır. Zira onlar dünyanın en garibi, ahretin de garibidirler. Ehl-i dünya
onları sevmez” sözü üstüne tefekkür edip, yaşadıkları gurbeti mâna terazisine
koyup tartsınlar. Âriflerin gurbetine “iğtirab” denir ki, hem maddî, hem
mânevî, yâni kalbî olarak hissedilen gurbet sızısıdır.
KÂL
EHLİNİN ARASINDA YAŞAYAN HÂL EHLİNİN GURBETİ
Âlimler her kulun gurbetinin vehbî ve kesbî olabileceğini
belirtiyor: “Her garibin gurbeti farklı olabilir: Hâlinden, dilinden anlamayan
insanların içinde yaşayan hâl ehlinin gurbeti, fâsık ve fâcirlerin arasında
yaşayan sâlihlerin gurbeti, mülhid ve münkirlerin arasında yaşayan iman ve
i’zân ehlinin gurbeti, câhil ve görgüsüzlerin dünyasında yaşayan ehl-i ilim ve
irfanın gurbeti, sûret ve şekil erbâbının arasında yaşayan mâna ve hakikat
erlerinin gurbeti…”
İmam-ı Rabbânî hazretlerinin, Mektubat’ında yazdıklarını okumadan
kimse gurbetin mânasını öğrendim dememeli. Bir dostuna yazdığı mânevî gurbetin
derin sızılarını taşıyan mektubundan hülâsa edilmiş tadımlık birkaç cümle
gurbete âşina yüreğinizi sızlatmaya yeter kanaatindeyim:
“İşte gece vakti şu garibâne dağlarda kendimi birbiri içinde
muhtelif renkli gurbetlerde gördüm. Birincisi: İhtiyarlık sırrıyla akran ve
ahbabımdan yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha
gittiklerinden neşet eden hazin bir gurbeti hissettim. İşte şu gurbet içinde
ayrı bir daire-i gurbet açıldı. Ekser mevcudat (dostlar) beni bırakıp
gittiklerinden hâsıl olan şu gurbetten dahi, ruhumu fevkalâde bir gurbette
gördüm. Birden fesübhanallah dedim. Bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl
dayanılır düşündüm. Kalbim feryâtla inledi: ‘Ya Rab. Garibim, kimsesizim,
zayıfım, âlilim, âcizim, ihtiyarım…’ Birden nur-u îman, feyz-i Kur’ân, lutf-u
Rahman imdadıma yetiştiler. O karanlık gurbetleri nuranî ünsiyet dairelerine
çevirdiler.”
Çevremizde var mı böyle bir gurbeti idrak edip ulvî hüzne sarılan?
(ilbeyali@hotmail.com)