22 Eylül 2021

​Maddî gurbet, mânevî gurbet

Gurbet: Doğup büyüdüğümüz şehir, kasaba, köy dışında kalan yerlerde yaşanılan gariplik ve yabancılık hâlleridir. Müslüman irfanında gurbet türlü türlüdür. Umumî olarak iki başlıkta toplanabilir: Maddî gurbet ve mânevî gurbet. Maddî gurbete maişet veya dış gurbeti de diyebiliriz. Maddî gurbet sıladan, eşten dosttan vuslatı olan ayrılıklardır. Aidiyet hissettiği milletinden, anadan, babadan ve evlattan uzak kalmak,  dostun sîmasından, sohbetinden mahrum olmaktır.

Gurbetin en çetini, hakikat aşkına duyulan hasretin kıvrandırdığı mânevî, yâni iç gurbet yolculuğudur. Mâverânın sonsuzluğunda seyahat etmeyi göze almış ve kalbi ulvî aşkla dolu insanın yaşadığı bir hâldir. Mânevî gurbetin bir başka adı iç gurbet. Mânevî gurbette bu dünyada vuslat yoktur. Hep O’na doğru bir iç yürüyüş, iç çırpınış ve mâveraî hüzün vardır.

 

GURBETİN AĞIRI, ORTASI, HAFİFİ VAR

Her insan kendi gurbetinde ve garipliğinde yaşar. Her gurbetin ağırı, ortası, hafifi, uzunu ve kısası var. Bu ölçülere göre herkes gurbetini bilmelidir. Eşref mânada insan olmanın hususiyetleri gurbet hâllerinde bütün yakıcılığıyla galebe çalar ve hüzne gark eder insanı. Gurbet duygusunun yakıcılığı maddî değildir. Hasret duygusunun insanı yüreğinden kuşatmasıdır. Tasavvuf terbiyesinde ve seyr u sülûkta gurbetçilik çile çekme yollarındandır. Tasavvufî ıstılah olarak gurbet dervişin yahut sâlikin mânevî olarak asıl vatanından ayrı kalmasının hüznüdür.

Ali Yurtgezen hocanın Semerkand Dergisi Kasım 2019 sayısında “Ahmet Nafiz Yaşar” müstearıyla yazdığı “Gurbet nereye düşer, sıla nerede?” adlı yazısında, modernizmin ve “küresel dünya kültürünün” tesiriyle gurbet kavramının bitişine ve gurbetin derûnî bir hassasiyet olmaktan çıkmaya başladığına dair endişemizi tasdik eden ifadeleri gönlümüze şifa olmuştur:

“Gönül ehli olmayan bir kısım insanlar da türlü sebeplerle gurbeti sıla, sılayı gurbet yaptılar kendilerine. Gurbette olduğunu unutanlar, gurbeti sıla zannedenler çoğaldı. Özellikle de şu son devirde hızla artan iletişim ve ulaşım imkânları dünyayı herkesin aynı kültür etkisine maruz kaldığı bir küresel köy hâline getirdi. Mesafe kavramının anlamını yitirmesiyle sıla ve gurbet kavramları da ya büyük ölçüde anlamını yitirdi yahut farklı libaslara büründü. “Bugün artık ‘Gurbet nereye düşer, sıla nerede?' sorusuna cevap olabilecek çok net ve tek bir târif yok. Gurbet ve sılanın maddî olanı var, mânevî olanı var. Ulvî olanı var, süflî olanı var. Gerçek olanı var, sanal olanı var. Bu çeşitlilik veya karmaşa gurbet ve sıla tasavvurumuzu bulandırıyor.”

 

İÇ GURBET, DIŞ GURBET

Gurbetin aklı var, gurbetin yüreği var. Gurbetin aklı beşerî hasretin vuslata ermesidir. Ananın evlâda, evlâdın memlekete, dostun dosta kavuşmasıdır. Vatan gurbeti, hapishâne gurbeti, askerlik gurbeti vuslatı olan aklî gurbetlerdir. Asıl vatana göre dünya geçici gurbet yeridir.

 

“BU CAN TENDE OLDUKÇA GURBETTEYİZ”

“Dünya bir gurbettir, imtihandır, sûrettir, tecelli yeridir” diyen mutasavvıflar gurbeti üçe ayırıyor:

“1-Yararlı ârifan gurbeti. Hak erleri dediğimiz ehlullahın gurbetidir ki ünsbillah’la taçlanmış mârifet, muhabbet ve iştiyak televvünlü (hâl değiştirme) bir gurbettir. 2-Yararı olmayan ve sahibinin başını duman duman bir musibet gibi tüttüren, ilhad, inkâr ve dâlaletten kaynaklanan ve kabir yolculuğu sürüp gidecek olan gurbet. 3-Ne yararı, ne zararı olmayan gurbet, anne karnında başlayıp kabre kadar devam eden dünyevî gurbettir. Bu gurbet niyetin hâlis olması hâlinde sevaplara vesile olabilir. Ama her ruhta gerekli olan kıvam korunamadığından dolayı, Allah’a açık olmayan sînelerde sürekli bir vesile-i hicrandır.”

 

“ÂRİFLERİN GURBETİ KAFDAĞI’NDAN AĞIRDIR”

Gurbetinden şikâyet edenler, “Âriflerin gurbeti Kafdağı’ndan ağırdır. Zira onlar dünyanın en garibi, ahretin de garibidirler. Ehl-i dünya onları sevmez” sözü üstüne tefekkür edip, yaşadıkları gurbeti mâna terazisine koyup tartsınlar. Âriflerin gurbetine “iğtirab” denir ki, hem maddî, hem mânevî, yâni kalbî olarak hissedilen gurbet sızısıdır.

 

KÂL EHLİNİN ARASINDA YAŞAYAN HÂL EHLİNİN GURBETİ

Âlimler her kulun gurbetinin vehbî ve kesbî olabileceğini belirtiyor: “Her garibin gurbeti farklı olabilir: Hâlinden, dilinden anlamayan insanların içinde yaşayan hâl ehlinin gurbeti, fâsık ve fâcirlerin arasında yaşayan sâlihlerin gurbeti, mülhid ve münkirlerin arasında yaşayan iman ve i’zân ehlinin gurbeti, câhil ve görgüsüzlerin dünyasında yaşayan ehl-i ilim ve irfanın gurbeti, sûret ve şekil erbâbının arasında yaşayan mâna ve hakikat erlerinin gurbeti…”

İmam-ı Rabbânî hazretlerinin, Mektubat’ında yazdıklarını okumadan kimse gurbetin mânasını öğrendim dememeli. Bir dostuna yazdığı mânevî gurbetin derin sızılarını taşıyan mektubundan hülâsa edilmiş tadımlık birkaç cümle gurbete âşina yüreğinizi sızlatmaya yeter kanaatindeyim:

“İşte gece vakti şu garibâne dağlarda kendimi birbiri içinde muhtelif renkli gurbetlerde gördüm. Birincisi: İhtiyarlık sırrıyla akran ve ahbabımdan yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neşet eden hazin bir gurbeti hissettim. İşte şu gurbet içinde ayrı bir daire-i gurbet açıldı. Ekser mevcudat (dostlar) beni bırakıp gittiklerinden hâsıl olan şu gurbetten dahi, ruhumu fevkalâde bir gurbette gördüm. Birden fesübhanallah dedim. Bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm. Kalbim feryâtla inledi: ‘Ya Rab. Garibim, kimsesizim, zayıfım, âlilim, âcizim, ihtiyarım…’ Birden nur-u îman, feyz-i Kur’ân, lutf-u Rahman imdadıma yetiştiler. O karanlık gurbetleri nuranî ünsiyet dairelerine çevirdiler.”

Çevremizde var mı böyle bir gurbeti idrak edip ulvî hüzne sarılan?

(ilbeyali@hotmail.com)