Mart ayı dert ayı
Büyüklerimizin deyimiyle; “Mart ayı, dert ayı!” Ancak sözünü edeceğim dert; meteorolojik bir dert değil; dünyanın sosyal ve siyasal iklimi ile ilgilidir. 18 Mart Çanakkale Savaşı’ında Şehit olan kahramanlarımızla ilgili düşüncelerimi anlatacağım inşallah!
20. yüzyılın ilk çeyreğinde, orantısız
güç saldırısına olağanüstü performansla karşı koyan kahraman şehitlerimizi
anlatmak için dönemin tanığı M. Akif’le beraber bir yolculuğa çıkalım:
Bir linç var; ancak bu linci hak edecek
bir suç yok ortada! I. Dünya Savaşı’nın etkisiyle açlık, yokluk, tehlike,
korku, karanlık ve ümitsizlik her yeri
sarmış!
“Çocuklar koşuyor, aç çıplak!
Kara dersen daha dehşetli: Ne yol var,
ne de iz.
“Kapkara ufuklar ki kapalı.”
Dünyanın eski ve yeni bütün süper
güçleri, “Haçlı” ruhu ile savunmasız ve suçsuz insanlara beyaz adamın “Vurun abalıya!” emrini
duyan “köleler”, saldırıyorlar! Acaba bunların bizimle derdi ne?
“Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı
beşer.
“Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem
ne bela,”
Dil, ırk, din ayrı ayrı; ancak:
“Sade bir hadise var ortada: Vahşetler
denk!”
Bu vahşeti yapsa yapsa kendine uygar
süsü vererek bir Avrupalı yapabilir! İlkellikle
utanmadan, gözümüzün içine baka baka yalan söyleyerek ve iki yüzlülükle
yaptı! Bugün olduğu gibi... Bu vahşete örnek, Çanakkale Savaşı’dır!
“Nerde -gösterdiği vahşetle
“Bu: Bir Avrupalı!”
Ya Rabbi! Batı, ne kadar da insafsız ve
zalimdir ki Mehmetçiğin karşısına geçmiş; içindeki kin ve nefreti kusuyor. Bunu
görmesek, hala Batı’nın iki yüzlülüğünü göremeyecek ve hayranlıkla
izleyecektik! Şimdi; “Takke düştü, kel göründü!”
Batı’nın modern savaş araç ve gereçleri
tek başına bir ülkeyi yıkmaya yeter de artar bile… Uçakların attığı mermiler
karşısında; göğsündeki iman kalesi çok güçlü ve sarsılmaz olan
Mehmetçiğimiz gülüyor; çünkü bu kaleyi Yüce Allah yapmış:
“Alınır kal’a mı göğsündeki kat
kat iman!”
Bu, yüce Allah’ın Resullerine ve
samimiyetle onlara inananlara bir sözüdür. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa:
678)
“Andolsun ki elçi olarak gönderdiğimiz
kullarımıza geçmişte söz vermiştik: Zafere mutlaka onlar ulaşacaklar.
(Saffat:171,172)
“Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer
inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.” (Al-İ İmran:139)
Allah'ın, bu sözü, Kurtuluş Savaşı’nda
yerine getirdiğini bütün dünya gördü:
Şair, Çanakkale şehitlerine seslenerek
şunları mısralarla anlatıyor: “Sen, Müslümanların göz nurusun! İslam dünyasının
göz bebeği, övünç kaynağısın! Batı karşısında arı ve "Tek Allah” inancının
üstünlüğünü gerçekleştirdin! “Helal olsun sana!” Bu yaptığın özverilere
karşılık ne yapalım, nasıl bir çare bulalım ki değerine denk bir mezar
yapabilmiş olalım.
“Gömelim gel seni tarihe, desem
sığmazsın!”
Seni, gerektiğinde anmak için, tarihe
gömsek; darmadağın ettiğin o devirleri anlatacak tarih kitabı bile yetmez! Mor
bulutları açık türbene tavan yapsam; yedi ışıklı Süreyya Yıldızı’nı da bu
tavana avize olarak assam; bu avizenin altında kanına bürünmüş bir durumda
uzanıyorken; gece ay aydınlığını yanına getirip mezarını aydınlatsam; mezar
bekçisi gibi tan yeri ağarıncaya kadar bekletsem; gündüz olunca da güneşin
aydınlığı ile avizeni silme ışıkla doldursam; akşam olunca da batı ufkunda
beliren tatlı gök beyazlığından elde ettiğim nazik kuş tüyü tülle acılarının
dinmesi için yaranı pansuman yapıp sarsam; yine de değerli hatırana hiçbir şey
yapmış sayılmam!
Çünkü sen, özelde en son Çanakkale’ye;
genelde de bütün İslam coğrafyasının üzerine çullanmış Batı dünyasının (Haçlı)
gücünü kırarak doğu uygarlığının en çok sevilen Selahaddin-i Eyyubi’yi
tıpkı deden Kılıçaslan gibi gücüne hayran bıraktın!
Çünkü sen, özveriyle İslam’ı boğmaya
çalışan demirden çemberi göğsünde kırıp parçaladın! Seni bu hayallerimiz anlatamaz. Çünkü sen
maddiyat istemiyorsun benden. Seni hep maddi ödüllerle ödüllendirmek istiyoruz.
Yanlış yapıyoruz, yazık bize! Olsa olsa seni ancak sonsuzluk içine alabilir.
Yani seni ancak o güzelim cennet konuk edebilir. Senin gibi değerli
konuklar bu kadar değerli bir mekanda ancak ağırlanabilir. Mezarının baş
tarafına mezar taşın olarak Ka’beyi diksem… (Bkz. Yukarıdaki çizime) O değerli
mezar taşının üzerine içime doğan duygularımı yazsam… Sonra da gök kubbeyi örtü
diye kanayan mezarının üstüne (Laht) bütün yıldızlarıyla beraber çeksem… Seni,
yüzyılların arasına gömmeye çalışsam, sığmayıp tıpkı kaynamakta olan suyun
fokurdayarak bir türlü zapt edilemediği gibi taşacaksın!
Aslında boşuna uğraşıyoruz! Sen
maddiyat istemiyorsun ki bizden. Seni maddi ödüllerle ödüllendirmek istemekle
yanlış yapıyoruz! Anladım ki benden dünya değerlerine endeksli bir süslü mezar
istediğin falan yok. Ben bu aklımla sana torunluk görevimi yerine getirmeye
çalışıyorum! Nasıl da gözümün önündeki nuru göremiyorum!
Ey şehidin oğlu şehit! Benden mezar
falan isteme, senin değerine yakışan yerin, çok değerli bir yer olan Allah
Resulünün kucağıdır. Cennette seni kucaklayıp kutlamak ve en büyük ödül olarak
sana yakışan cennete seni konuk etmek için bekliyor! Benden daha nasıl bir ödül
istiyorsun? İşte sana uygun ödül!
“Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden
makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”