18 Mart 2022

​Mart ayı dert ayı

Büyüklerimizin deyimiyle; “Mart ayı, dert ayı!” Ancak sözünü edeceğim dert; meteorolojik bir dert değil; dünyanın sosyal ve siyasal iklimi ile ilgilidir. 18 Mart Çanakkale Savaşı’ında  Şehit olan kahramanlarımızla ilgili düşüncelerimi anlatacağım inşallah!

20. yüzyılın ilk çeyreğinde, orantısız güç saldırısına olağanüstü performansla karşı koyan kahraman şehitlerimizi anlatmak için dönemin tanığı M. Akif’le beraber bir yolculuğa çıkalım:

Bir linç var; ancak bu linci hak edecek bir suç yok ortada! I. Dünya Savaşı’nın etkisiyle açlık, yokluk, tehlike, korku, karanlık ve  ümitsizlik her yeri sarmış!

“Çocuklar koşuyor, aç çıplak!

Kara dersen daha dehşetli: Ne yol var, ne de iz.

“Kapkara ufuklar ki kapalı.”

 

Dünyanın eski ve yeni bütün süper güçleri, “Haçlı” ruhu ile savunmasız ve suçsuz insanlara  beyaz adamın “Vurun abalıya!” emrini duyan “köleler”, saldırıyorlar! Acaba bunların bizimle derdi ne?

 

“Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer.

“Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela,”

 

Dil, ırk, din ayrı ayrı; ancak:

“Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk!”

 

Bu vahşeti yapsa yapsa kendine uygar süsü vererek bir Avrupalı yapabilir! İlkellikle  utanmadan, gözümüzün içine baka baka yalan söyleyerek ve iki yüzlülükle yaptı! Bugün olduğu gibi... Bu vahşete örnek, Çanakkale Savaşı’dır!

“Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”

 

Ya Rabbi! Batı, ne kadar da insafsız ve zalimdir ki Mehmetçiğin karşısına geçmiş; içindeki kin ve nefreti kusuyor. Bunu görmesek, hala Batı’nın iki yüzlülüğünü göremeyecek ve hayranlıkla izleyecektik! Şimdi; “Takke düştü, kel göründü!”

Batı’nın modern savaş araç ve gereçleri tek başına bir ülkeyi yıkmaya yeter de artar bile… Uçakların attığı mermiler karşısında; göğsündeki iman kalesi çok güçlü ve sarsılmaz olan Mehmetçiğimiz gülüyor; çünkü bu kaleyi Yüce Allah yapmış:

Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman!”

 

Bu, yüce Allah’ın Resullerine ve samimiyetle onlara inananlara bir sözüdür. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 678)

“Andolsun ki elçi olarak gönderdiğimiz kullarımıza geçmişte söz vermiştik: Zafere mutlaka onlar ulaşacaklar. (Saffat:171,172)

 

 “Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.” (Al-İ İmran:139)

 

Allah'ın, bu sözü, Kurtuluş Savaşı’nda yerine getirdiğini bütün dünya gördü:

Şair, Çanakkale şehitlerine seslenerek şunları mısralarla anlatıyor: “Sen, Müslümanların göz nurusun! İslam dünyasının göz bebeği, övünç kaynağısın! Batı karşısında arı ve "Tek Allah” inancının üstünlüğünü gerçekleştirdin! “Helal olsun sana!” Bu yaptığın özverilere karşılık ne yapalım, nasıl bir çare bulalım ki değerine denk bir mezar yapabilmiş olalım.

“Gömelim gel seni tarihe, desem sığmazsın!”

 

Seni, gerektiğinde anmak için, tarihe gömsek; darmadağın ettiğin o devirleri anlatacak tarih kitabı bile yetmez! Mor bulutları açık türbene tavan yapsam; yedi ışıklı Süreyya Yıldızı’nı da bu tavana avize olarak assam; bu avizenin altında kanına bürünmüş bir durumda uzanıyorken; gece ay aydınlığını yanına getirip mezarını aydınlatsam; mezar bekçisi gibi tan yeri ağarıncaya kadar bekletsem; gündüz olunca da güneşin aydınlığı ile avizeni silme ışıkla doldursam; akşam olunca da batı ufkunda beliren tatlı gök beyazlığından elde ettiğim nazik kuş tüyü tülle acılarının dinmesi için yaranı pansuman yapıp sarsam; yine de değerli hatırana hiçbir şey yapmış sayılmam!

Çünkü sen, özelde en son Çanakkale’ye; genelde de bütün İslam coğrafyasının üzerine çullanmış Batı dünyasının (Haçlı) gücünü kırarak doğu uygarlığının en çok sevilen Selahaddin-i Eyyubi’yi tıpkı deden Kılıçaslan gibi gücüne hayran bıraktın!

Çünkü sen, özveriyle İslam’ı boğmaya çalışan demirden çemberi göğsünde kırıp parçaladın!  Seni bu hayallerimiz anlatamaz. Çünkü sen maddiyat istemiyorsun benden. Seni hep maddi ödüllerle ödüllendirmek istiyoruz. Yanlış yapıyoruz, yazık bize! Olsa olsa seni ancak sonsuzluk içine alabilir. Yani seni ancak o güzelim cennet konuk edebilir. Senin gibi değerli konuklar bu kadar değerli bir mekanda ancak ağırlanabilir. Mezarının baş tarafına mezar taşın olarak Ka’beyi diksem… (Bkz. Yukarıdaki çizime) O değerli mezar taşının üzerine içime doğan duygularımı yazsam… Sonra da gök kubbeyi örtü diye kanayan mezarının üstüne (Laht) bütün yıldızlarıyla beraber çeksem… Seni, yüzyılların arasına gömmeye çalışsam, sığmayıp tıpkı kaynamakta olan suyun fokurdayarak bir türlü zapt edilemediği gibi taşacaksın!

Aslında boşuna uğraşıyoruz! Sen maddiyat istemiyorsun ki bizden. Seni maddi ödüllerle ödüllendirmek istemekle yanlış yapıyoruz! Anladım ki benden dünya değerlerine endeksli bir süslü mezar istediğin falan yok. Ben bu aklımla sana torunluk görevimi yerine getirmeye çalışıyorum! Nasıl da gözümün önündeki nuru göremiyorum!

Ey şehidin oğlu şehit! Benden mezar falan isteme, senin değerine yakışan yerin, çok değerli bir yer olan Allah Resulünün kucağıdır. Cennette seni kucaklayıp kutlamak ve en büyük ödül olarak sana yakışan cennete seni konuk etmek için bekliyor! Benden daha nasıl bir ödül istiyorsun? İşte sana uygun ödül!

 

“Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”