Masivadan Yanılgıya Dair Bir Tefekkür Denemesi

Dinler tarihi üzerinden okunacak olursa, insanlığın yanılgılar üzerinden sık sık bozuluşa sürüklendiği anlaşılabilir. Bu gidişatı defalarca yaşamış ve başa çıkamadığı aymazlıklar neticesinde helake sürüklenmiş olduğu Kur'an-ı Kerim kıssaları ve Hadislerle bize aktarılır.

Yanılgı; “yanıma durumu, yanlışı doğru veya doğruyu yanlış sanma, hata” olarak tarif ediliyor sözlükte. Kısaca yanlış anlama/algılama, demek. Gerçeğin/doğrunun halis tarifi karşısında bile, algının yetersizliğinden, başkalığından ya da dikkatsizlikten kaynaklanan yanılma durumu.

Bu durumda yanılgının insan muhasebesinde kolay affedilir “hafif” sapmalar olduğu söylenebilir. Ancak bu sapma, zaman ilerledikçe ve ispatı için yanı sıra argümanlar eklendikçe insanlığın celladına dönüşebilir. Keza yakın ve uzak tarih bunun örnekleriyle doludur. Allah'ın gönderdiği bir nizam olmadan insanların yanılmaları son bulmamıştır.

Elinde bütün doğruları, gerçekleri ve hakikatleri bulundurduğu hâlde insanlık şiddetli bir yanılgı cinneti geçiriyorken, bunu fark eden ama kaçacak yer bulamayanlar için belki de en zor zamanlardayız. Yanılgıların ortasında vicdanımızla baş başayız. Sağlamlık kontrolü kolay yapılamayan vicdan kimden yana çıkarsa kendimizi orada buluyoruz.

Dünya ile başa çıkmak bütün zamanlarda hep önemli ve büyük bir problemdi. Bu başa çıkma hadisesi, onu masiva yani Yaradan'dan hariç ve sadece maddi âlemden ibaret görenler için, dünya standartlarına göre “iyi durumda” yaşamak adına imkân kollama/zorlama ya da kendi düşüncesini yaşatma/dayatma azmiyle karşılık buluyor. Yaradan'sız düşünemeyenler için ise, tahsis edilmiş vakti doldurup, mümkün mertebe başkalarını üzmeden yormadan hesabını görüp, vakti geldiğinde çekilip gidilecek, gönül oyalan bir rüya/hayalden ibaret -en azından böyle anlaşılmasına yönelik bir azimden söz edilebilir.

Her iki şekilde de dünyayla başa çıkabilmenin yolu onun dilini anlamaktan geçiyor. “Masiva” kelimesinin ayırt eden, görüntüleri netleştiren mana duruşu, dünyayı anlama yetersizliğimizin bütün bilmişliğimizi galebe çalmasıyla anlaşılıyor.

Bu da bir anlama tabii. Öyle bütün maddi katmanlarıyla yerüstü ve yer altı dünyasını anlama gibi değil. Anlamadığımızı anlama ve bir nevi kabullenme.

İnsan bilhassa anlamadığında eziliyor “masiva” kelimesinin altında. Karanlıklara, zillete, acımasızlığa, aldanışa gidişi ve bir nevi sürüklenişi temsil ediyor. Zira yanılgılar diyarı. Daha doğrusu yanılgıların kurgulanması için gerekli tüm malzemeyi her an birleştirmek üzere hazırda tutabilen, potansiyel yanıltıcı üs. Bunun için her birimizin katkısına ihtiyaç duyan, bu katkıyı sunmayı reddettiğinizde hak ettiğiniz, payınıza düşen imkânları dahi kısıtlayan veya yok eden, ayak uyduramayanları cezalandırıcı cendereleri hazırda bekleten, uymayan biçimleri yontarak “uygun” hâle getirmek isteyen diyar.

Eğer masivanın masiva olduğunu anlamışsanız, olan bitenin bir düş ve oyalanış merkezi olduğunu da kavramış oluyorsunuz. Böylece eğitiliyorsunuz. Maddi âlemin farkına varmak, onun manevi âlem üzerinden tanımlanmasını sağlıyor. Algınızı daha sağlam bir yere çekebiliyorsunuz ve yanılgılarla başa çıkmanız da mümkün oluyor. Ve neticede bozuluşa cephe alabiliyor, en azından onun bir parçası olmama gayretini taze tutmak için çabalıyorsunuz.

Zira masivadaki duruşun neticesi, hakiki hayatı belirliyor. Demek ki her ne kadar -çoğu kere- fuzuli ve berbat işlerin yapım merkezi de olsa, içinde sorumsuz ve alelade dolaşabileceğimiz bir yer değil.

Yukarıda başka şekilde söylemiştik; yanılgıların ve bozuluşların ayyuka çıkması, masivaya biteviye teslim olunması üzerinden tanımlıyoruz bugünleri. Bilhassa masivayı Yaradan'dan gayrı düşünemeyenler, devamlı her alanda artan bir bozuluştan söz ediyor. Diğer taraftan bozuluşları var gücüyle destekleyenler de huzurlu değil. Bozuluş yani insan fıtratına ters olan hiçbir şey, kimseye huzur temin edemiyor nitekim.

Kitleleri sardığı gözle görülebilen insan deformasyonu, kişiyi saran ve huzursuz kılan yanılgılar ve yanılışlar… Hepsi yaşanmışlıklar üzerinden, aklı zorlayan, insanın inanasının gelmediği, tuhaf ötesi ve ısrarcı bir devamlılık içinde. Bu akışta sürekli anormal ile normal yer değiştiriyor. Gaddarlık yasallaşıyor. Milletlerarası hukuk sistemlerinde insanlık tuzla buz oluyor.

Böyle bir dünyada, savaş tehditleri sağanağında sapasağlam bir çatı için devlet ve millet bütünlüğünün “sınır çizgisi” mottosundan ötesinde manevi bir bütünlük gerektirdiği; Doğu Türkistan'daki insan kıyımının durması çağrısı; muhtelif işgal merkezlerinden ve haksız yere yurdundan kovulan mülteciler için insaf çağrısı; bugünün çocuk ve gençlerinin selameti için ailenin devamlılığı, israftan kaçınma duyarlığını pekiştiren sistematik hareketleri destekleme gibi daha birçok elzemin karşılık bulacağı hayaliyle yaşıyoruz biz de.

Her olan bitene rağmen, kurulmuş bir tutam hayalle teskin oluyoruz; yanılgı sisinde kaybolmaya durmuş, dehlizlerinin sonu gelmeyen, hayalhane diye tarif edilen masivada.