20 Nisan 2021

​Medeniyet Kargaşası

Sene 3900 Dünya Galaksi Birliği ileri teknoloji ekibinden bir heyet bir zamanlar dünya yerlilerinin “tabiat” denilen mekânına doğru incelemeye başlarlar. Kuluçka makinelerinden yapay zekâlar tarafından oluşturulmuş bu insanımsı kitle dünyalıların bir zamanlar medeniyet dedikleri tuhaf bir kavramla karşılaşırlar. Evrenin uzaklarına çok kısa zamanlarda gidip gelen bu suni besin canlıları bir zamanların dünyalılarının kendilerinin bu inorganik hayatını hayal edip bunu insanlığın geleceği olarak dayattıklarını gördüklerinden insanımsı zihinlerinde bazı kabloların yandığını hissettiler. Zekâları gibi her şeyin yapay olduğu bir zeminde organik kavramlar onlar için ütopya olmanın ötesinde bir distopya idi artık. Her halükarda bir zamanlar dünyalılarının istihza, istihfaf ve kendi yüksek teknolojilerine bakarak mağaradaki insanların yaptığı resimlere baktıklarından daha uzak bir mesafeden kendi türlerinin ilkel bir formunu anlamaya çalıştılar. Hâlbuki onlar anlamaz ve açıklamaz idi, anlam gibi bir sorunları da yoktu; ileri teknoloji ve yapay zekâdan oluşan çevreleri onlar için farklı bir sanal uygarlık resmi çizeli ve onları teslim alalı çok olmuştu.

Öncelikle dünyalıların medeniyet dedikleri o yapıyı anlamak için kalıntılara bakmaya başladılar. Onlardan kalan yazılı şeyler bir zaman dünyalılarının Sümer yazıtlarına baktıklarından daha az manalı idi. İnsan kavramı onların aynada gördüklerinden farklı idi. Değerler, davranışlar ve bunları çerçeveleyen ahlak gibi anlaşılmaz bir sürü konu vardı. Bu insanlar, onlar gibi mekanik şarj yerlerinden dolmuyor; toplum denilen o anlaşılmaz karmaşayı kurarak yaşıyorlardı. Toplum hayatı adeta onların merkez kavramlarından birisi idi. Bir yerde medeniyet ile alakalı bir konu söz konusu ise insanların bu toplum dedikleri belirli özelikler taşıyan ve daha fecisi kültür denilen anlaşılmaz kalıplar içerisinden ortaya çıkan temel yapıları olduğunu fark etmeye başladılar. Galaksililere bunu tespiti sağlayan tabi ki yapay zekâ imkânları idi. Kendileri muhakeme kavramını terk edeli asılar olmuştu. Her halükarda dünyalıların muhtelif mefhumlar yüklediği medeniyet denilen şeyin temel zeminini insan ve toplum yapısından görmeye başladılar. Lakin bu toplumlar farklıydılar ve bu sebeple aralarına sınırlar çizerek esasında bir oldukları müşterekler ve mutabakatları yok sayıp ayrıntılar üzerinden birbirlerine yaftalayan, ötekileştiren, yok sayan tuhaf bir doğaları olduğunu görmek inceleyici yapay zekâlara bile acayip görünmüştü. Muhakeme edilemez bir çıkmaz vardı. Yapay zekaya yüklenen bilgiler milyarlarca işlemi yapıyor ama esastaki bir şeyi bir türlü söyleyemiyordu.

Galaksililer dünyalıları incelemeye devam ettikçe bu toplumun kendi arasında bir takım yönetim yapıları kurmaya başladıklarını gördüler. Başkan, başbakan, sultan, kral vs. dedikleri birileri onları yönetiyordu. Kurdukları düzen içerisinde devlet denilen garip bir kurum fark ettiler. İnsan topluluğu kendi düzeni için yasalar ve kanunlar ile birlikte bir yönetim yapısı da oluşturmaktaydı. Onların medeniyetleri içerisinden devlet dedikleri bu şey dikkat çekiyordu. Zamanla anladıklar ki insanlar var oldukları sürede kültür denilen o acayip kavram çerçevesinden toplum ve devlet denilen yapıları oluşturarak dünya üzerindeki varlıklarını manalandıran ve medeniyet dedikleri düzeni kuran hayatlarını sürdürmüşlerdi. Lakin her halükarda onlar için toplum ve devlet için farklı farklı bakış açıları içerisinden lafız ve mefhumlar söz konusu idi ve bu uğurda çarpışıp birbirlerini öldürdükleri dahi vaki idi. Din denilen bir kavram ile hayatlarında değerler oluşturdukları ama öte yandan bu sebeple savaştıklarını da anlayamasalar da gördüler. Fark ettikleri bir şey vardı insan kendi varoluş gerçeklerine ihanet ederek, bunları araç haline getirebilen, değerleri değersizleştiren, kendi özüne ihanet edebilen bir yapıya sahipti. Böyle bir varlıkla muhatap olmaktan aslında korktular. 

Nihayet insani uygarlığın oluştuğu bu yapıyı inceleyen Galaksililer insanın şehir denilen bir yerleşim birimi icat ettiğini anladılar. Burası en temelde devlet ve toplum için hayat alanıydı. Değişik çağlarda kendi kültürlerince farklı şehirlerde medeniyeti kurduklarını, bazen birinin diğerlerini etkileyerek daha yaygın bir kültür oluşturduğunu vs. gören inceleyiciler bu şehirlerin, onların tarih dedikleri zaman içinde kendilerini düşündükleri süreçlerde farklılaşarak sonunda birer beton mezara dönüştüğünü görerek insanın kendisine ve tabiatına suikastını anlamaya çalıştılar. Hele bunun para ve güç denilen anlaşılmaz o iki şey için olduğunu fark edince bir kere daha sistemleri çöktü. Her halükarda onların medeniyet dedikleri o şeyin üç temel ayağından birisi de bu şehirler idi. Farabi diye birine rastladılar ama onlarda eski dünyalılar gibi onun dediğinin lafzından geçip künhüne vakıf olamadılar. Her halükarda not düştüler bir yerde medeniyet var idiyse şehir de oluyordu.

Bunların arasında mana veremedikleri şeyler de ortaya çıkıyordu. Tüm bu yapı içerisinden insan türü bilim ve sanat dedikleri iki şey üzerinden yapay zekâyı bile huzurlu kılacak işler yapmışlardı. Hatta onu bizzat icat etmişler ama sonra kendi elleriyle onun amacına dönüşmekten kurtulamamışlardı. Buradaki tezatı anlamak ise kolay değildi. Tıpkı dünyalıların Göbeklitepe dedikleri yerde yarı çıplak ve avcılıkla uğraştığını ön gördükleri insanın ortaya koyduklarını görünce apışmaları gibi Galaksililerde şaşıp kalmışlardı. Bu insan denen yaratık bir zamanlar ne acayipmiş bir kısmı medeniyet dedikleri düzeni kuracak nazari ve ameli işleri yaparken öteki kısım olan her şeyi ruhundan başlayarak yok etmeyi ve kendilerine aitleştirmeyi, sömürmeyi marifet sayıyordu. Bu tür özüne ihanet etmede mahirdi. Her halükarda 3900 senesinden dünyalılara bakınca medeniyet kargaşaları içerisindeki o yapı ve imkânlar onları ilkel saydıkları bu grup karşısından hayrete düşürmüştü.

Durun durun. Bu hayrete düşmek için o kadar zaman geçmesi gerekmiyor. Cemil Meriç, “Kültür, Batı’nın düşünce sefaletini belgeleyen kelimelerden biri: kaypak, karanlık, samimiyetsiz. Tarımdan idmana, balıkçılıktan medeniyete kadar akla gelen ve gelmeyen düzinelerce mânâ. Kelime değil, bukalemun.”, derken bizim nazariyat boşluğumuza, kaypaklığımıza ve kendiliğimizi düşünmedeki sığlığımıza ima da bulunmaz mı? Medeniyet nedir ve nelerden oluşur gibi bir soruya lafzı, mefhumu ve tarihi vecheleri ile bir sürü muğlak cevabı olan bizler geçmişteki gerçek medeniyet tezahürlerine 3900 yılından bakar halde değil miyiz? Toplum, devlet ve şehir üzerine düşünmeli ve bu bütünlük içerisinden kültür mü medeniyetten medeniyet mi kültürden gibi tavuk-yumurta dikotomilerinin az ötesine gidip bunları az tefekkür etmek artık lazım değil midir? Medeniyet tasavvurumuzun ana meselelerini bile tespit edememiş yahut bunlar üzerinden anlamlı derinliklere ulaşamamışken bu kargaşa içerisinde hangi geleceğe bakıyoruz?

Vesselam.