25 Temmuz 2023

Medeniyet kendözümüz yahut ilim kendin bilmektir

Mavi Gök Yağız Yer

 

Düşünen kişi şüphesiz düşündürmesini de bilendir. Aydın kimi zaman aydınlatarak kimi vakit karamsarlıklarıyla fark ettirir, uyarır, gösterir. Kendinde bildiklerini bildirerek kendözünden topluma konuşan bir varoluş hali şüphesiz içerik, görüntü ve işlev açısından zamanına faydalı olma ihtimali en fazla olandır demek yanlış olmayacaktır. Kendimizi bilme yolunda tümden mi gelmeli yoksa tüme mi varmalıyız? Büyük özler/çerçeveler/hakikatler mi yoksa öznel tecrübe ile yahut hayat içinde parçalarını bulduklarımızı birleştirerek büyük resme ulaşmalıyız? Düşünüyor öyleyse var mıyım yoksa var olduğum için mi düşünebiliyorum yahut üçüncü yol düşünerek mi varım varken mi düşünüyorum. Ben bir düşüncenin dışa mı vurumuyum yoksa dışa vurduğum için mi düşünebilir haldeyim. Elbette bu karmaşık soruların sebebi esasen ontolojik kaynağımızı bilmek çabasıdır: Tanrı, tabiat, kendimiz. Burada bir toplumun kuracağı fikir birliği esasen bireyden topluma bütünleşmeyi de mümkün kılabilecektir. Duyguları ve akılları birleşmeyenler düzen kavramına müşterekler üzerinden ulaşabilirler mi? Toplum kavramı esasen bizi medeniyet olarak adlandırdığımız nizam kapısına getirir. Burada bir ezoterik zorluk görülmemelidir. Medeniyet, insanî olanın insanca insan eliyle insan için/insanlık için kurulmasıdır esasen.

            Fikir esasen zihniyet, dünya görüşü gibi unsurları kapsayarak muhtevayı oluşturan unsurların bütünüdür. Medeni bir çerçevede içerik/muhteva, form/şekil ve işlev genel teşekkülde esas yerde dururlar. İçeriğin içindekini ise kendöz diye kavramlaştırmayı seçtiğimiz kurucu öz tayin eder. Bu insanlığın paylaşacağı çok genel geçer bir manzume olabileceği gibi esasen tarihi bir zamana ait bir takım öncüllere dayalı bir fikir/yapı da olabilir. Her halükarda zuhura gelenler esasen fikir ve usul planındaki arka plandan haber veren aksilerdir. Bir medrese kalıntısının yahut artık müze haline gelmiş yapısının önüne geldiğimizde bizi bir taş hamulesi karşılar. Lakin bu yapı hangi muhtevanın/amacın ürünüdür. Bu biçim/form hangi düşünce yahut sorumluluk ile ortaya çıkmıştı. İşlev olarak ondan beklenen fayda yahut çıktı ne idi. Bunun gibi o mekândaki sivil mimari evler o şekillerini hangi gerekçe ile öyle almışlardır. Bugün şehirlerimizdeki kakafoninin sebebi hangi fikir ya da fikirsizliktir? Burada yer alan resmi ve gayrı resmi yapılar bu çerçevede nasıl ortaya çıkmışlardı. Hülasa şehirlerimizin kendözünden haberdar mıyız?

            Bu siyaktaki düşünceyi insana tatbik de mümkündür. Bilmem kaç milyar insan küre üzerinde suretleri aynı lakin siretleri farklı yaşıyoruz. Çocuk sahibi olmanın yolu küredeki her ırk, kültür, renk insan için yegâne. Lakin parmak izlerimiz kadar da çoğuz. Hiç kimse erkekler çocuk doğursun demiyor. Doğurmama hakkını kullanan hanımefendiler var sadece. Hülasa doğamız bize bir şeyleri veriyor. Bizi tekleştiriyor adeta. Lakin fikirlerimiz, kültürlerimizi ise bizde bir ben duygusu ve kimlik inşa ediyor. İşte buranın arkasında bir ontolojik kaynak var. Bunun esası dünya içi ya da dışı olabilir. Lakin insanın varlığı ile özü arasındaki denge kaybolunca insanlık vasıfları sallanmaya başlıyor. İnsan kendi varlığından mesul, kendinden ve çevresinden sorumlu olma duygusu yaşayan tek canlı. İşte bizi insanlık noktasından biyolojimiz sonrasında birleştiren bir durum: Sorumluluk ve fayda canlısı olmamız. İşte bu muhteva bizi şeklen aynı ama nitelik olarak insanlar içinde üst ya da alçak bir konuma taşıyor. Ahlak kavramı, manuple edilmeden, olması gerekeni yaptığı alanlarda bunu sağlıyor. Nihayet insan varolma işlevini bu çerçevede yerine getirdikçe mutlu ve huzurlu olur. Kendözünü bildikçe kendine ve insanlığa aydınlık vaad eder. Kendözünü bilen bu insanlar bir toplumu oluşturduklarında artık medeniyet için zemin oluşmaya başlar. Hülasa medeniyet dediğimiz şeyi düşünmek insanı ve kendözü düşünmektir bir yerde. Atom bombası yapan insan ile leyleklere vakıf kuran insan biyolojik olarak aynı lakin mahiyet teşekkülü açısından çok farklı değil midir? Onları aynı doktor tedavi edebilir ama farklı tarihçiler izah edebilir. Her halükarda medeniyet merkezli bir tarih okuması ile toplum-devlet-şehir üçlemesine bakarken mahiyet/esas/kendöz-şekil/form-işlev üçlüsünün de bu çerçevede ele alınması bir içerik tahlili ve açıklaması bakımından gerekli görünüyor. Kendimizi bildiğimiz yerde medeniyetimizi bilmek aynı zamanda medeniyet biligi yani kendözümüzü bize gösterdiğinden kendimize doğru yol alırız ya da yeniden yolumuzu buluruz demek yanlış olmayacaktır.

            Tarihin bize gösterdiği yolda geriye bakarak geleceğe yönelmek ve medeniyet merkezli bir bakışla, medeniyetçi milliyetçi zaviyeden kendözümüze bakmak gelecek tasavvurları adına anı değerli kılmak bakımından önem taşıyor. Medeniyet tarihinin bir tarih felsefesi olarak düşündüğümüz “ilim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir”e birden buradan bakıp yolunu, yordamını, hâsılasını/hafızasını unuttuğumuz lafızların mahiyetine ve esasına varmaya çalışarak kendimizi düşünmek için zaman gelmedi mi? Özün varlığı ve gücü ne yazık ki aklını ve gönlünü kullanarak kendözüne vuslat eyleyenlere bir anlam kapısı açacak gibi görünüyor. 

            Vesselam