Medeniyet Merkezli Tarih Biligi yahut Medeniyet Bilig
Tarih insanı bilmenin bilimidir. Bu bakımdan tarihin insanî olanın her alanını kapsayan, disiplinler arası bir sahada kendi yöntem ve kuram dünyasında işleyen bir yapısı vardır. İnsanı bilmek; insan bilig tarihin esasındaki bilgi meselesini yani biligi önümüze koyar. Tarihin öznesi de nesnesi de insan; tarihi yapan, yaptığını inceleyen ve kendi üzerine düşünen insan, tarih bilig ile kendiliğini anlar. Tarihle bilinen nedir? Burada mazi-hal-müstakbelin birleştiği bir düzlemde, insan evreninin nihai tezahürü olarak görünen medeniyet meselesi çerçevesinde insanın ve ona dair her şeyin düşünülmesi, anlaşılıp açıklanması söz konusudur. Bu noktada medeniyet merkezli olarak tarihin okunması söz konusu olur. Yatay düzlemde mekân ve zaman dikey olarak medeniyet. İşte tam burada anlaşılma ve düşünme kısmında işin içine tarih felsefesi girecektir. İnsan medeniyetinin yani tarih biliginin nihai semeresi olan alanın oluşmasını sağlayan ontolojik çerçeve, bunun bilinmesini sağlayan epistemolojik saha ve nihayet buranın değer içeriğini gösteren aksiyolojik/ahlaki okuma bir medeniyeti tarih bilig içerisinde okurken bize muhtevanın nasıllığı ve kaynaklarını öğrenmek bakımından faydalı olacaktır. Bu sebeple tarihin bilgisi insanın bilgisidir. Onun evreninde ortaya çıkan her şey bu manada nihai olarak medeniyet, tarih biliminin en temel konularından biri olur. Esasen siyasi tarih, sosyal tarih ve askeri tarih olarak adlandırdığımız her şey de bu kapsamın içerisinden gerçekleşir.
İnsanı
ve evreni anlamak zaman ve mekânı yani tarih içinde var olan insanın en temel
konuları olmuştur. Bunun anlamak ve izah edebilmek tarih ve felsefenin en
esaslı mevzuları olarak karşımızda her daim durmaktadır. Doğadaki insanın
varlığı; mağaralarda resimler çizeninden vakıflar kurup insana faydayı
medeniyet işi hali getirenine kadar hepsinin doğadaki durumu tarih ve
felsefesinin meraklarından olmuştur. Doğanın insana insanın doğaya etkisi ve
tepkisi sürüp giden bir hikâyenin bitmeyen devinimi olarak görünmektedir.
Aslında evrende yerini tespit ve varlığının sebebini anlamak çabası içerisinde
insan kültür-tarih merkezli başka bir okumaya daha ulaşmıştır. Burada işte
hayat tarzımızın içeriğini oluşturan değer sisteminin, nasıllarımızın izahı
olarak kendilik tasavvuru ile evren tasavvuru birleşmiştir. Bütünlüklü bir evren ve insan açıklaması
doğadaki zorunluluklar ile tarih-kültür sahasındaki özgürlük ve özgünlükler
içerisinden insanı tanır ve açıklar. Tarih böylece insanı bilmenin bilimi
olmaktadır. Evrendeki makro ve mikro düzeylerde kendiliğini düşünen insanın
biligi olarak tarih fevkalade kapsayıcı ve belirleyici bir yerde durmaktadır.
İnsan
mitolojiden yani efsane ve destanlardan başlayarak bilinmezlik içerisinden
bilinenin hikâyesine doğru aklını işletmiştir. Tarih bir anlatı/tahkiye olmanın
ötesinde bir bilig haline gelirken zaman içerisinde çok farklı yaklaşımlar ile
anlaşılmış ve anlatılmıştır. Tarih bu süreçte geçmişte olup bitenler,
değişimler, kurulmalar, yıkılmalar gibi olayları düşünmek iken diğer yandan
tarih geçmişi inceleyen bir bilim ve bilgi türünü anlatan bir sahayı temsil
etmiştir. İnsanı bilmenin bilgisi olarak medeniyetin merkeze alınmasının sebebi
birey olarak insan, toplum içerisinden insan, insanın toplum içinde ve üzerinden
yapılanması devlet ve nihayet insanın hayat sahası olarak şehir bütünüyle
insanı göstermesindendir. Esasen vatan kavramı da bu bütünlük ve bilinç
üzerinde gerçekleşmektedir.
Tarih
yapısı gereği bu manada bir medeniyet merkezli bilig olduğu için disiplinler
arası bir bilgi zemininde insana bakma kabiliyetini gerektirir. Zira insana
dair olanı inceleyen her bilim, disiplin ve bilgi alanı tarihin bütüncül
bilgisine katkı sağlama imkânına haizdir. Bu sebeple toplum felsefesi, devlet
felsefesi hatta şehir felsefesi gibi özel alanlar medeniyet felsefesi
geliştirerek insanın evrendeki yeri ve evren(sel) bilgisi üzerine böylece bilig
üretmiş olacaktır. Sosyal bilimler olarak adlandırılan insanî temel bilimlerin
gelişmişliği ve gücü bir ülkenin medeni gelişmişliği ve o ülkenin ilmi gücü
açısından fevkalade önemli olsa da ülkemizde ne yazık ki bu bilimler kuru laf
üretilen, manasız ve vasat akılların işi bir alan olarak görüldüğünden
medeniyetler arası rekabette ne yazık ki geride kaldığımız, zihniyetimizin değişim
ve dönüşüme intikal edemediği ve muasır medeniyete yaklaşmakta sorunlar içinde
olduğumuz bir haldeyiz. Süreklilikler ve kopuşlar, değişimler ve dönüşümler
dairesinde tarihi ve insanı bilmek günü anlamak ve geleceği tasavvur etmek için
son derece önemlidir. Bu bakımdan
müstakbelde muhayyel bir sosyal bilimler üniversitesi ve fakülteleri olarak
Toplum Bilimleri Fakültesi, Devlet Bilimleri Fakültesi ve Şehir Bilimleri
Fakültesi, Yöntem ve Kuram Bilim Fakültesi oluşturularak bunun altında toplum
tarihi, iktisadı, felsefesi, sosyolojisi, psikolojisi vs., devlet tarihi,
iktisadı, felsefesi, sosyolojisi, psikolojisi vs. ve şehir tarihi, iktisadı,
felsefesi, sosyoloji ve psikolojisi vs. alta bölümler içinde bir Medeniyet Tarihi
Üniversitesi tesis ve teşekkülü tematik bir yapı olarak bu meselenin
irdelenmesi kadar, temel bilimlerin geliştirilmesi, disiplinler-arası bir
yöntem ve müfredatla liyakatlı ve nitelikli uzman, düşünür ve bilim insanı
yetiştirilmesi noktasında geleceğimize fayda sağlayabilir. Hayal işte…
Tarihi
insanın bilgisi olarak medeniyetçi ve felsefi perspektiflerden okumaya bir gün
karar verirsek muhakkak tarih bize hamaset ve övünmenin ötesinde faydalar
sağlamaya da başlayacaktır.
Vesselam