10 Haziran 2018

Medeniyetçi milliyetçiliğin zemini 2: Aşk

Tevhid bir varlık idraki ise aşk bu varlık içinde var olma tarzıdır. Bizim aklımıza sallanan sarıklı cübbeliler geliyorsa da o imge, bir medeniyetin modern zaman kalan gölgesidir sadece. Prizmadan yansıyan çokluğun içindeki müştereği görmek için duyguyu birlemek, aşk ile birlenmek gerekir. Kahrı da lütfu da hoş görmek için ışığın yansıdığı prizmaya kızmak beyhudedir. Modern zamanlar prizmanın bizzat kendisini içselleştirdi, hâlbuki onun içine giren tek ışığı nasıl yedi renge dönüştürdüğü aslı bir olanı nasıl fasıllara ayırdığı ötelendi.

Kültür dünyamızda aşk ve tevhid dengesi bozulduğunda orayı bizim dünyamız gibi görmek zorlaşıyor. Mevlana, "Bizim peygamberimizin yolu âşk yoludur. Biz âşk çocuklarıyız; âşk bizim anamızdır," "Asl olan sevmektir. İnsan'ın mayasındaki bu duyguyu arıtmalı. açıklamalıdır. Bedenimiz bir kovan gibidir. Bu kovanın balı ne mumu da ilâhî aşktır..." “Vücudumuz Meryem gibidir. Bizim her birimizin içinde bir İsa vardır. Eğer aşk ızdırabı büyük acılar bizde zuhur ederse o zaman İsa'mız doğacaktır” derken tevhid ve aşkın diliyle ne diyor bize? Meseleyi romantik iki din kavramının birlikte anlatımı kadar basit görmek bu yazıyı görmezden gelmek olacaktır. Tevhidle var olan aşk ile okunmak ister, aşk ile okunmayan varlık sırrını ifşa etmez. Felsefe, sosyoloji, sanat ve hayata dair her şey, Hz. Mevlana'nın kitabın tevhid ve aşk olarak özetlenmesi gibi varlığı bu anahtarlarla açmayı denediğinde asrın idraki belki bizim sesimizi duymaya başlayacaktır. Bu hem bizim “yaralı bilinç”lerimizi tamir edecek hem asrın idraki olacak bir medeniyet çerçevesini sunabileceğiz. Tevhid ve aşk meselesini medeniyetçi milliyetçiliğim beklediği üzere, bir cami vaazı meselesinin ötesinde bir medeniyet mevzu haline getirip bunu tahsil ve aydınlanma sürecinde ortaya koyan entelektüel çerçeveye koyabilirsek maksuda vuslat muhal olmaktan çıkabilecektir.

Walter Benjamin'de paçavracı kavramı vardır. Bu kişi şehri dolaşıp çöpleri deşeleyip işe yaracağını umduklarını çıkarır, biriktirir bir fukaradır. Bizim medeniyetimizin sokakları kendi paçavracılarını bekliyor. Bir âşık flaneur özlüyor medeniyetimiz tevhidin sokaklarında aşkla anlam derleyecek gezginleri bekliyor. Flâneur ve paçavracı düşünür, sanatçı, yolda işittiği cümle, rast geldiği bir eşyanın onda uyandırdığı düşünce ve bu düşüncenin mevcut müktesebatla birleşmesi ile bir hikâye oluşturur. Bu yolla yeni bir hikâye yazılmaya başlar. Düşünceler ve nesneler manalı bir bütün oluştururlar. İşte çöpler kurcalanır, yollarda mana devşirilirken nazara yol verecek kavramları olmalıdır insanın. Tevhid ve aşk, medeniyetimizin bu yolda tefekküre ve işçiliğe yeni başlayacaklar için bize hediye ettiği esasa taalluk eden iki kavramıdır. Aslında medeniyetin bizatihi kendisi tutarlı bir birlik ve aşk düzeyinde heyecan ister. Medeniyetçi milliyetçiliğimiz de bu zeminde yükselmelidir. Miyar ve mizanı olmayanlar makul ve makbul düşünemeyeceklerinden medeniyete katacakları bir şeyi olmasını düşünmek de hayal olur.

İbn Haldun, Kalpler tek bir noktada buluştuğunda artık onların önünde duracak kimse yoktur derken bize bir medeniyet çerçevesi sunuyor. Tarihimizdeki sürekliliği ve mefkûreyi görmek; bizim tarihi tevhidimiz, oradaki gaye ve gayreti okumaksa; aşkımızı kendi aktüel zemininde anlamak olacaktır. Bu kavramlaştırma içinde kendimize bakarak anlamak ve anlaşılır kılmak, hikâyemizi yazmak mümkündür. Yunus Emrem ne güzel demiş; Âşık olamayan adem benzer yemişsiz ağaca…

Tevhid ilkeleri bizi kendimizle, insanlarla ve varlıkla uyumlu kılarken, aşk kurallara ise bu ilkeleri özgürce uymayı sağlayan temellerdir. Tevhidle düşünen menşeden beslenir, aşk ile mesnedini bulur ve maksuduna yani medeniyete erer.

Yunus kavlince, Tevhid imiş cümle alem. Tevhidi bilendir adem. Bu tevhidi inkar eden
Öz canına düşman imiş.
Bunca lafın üstüne tevhid etmenin ve aşk ile yaşamanın basit ritüel icrası olmadığını ise söylemeye gerek sanırım. Vahdet kesret üzerinden kendisine dönerek zaman ve mekân içinden insan zihninde ve ruhunda asli yurduna döner. Ney'in hikâye ettiği de budur. Medeniyetçi milliyetçilik bu bakımdan bir dindarlık değil bir idrak işidir.   

Bazen zamanın surlarına doğru konumlanmış bir mancınığa kendimizi koyar ve ipimizi keser fırlatırız…

Vesselam.