Medeniyetine Küsen Ayna
Tarih bir ayna gibi kendimizi gösteren bir gerçekler ve ibretler zemini olabileceği gibi kendimizi kandırdığımız ve farklı ölçeklerde bizi yansıtan lunaparklardaki aynalara da dönebilir. Aynaya taş atıp kırmak ise nev-zuhur bir adet olarak gündemimizde yer alıyor. Aynayı bir illüzyon ve hakikatsiz hale getiren aynanın doğası mı yoksa bizim gerçeği işimize geldiği gibi bükmeye dair tabiatımız mıdır? Modern zamanda geçmişe ve geleceğe bakan zihinler bu manada farklı eğimlerde düzenlenmemiş aynalar odasında gezinir gibiler. Herkes gördüğüne ya aşık ya reddiyeci. Halbuki bütünleşerek dönüşmek bizim belki de en büyük tarih dinamiklerimizden bölünerek değişmek; çoğulculuk falan gibi yaftalara bunu sarıp saçmalamak yahut bütünleşiyoruz deyip bünyeyi mumyalaştırmak hep bu devrin sergüzeştine dair işlerden. Yobazlaşmak ile yozlaşmak ithamları arasında savrulan bir düşünce iklimi hangi meseleyi çözdü hangi yolu açtı, düzene ne sağladı. Ak ve kara diye bakan pozitif kafa bize üçüncü bir yolu arama düşüncesini, bu yolun muhtemel hayrını unutturmuş gibi.
Farabi, İbn Sina ve İbn Haldun gibi
düşünürleri bizim için önemli kılan dini ve milli kimliklerinin ötesinde hayata
bakışlarındaki teorik ve metodolojik yaklaşım tarzının genel geçerliği, sonraya
da tatbik edilebilir olmasıdır, diye düşünüyoruz. Onları tarihi bir zeminin
parçası olup tarih-üstü kılan belki de budur. Zira eğer arayıp durduğumuz,
uğruna her şeyi yaptığımız medeniyet efsunu bugün bizden kaçarken onların
dünyasına abartı addedilmezse koşarak geliyordu. Neden? Çok mu dindar idiler?
Yoksa çok mu milliyetperver? Yahut o devir için merkezde olan Yunanî düşüncenin
birer azat kabul etmez müntesibi veya müptelası mı idiler? Bunların hepsi
içinde terkibi bir akılla merkezinde medine, umran, medeniyet olan bir
düşünceyi fevkalade akli şartlar içinde-rasyonal-pozitif akıl tanımına
saplanamadan- kendi kültür zeminlerinde canlandırmayı başarmış oldukları
gerçeğini tarihi şartların muvakkat/geçici bakışına kurban etmeden yahut modern
anakronizmlerle onları tüketmeden bakmak gerekiyor. Bunu yapınca merkezinde
siyasetin dahi medeniyete bağlandığı, insan ve toplumun organik yapısı içinde
devleti ve şehri birbiriyle müşterek bir bağ içinde okuyan, günümüzde akılları analizde
zorlanıyor. Sömürgecilerin kültürünü/medeniyetini mahvettiğini düşünen bir
kesimin yanında bu sömürgeciler dediklerimize bir uygarlık aşkı ile muhabbet
besleyen diğer kısma bölünen bir toplumda, solu-sağı fark etmeden, zamanımızın
fikriyatı içinde, perspektiflere kurban edilmeden maziye açık bir zihinle bakıldığında
neden ve nasıllarımıza daha farklı ve bütüncül cevapları sezmemiz sanki mümkün
görünüyor. Lakin kutsamadan ve tutkunca bir inanca dönüştürmeden. Yahut mazi
yahut şimdinin bir düşünce bütünlüğününü bir kısmını kabul edip gerisini
atmadan yolda olmak gerekiyor. Misal vermek gerekirse neden sadece fâilâtün / fâilâtün /
fâilün veznindeki şiirler caizdir demefâîlün /
mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün ile yazınca bir anda başınıza taşlar yağar. Bugün
din ve kültür algımızda çokca olan şeylerden biri bu değil midir? Bir medeniyet
kendi var ettiği içinde bölünüp, duvarlar örüp, kabuğu kutsayıp öze ihanet
ederse o medeniyetin şimdisi ve geleceği olabilir mi? Aynayı kırıp buna suçlu
aramaktan yeniden ayna derdine bir türlü düşemedik. Aklımızı yitirdik.
Hayatımızın son devresine uzaktan bakınca,
bir tarafta kendisine ve hayatına adeta dışarıdan bakan yabancı bir göz ve akla
sahip bir anlayış içerideki durumu tek bir sebebe indirgeyip ortaçağa karşı bir
savaş açarken içeriden bakan başka bir göz yerli sömürgeci görüp/ilan edip ötekileştirdiği
diğerine karşı kıyama kalkıyor. Özellikle modern dünyada tersten akan zamanında
kürek çekmek zorunda kalan milli ve umumi hayatımızda değerlerin menşei
konusunda ciddi bir yaka paça olma hali söz konusudur. Bu çekişme akılları
sertleştirdiği gibi idrakleri de kurutmaktadır. Lafızların aynılığı mefhumların
ayniyetini temin etmeyeceğinden bu farklı bakışlar içinden birbirini göremeyen,
aynı dili konuşan bir yabancılar güruhu kamplar halinde diğerine huruca devam
ederken modern zamanlarda hayatın ve uygarlığın merkezini işgal eden yapılar olan
ekonomi ve politika emrine girmesi gereken medeniyete emirler verip, nobran bir
tasalluta yelteniyor. Hatta ona ayna diye bir şeyin olmadığını bunun bir ruh
hastalığı, paranormal bir durum olduğunu anlatarak bu kaostan besleniyor. Duygusuz
çıkarcı bir katılık, kurnaz ve kibirli bir akılla hayatımıza müdahil olma
cüretinde. Bakarsanız herkesin amacı muasır medeniyeti aşmak. Fakir milleti
zengin kılmak. Niyet belki iyi ama yöntem ve teori hayatın gerçeklerine ters
olunca yahut dayatmayı reform sanınca millet hayatı kendisini her zaman
tedirgin hissediyor ve ufukta gördüğü her fecr-i kazibe kapılmanın bedelini de
medeniyet limanında ayrı kalmakla ödüyor. Birde bu muğalata ve münakaşa
ortamında tezgâh kurup ticaretini yürütme derdinde olan taşeronlar var elbette.
Onlar için bu ortam istismarı ve suiistimali biteviye sürdürülen ve gerçeğin
her daim yok sayılması, göz boyama ile yozlaştırılıp kullanılan bir iklimden
başka bir şey değil. Bunlar her nerede
olursa olsunlar kazançlarına bakıp, taşeronu olduklarına hizmet edip sonra
yangın yerine çevirdikleri harabattan sessizce sıvışan bir güruhtur. Kifayetsiz
muhterisler ordusu ise bunların hizmetindedir. Vicdanımız kurudu.
Hz. Peygamberin cahiliyeye karşı durduğu o
yeri, kavramları ve muhtevayı daha çok düşünüp anladıkça zamanın ve tarihin
içinde aynamıza ettiğimiz ihanet yahut vefasızlıkların vicdanımızda duyuracağı
bir his belki de şimdi ve geleceğin içinde kendimize kurduğumuz tuzaklar ve
çektiğimiz numaraları Foucault’nun uyardığı bir yerden okuyarak panoptik
körlüğümüz, korkularımız ve sanırlarımızdan gerçeğe doğru bir inkişaf mümkün
olacaktır. Hayaller ve hülyalar içinde yaşayan bencileyin kimseler için umut
baki ve hayat her zaman dinamiktir. Medeniyetçi bir bakış ona tabi olması
gerekenlerin tasallutundan onu çıkarıp emrine veriş geleceğe dair bir teselliye
vesile olabilecektir. Z kuşağı denilen, katılmıyoruz, evladı vatan bu yolda
agah olursa şimdiden müstakbele bir başka aynadan gerçeğe bakmak bile söz
konusu olacaktır. Allahualem…
Vesselam.