17 Haziran 2017

Metafizik savunmamız merhamet

Şayet basılı ya da görsel medyada “tehlikeli gerginlik” ibaresini ihtiva eden bir başlık görüyorsak daha haberin metnini bile okumadan, yine bir yerlerde Suriyeli mültecilere karşı kitlesel linç provokasyonları yaşandığını anlıyoruz. Okumadan emin olacağımız hususlardan biri de cümlelerin arasında “kızlara laf atan Suriyeliler” ifadesini mutlaka iddia ediliyorlara iliştirilmiş olarak bulacağımız.

Ülkeleriyle birlikte dünya üzerinden varlıkları kazınmak istenen Suriyelilerin önüne Türkiye'nin ördüğü insanlığın son haysiyet bendi, kışkırtılan çiğ ve embesil güruhların ifsat saldırılarıyla hükmî yokluğa indirgenmek isteniyor. Türkiye ve Türk Milleti için kıyamete kadar iftihar edilecek, güç, moral üstünlük ve itibar sağlayacak bu şerefiye hakkı, kasten veya cehlen ihanet eden kof yığıncıklar eliyle heder ediliyor. Üstelik bu stratejik kazanımımızı muhafaza etmenin bizim için taşıdığı önemi devlet aklımız henüz düşmanlarımız kadar idrak edememiş görünüyor. Türkiye'nin bizzat uygulamalarıyla teyit edilmiş özünden zuhur eden sözleri karşısında, dünyanın en zengin ülkelerinin ve küresel kurumlarının bildiri ve beyanları boş lakırdılara ve eveleyip gevelemelere dönüşüyor. Ülkemizin bu yeni ve keskin gücünü müptezel linç klanları eliyle gözümüzün içine baka baka köreltiyorlar. Bu rezaletin artık bir milli güvenlik meselesi olduğunu ne zaman anlayacağız?

                                          

Suriyeli mültecilere yönelik olarak pompalanan nefret ve utanç verici linç hareketlerinin toplumsal karşılığı yok! Ancak böyle bir nefreti ve linç teamülünü suni olarak oluşturmak ve yaygınlaştırmak isteyen şeytani bir yer altı aklının olduğu ve bunu büyük bir ihtirasla istediği çok açık! Hadiselerle ilgili olarak komprador medyanın kullandığı dil, toplumsal hassasiyet ve telakkiyi havaya uçurarak parçalamaya ayarlı mayınlarla ustaca döşenmiş. Bakın Hürriyet Gazetesi'nin 16 Haziran 2017 Tarih'li internet sitesi hadiseleri nasıl haberleştiriyor; “Sakarya'nın Hendek ilçesinde sabah saatlerinde Suriyeli işçiler ile vatandaşlar arasında çıkan kavga gece saatlerinde de devam etti. İlçede gerginliğin sürmesi üzerine çok sayıda jandarma ve çevik kuvvet ekibi görevlendirildi.” Neresini, nasıl düzeltelim bu mayınlı operasyonel dilin?

Suriyeli işçiler ile değil” aileleriyle birlikte oturdukları hânelerine kadar girilen Suriyeli mültecilere!

Vatandaşlarla” değil, sayısı üç yüz kişiyi bulan saldırgan gruplarla!

Kavga” değil bu Hürriyet, linç amaçlı tek yönlü saldırılar!

Gerginlik” değil bunu adı, terör!

 Vahşet ya da insanlık suçu...

Bir fabrikada bir işçiyle ‘bölüm sorumlusu' diğer çalışan arasında çıkan, kimin haklı olduğunu kesinlikle bilmediğimiz, aile ve arkadaşların da karışmasıyla büyümüş, başka hiç kimseyi ilgilendirmeyen bir kavga, alabildiğine basit ve sıradan bir adli hadise var. Ama sonrasında gelişen utanç verici olaylara ilişkin yazılan haberi okuyacak herkesi “vatandaşlar” ifadesi üzerinden mevzilendirerek taraf yapmayı ve mültecileri ötekileştirerek düşmanlaştırmayı hedefleyen, patlamaya hazır, geniş zaman ayarlı, çirkef bir dil düzeneği duruyor karşımızda. Bir iş yerinde iki çalışan arasında yaşanmış didişmeyi bahane ederek ilçe genelinde gerçekleştirilen tedhiş ve toplu linç teşebbüslerine  “kavga” diyerek suçu saldırganlarla, saldırıya uğrayan masumlar arasında eşit şekilde bölüştüren, kurban ve cellât arasındaki farkı bulanıklaştıran ve böylece söz konusu zulmü koruyan hatta teşvik eden bir tıslama sesi geliyor bu dilin altından.

Suriyelilere yönelik düşmanlık, nefret, ötekileştirme söylem ve eylemlerini şehvetle içselleştiren, yayan ve çoğaltan  mahfiller mevcut. Bunların toplum içindeki izdüşümlerine baktığınızda şamatacı azınlığın bir parçası olduklarını ve esasen sorunlarının umumi anlamda yabancılarla veya diğer etnik gruplara mensup olmakla ilgili olmadığını görürsünüz. Şayet bu mülteciler Suriye'den gelen Müslüman Araplar değil de Ermeni yahut Yunan uyruklu kimseler olsaydı şimdi Suriyeliler için ne işleri var burada diyenlerin hepsinin birer sevgi pıtırcığına dönüşeceğinden zerre kadar şüphesi olan var mı?  Bugün Suriyelilerin vergi vermediği, elektrik, su, doğalgaz parası ödemediği, devletten ayrıca  maaş aldıkları gibi pek çok yalanı hiç birinin esası, aslı ve astarı olmadığını bildikleri halde her fırsatta ve iştahla tekrarlayarak bir husumet sebebi olarak yaymaya çalışanlar, o gün bu söylediklerinin ermeni ve yunan mültecilere gerçekten verilmesi için koşturacaklardı. Nitekim iktidara gelir gelmez Suriyelileri ülkesine göndereceğini ve Suriyeliler için kullanılan mali kaynakların sadece  Türk vatandaşları için kullanılması gerektiğini söyleyen Kemal Kılıçdaroğlu, miting  meydanlarından “seni de kurtaracağız, dayan Yorgi” diyerek Yunanistanı milyarlarca euroluk borcundan ve iflastan kurtarma taahhütünde bulunuyordu. Hatırlarsanız Ertuğrul Kürkçü, Ertuğrul Özkök ve kimi köşe yazarları benzer önerilerle Türkiye'nin  barış(!) ve jest yapma adına Yunanistan'a ait milyarlarca euro borcu üstlenerek ödemesini istemişlerdi.

Alanya'da veya Fethiye'de yerleşik İngiliz ve Alman nüfusunun yoğunluğundan dahası onların para birimlerinin piyasaya egemen olmasından hiç şikayet işitmedik.  Hatta Suriyeli'lere yönelik agresif bir tepkisellik içinde olan kimselerin, söz konusu olan Yezidi ya da nusayri Suriyeliler olduğu zaman da gayet yardımsever ve anlayışlı kimseler olabileceğini gördük.

Öyleyse Türkiye'nin sürdürdüğü ve her türlü ayrımcılıktan azade ve insani mülteci politikasının kıymetini bilmeliyiz. Bu soylu  politikanın değerli etkisinin içeride ve dışarıda kirletilmesine izin vermemeliyiz.